TBMM Susurluk ve İnsan Hakları Araştırma Komisyonları Başkanı Mehmet Elkatmış; “Susurluk Araştırma Komisyonu'nun verileri ciddiye alınıp yargıya taşınsaydı, olayın, asker, bürokrat, siyasetçi, mafya bağlantıları deşifre edilseydi, ne Şemdinli olurdu ne de Ergenekon” diyor ve Ergenekon davasında da asker ayağının tam ortaya çıkmadığına dikkat çekiyor.
Siyasetin ideallerini yaşatarak, ufkunu geliştirerek, etik değerlerle donanımlı bir şekilde güç kazanması gerekir.
Değerler dünyasından ve iç otokontrol sisteminden mahrum siyasetin güç kazanması, çoğu zaman o büyük gücün siyasi alanı kirletmesine dönüşüyor.
Güç her zaman önemlidir ama her zaman kontrol edilmelidir.
Gücü en olgun ve en hazmedilmiş haliyle taşıyan yapı ülkede siyaset kurumu olduğunda, bu aynı zamanda siyasetin pozitif belirleyiciliğini de beraberinde getirir. Devlet, hakim olunması, kontrol edilmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi gereken bir yapıdır. Devlet içinde devlet olmaya istekli küçük yapılar, legal ve illegal oluşumlar hep vardır. Devlet yönetiminde iktidar boşluğu oluştuğunda, içerideki bütün bu yapılar harekete geçerler.
Yönetilemeyen devletin, sorunları çözülemeyen toplumların kaderi de kaostur, huzursuzluktur, yolsuzluktur, fakirliktir, istikrarsızlıktır, korkulardır, çetelerdir, darbelerdir.
Bizde, ihtiraslarını yenmiş, bireysel çıkarlarını aşmış, mesuliyet hissiyle dolu, iktidar ve imkanların kendisini değiştirmeyeceği, gücü olgunca taşıyacak ve siyasete seviye kazandıracak siyasilere ihtiyaç var.
Kendi için, kendi çevresi için siyaset yapanların ağır faturasını hâlâ ödüyoruz.
Siyaset yüzünü halka dönmeli, hesap verme kaygısı taşımalı ve meşruiyetini toplumdan almalı ki, hiçbir güç karşısında yenilmesin…
İyi ve kuşatıcı siyasetin olmadığı yerde, her türlü hukuksuzluk kol gezer.
En kötüsü de devletin hukuk dışına çıkmasıdır…
Geçmişte bunları en ağır şekilde yaşayan Türkiye, artık geçmişin izlerini silmeli ve yeni bir gelecek kurmalı siyasetin eliyle…
Bir siyasi hareketin kalıcılığı, kadrolarının da tarihe şerefle geçmesi onun karşılaştığı büyük engelleri aşma becerisiyle doğru orantılıdır.
Siyasetten çok şey bekliyoruz, ama onların hâlâ ne ve neden beklediğini henüz bilmiyoruz…
Susurluk Ergenekon'un alt bölümüdür, büyük yapının tamamının adı ise Ergenekon'dur. Biz Susurluk'ta aysbergin ucunu gördük.
Ciddiye aldık, Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu. Fakat araştırma komisyonunun yetkileri sınırlıdır. Üç ay içinde araştırma rapora dökülmeli, yetişmezse bir aylık ek süre verilir ve bu süre kesindir. Bu kadar büyük bir olayın dört ay içinde neticeye bağlanması imkansızdı.
Tabii… Yetki ve yaptırımımız olmadığı için fotoğrafın tamamını çekemedik. Kurumlardan bilgi alma, telefon dinleme yetkimiz bile yoktu. Mesela Yeşil'in hesaplarında büyük paralar olduğu bilgisi geldi, bütün bankalara yazı yazdık, bir ikisi hariç “ticari sırdır bilgi veremeyiz” dediler. Teoman Koman'ın gerek Jandarma Genel Komutanlığı, gerekse MİT Müsteşarlığı döneminde çok önemli olaylar oldu Türkiye'de. Çok şey bildiğine inandığımız Koman'ı Meclis Araştırma Komisyonu'na çağırdık gelmedi.
Yazı gönderdi, “ben size bilgi veremem, bu iş biraz da kudret gösterisine dönüşmüştür” dedi. Bunun tercümesi, biz güçlüyüz, elimizde silah var, Meclis'i takmıyoruz demektir.
Evet ama onu da Yaşar Topçu engelledi. Çağırdığımız hiçbir paşa gelmedi… Başbakan Çiller'in makamındaki telefonlardan biriyle bir uyuşturucu kaçakçısıyla konuşulduğu iddiası vardı, Telekom'a sorduk, “Sırdır, bildiremeyiz” dediler.
Hakkında önemli iddialar vardı, çağırma kararı aldık fakat dört aylık süre dolmak üzereydi. Ayrıca bu süreçte Genelkurmay komisyona bilgi vermesine gerek olmadığına karar verdi. DGM Küçük'ün yargılanması için müracaat etti, onu da Genelkurmay Başkanlığı reddetti.
MİT Müsteşarı Köksal Sönmez, “kanun gereği size kapsamlı bilge veremem” dedi. Düşünün bürokratın bildiği şeyi halk adına denetim yapan TBMM bilemiyor. JİTEM'i sorduk “böyle bir örgüt yok” dedi asker. Cinayetlerin arkasında hep JİTEM çıkıyor, Güneydoğu'yu kasıp kavuruyor yetkililer “yok” diyor.
Polise ve bazı bürokratlara dokunuldu ama askerlere dokunulamadı. İbrahim Şahin, Çatlı ile çektirdiği fotoğraflar nedeniyle çete kurmakla suçlandı. Elimizde, Küçük'ün Çatlı ile defalarca telefon görüşmesi yaptığına dair doküman var. Onlar belge kabul edilip, Küçük hakkında soruşturma açılmadı.
O zamanki atmosferi biliyorsunuz, ülkenin üzerinde 28 Şubat etkisi vardı. Asker neye izin verirse o oluyordu. Yargı da emirle hareket ediyor, sürekli brifing alıyordu.
Olabilir dedim, çünkü birtakım noktaların savsaklandığını sonradan gördüm.
Başımdan şöyle bir olay geçti; Akşam bir kanala çıkacaktım, o gün önemli bir kişiyi 5 saate yakın dinledik. Program başlamadan önce ifade tutanaklarını bilgisayar ekranından gösterdiler. Tutanaklar bize bile en erken ertesi gün geliyordu. Gazetecinin gösterdiği tutanaktaki bilgiler için 'doğru değil' dedim ama hepsi doğruydu.
3 Nisan'da raporu verdik, o dönemde siyasi iktidar fonksiyonunu kaybetmişti. 18 Haziran'da zaten istifa etti. Sonraki hükümet de bu işi hiç ciddiye almadı, zaten o kesimlerle ilişki içindeydi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan'a bir mektup yazıyor, diyor ki: “12 Kasım 1996'da ana muhalefet lideri Mesut Yılmaz bana geldi ve şu şikayetlerde bulundu: Emniyet bünyesinde Özel Hareket Dairesi var, bu dairenin bazı elemanları, uyuşturucu, kumar, haraç ve adam öldürme gibi işlere karışmaktalar. Ömer Lütfi Topal'ı öldürenlerin itirafları fevkalade enteresandır. Suçu itiraf ettikleri halde serbest gezmektedirler. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde her türlü doküman hazırdır. Aşiret reisi devleti kullanmaktadır. Devlette görevli bazı kişilerin Özel Harekat Dairesi Başkanı İbrahim Şahin'den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil (Mehmet Ağar) birtakım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir. Suça karışan asker yüz-yüz yirmi kişi vardır. Bunlar devlet emrinde çalışan katillerdir.” Demirel diyor ki: “Bunun soruşturulması lazım. Seyirci kalacak demokrasinin işlemesinden şüphe ederim. Meydana çıkartılması halinde ise devletin zarar göreceğinden endişe ederim.”
Kısa bir süre sonra Yılmaz Başbakan oldu. Devletin soyulması da bu süreçten sonra başladı.
Evren, teklife itiraz etmiş, Demirel de, “ama biz geçmişte bazı olaylarda kullandık” demiş. Kontrgerilla hâlâ var, kimse dokunamadı.
Susurluk ile Şemdinli birbirine benziyor. Şemdinli Araştırma Komisyonu'nun raporu hâlâ Meclis'te görüşülemedi.
Komuta kademesi Ergenekon konusunda daha duyarlı. Bir zihniyet değişikliği var. İşlerin böyle yürüyemeyeceğini, üstüne gidilmesini istiyorlar. Tabii olayın bir de iç hesaplaşma boyutu var.
Eğer öyle olursa Ergenekon'dan hiçbir şey çıkmaz. Hatırlayın Şemdinli sanıkları 39 yıla mahkum olmuşlardı, şimdi dışarıdalar.
İçinde yok yok. Sağdan, soldan, Milli Görüşlü, İşçi Partili, ulusalcı, Kemalist, Hıristiyan, PKK'lı, Hizbullahçı, mafya, haham, mason… Oynan oyunun büyüklüğünü gösteriyor. Ortaya çıkmayan medya, siyaset, asker, emniyet ve dış bağlantıları var. İşin başındayız, derine gitmek lazım.
Pek emin değilim. Daha birinci adamı bile ortaya çıkmadı. Ergenekon'un üst yöneticilerinden bazıları içeride, bazıları dışarıda…
Asker ayağı üç beş paşadan ibaret değil, eğer öyleyse Ergenekon'u bu kadar ciddiye almamak lazım… Bir süreç işliyor, devamını bekliyoruz. Susurluk'un asker ayağına dokunulsaydı ne Şemdinli olurdu, ne de Ergenekon.
Biz derin devleti ve derin yapılanmayı yerel de olsa çektik ama sonuç alamadık. Susurluk'ta yapamadığımız şeyler bugün yapılıyor. Bir şeylerin çözülüyor olması insanın hoşuna gidiyor.
Büyük parçayı kurtarmak için bazı küçük şeyler feda edilir…
Büyük bir söz, içinde çok şeyler barındırıyor, açık açık “ben kullanıldım” diyor, bu bir itiraftır.
Konuşmadı, konuşmaz. Bakın Mehmet Ağar da konuşmadı. “Devlet isterse her şeyi söylerim” dedi, ama daha ifadesi bile alınamadı… Onların anladığı devlet hangisi onu bilemiyoruz.
İnsanı yıpratıyor, sağlık elden gidiyor. Katili gördüm di-yorsun ama sonuç alamıyorsun… Bu yetmiyormuş gibi bazı kesimler tarafından da pek hoş karşılanmadık ve en sonunda siyasetten de olduk…
Tavizsiz, daha ciddi bir şekilde üzerine gitmeli. Duruşu net olmalı, Emniyet'i, savcıları, yargıyı baskılardan korumalı…
Zaman zaman bir kısım dosyalar ulaştırdım ama ne olduğunu açıklamayacağım.
Olmadı, Sayın Başbakan; “siz bu konular üzerinde yıllardır çalışıyorsunuz” diyerek çağırıp da bir şey sormadı.
Var tabii. Ben partinin kurucuları arasındayım, bu kadar çalışmadan sonra dışarıda kalmak insanı kırıyor. Maalesef siyaset böyle…
Bu olaylarda birtakım isimler zanlı olarak yakalanmış olabilir ama olayın arkasında azmettirenler, planlayanlar var. Bu noktada JİTEM kilit rol oynuyor. Raporda da belirttik, JİTEM'in üzerine gidilip çözülmeden hiçbir şey aydınlatılamaz. İnkar ediyorlar ama Ergenekon sanıklardın emekli Albay Arif Doğan, ifadesinde JİTEM'i kendisinin kurduğunu ve Küçük'e devrettiğini söylüyor. Doğan, “Cem Ersever ile beraber kurduk ve yönettik” diyor. Unutmayalım ki Türkiye'de hâlâ büyük bir terör rantı var.
Her kesimden var. Siyasilerden de var, askerlerden de var, bürokratlardan da var, iş dünyasında da var…
Teoman Koman, Veli Küçük, Arif Doğan, Cem Ersever… Ersever işin yanlış olduğunu anlamış ifşaatlarda bulunmuş ve ortadan kaldırılmıştır. Elindeki bilgi ve delillerden endişe ediyorlardı, ortadan kaldırıldı.
Silah, bomba işini araştırırdım, devletin elinde ne var envanterini çıkarırdım, kim nerede kullanmış. Bakın, Eskişehir ve Ümraniye başta olmak üzere birçok yerde cephanelik ele geçirildi. Daha kaç cephanelik var bilmiyoruz. Ne kadar silahın kayıp olduğunu bilmiyoruz. Kaybolan silahların ne kadarının ağır silahlar olduğunu da bilmiyoruz. TSK'nın elinde olması gereken silahlar bugün bazı cephaneliklerde çıkıyor. Ağır silahların da bazı cephaneliklerde olmadığı ne malum. Birçok bombalama eylemindeki silahlar TSK'nın silahıydı. Şemdinli'de patlayan bombalar MKE yapımıydı. Bunun üzerine gidilmeli. Bütün silahların envanterinin yapılıp dışarıda olan silahların ortaya çıkartılması gerekir. Bu olmazsa devlet sürekli şaibe altında kalır.
Kara para meselesi araştırılmalı. Finans kaynakları araştırılmalı ve tabiî ki JİTEM…