AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu savunmada, önce dava açılmaya karar verilerek sonra delil toplandığı, iddianameye ek olarak sunulan dosyalarda yer alan gazete haberlerinin ve yorumların büyük bir kısmının, bunların yayınlanmasından yıllarca sonra internet yoluyla derlendiği ileri sürülerek, "Bu nedenle bu dava adeta bir 'Google davası'dır" denildi.
AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu "Esas Hakkındaki Cevaplarımız" başlıklı savunmada, iddianamede "laikliğin tek boyutlu bir kavram olarak görüldüğü, bireylerin benimsemesi gereken bir uygar yaşam biçimi ve yaşam felsefesi şeklinde takdim edildiği" belirtilerek, "bu yaklaşıma göre, toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması olan laikliğin, ülkede yaşayan herkes tarafından benimsenmesi zorunlu bir yaşam biçimi olduğu" kaydedildi.
İddianamede laikliğin, "insanı kul olmaktan çıkarıp birey haline getiren bir ilke olarak görüldüğü" ifade edilen savunmada, "Laikliğin insanı kul olmaktan çıkardığı şeklindeki tez, bilimsel ve sosyolojik bir gerçeği yansıtmamanın ötesinde kendini hem bir birey hem de Yaratıcının bir kulu olarak gören inançlı insanlar açısından oldukça inciticidir.Esasen, Başsavcılığın dinin bireysel ve toplumsal yaşamdaki yeri hakkındaki ifadelerinde çelişki ve tutarsızlıklar mevcuttur" denildi. "Dinin hukuki düzenlemelere mesnet teşkil etmesinin ayrı, dünya hayatına bireysel ve toplumsal yaşantıya yönelik değer ve davranışlarda inanan insanlar için kaynak olarak görülmesinin ayrı olduğu" ifade edilen savunmada, şöyle devam edildi:
"Burada çizilen din anlayışı, kişinin sadece iç dünyası (vicdanı) ile ilgili zihinsel veya duygusal düzeyde kalan kutsallardır. Bu açıdan bakıldığında dinin, toplumsal ilişkilere yansıyan herhangi bir yönü olmamalıdır. Din sadece inanan kimsenin iç dünyasını ya da topluma yansımayan yönleriyle bireysel hayatını tanzim etmeli, dinin sosyal hayat ile bağlantısı mabedin kapısında başlamalı ve kapısında bitmelidir. Bunun dışındaki alanlara dini inançların yansıması mümkün değildir. Bu anlayışa göre, örneğin dini bayramların resmi tatil olması da laikliğe aykırıdır.
İddianamede yer alan dini inanç ve duyguların sadece vicdanlarda kalması, dinin sosyal ve kültürel bir bağ oluşturamayacak şekilde yaşanması ve dünya işlerine kesinlikle karıştırılmaması gerektiği şeklindeki katı ideolojik yaklaşımın hiçbir Batılı demokratik laik sistemde karşılığı yoktur. Halbuki tüm toplumlarda din, bireylerin kimliklerini belirleyen temel kaynaklardan birini teşkil etmektedir. Bu nedenle, din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye alan laiklik, bu özgürlüğün toplumsal yansımalarını reddetmez. Bu noktada, iddianamede 'devletin ve hukukun' dine dayandırılmaması ile bireylerin din ve vicdan özgürlüğünün toplumsal alanda yansımalarının birbirine karıştırılması temel hatalardan birisidir. Bu yüzden din ve vicdan özgürlüğünün dışa vurumları olan olgu ve ifadeler, devletin temel düzenlerinden birini dine dayandırma gibi çok yanlış bir şekilde yorumlanmış ve suçlanmıştır."
"Başsavcılığın laiklik anlayışına esas teşkil eden din algısının gerçek hayattaki sosyolojik din olgusundan uzak olduğu" ileri sürülen savunmada, "İddianamede ve esas hakkındaki görüşte dine, İslam'a ve Diyanet İşleri Başkanlığına yönelik perspektif, Türk toplumu ve Türkiye Cumhuriyetinin hak ve özgürlükler açısından kazanımları, günümüz küresel dünyasının dini duygu ve olgulara bakışı ve insanlığın inanç ve ifade özgürlüğü noktasında ulaştığı aşama ile örtüşmeyen, indirgemeci ve dogmatik bir ideolojinin ürünü olarak temayüz etmektedir" denildi.
Sorunun, "laikliğin anlamı ve gerekleri konusundaki anakronik bakış açısından kaynaklandığı" kaydedilen açıklamada, "Başsavcılığın, demokrasi ile laikliğin birlikte anılarak 'demokratik laiklik' kavramının kullanılmasına adeta isyan ettiği ifade edildi. "Buradaki temel problem, laikliğin demokrasinin 'olmazsa olmaz'ı olduğu belirtilirken, demokrasinin de laiklik için vazgeçilmez olduğunun söylenmemesidir. Demokrasinin olmadığı yerde laikliğin tek başına bir anlamı yoktur" denilen savunmada, bugün de birçok devletin, dinin devlet işlerine karıştırılmaması anlamında laik olduğu halde, demokratik anayasal devlet niteliğine sahip bulunmadığı kaydedildi. "Laikliğin dinamik bir kavram olduğu ve devletin demokratikleşmesi sürecinde laiklik anlayışının da demokratikleştiği" ifade edilen açıklamada, "laikliğin dünyada en katı şekilde uygulandığı Fransa'da bile bu dönüşümün yaşandığı" belirtildi.
Savunmada, "Türkiye'de de laikliğin, din ve devlet işlerinin ayrılığı anlamındaki tanımının devam etmekle birlikte, bu ilkenin diğer boyutu olan din ve vicdan özgürlüğünün tek parti dönemine göre oldukça geliştiği" ifade edildi.
Savunmada, şunlar kaydedildi: "Cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olan laiklik, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokrasi gibi diğer niteliklerle eklemlenerek bugünkü halini almıştır. Nitekim bu sosyolojik dönüşüm, laikliğin toplumsal açıdan algılanmasını ölçmeye yönelik bilimsel çalışmalarda da ortaya çıkmaktadır. Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ile Prof. Dr. Binnaz Toprak'ın Kasım 2006'da yaptıkları sosyolojik araştırma bu bakımından son derece önemlidir. Değişen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset adlı bu bilimsel araştırmaya göre, toplumda laikliği benimsemeyenlerin oranı ciddi ölçülerde düşmüştür. Daha sonra yapılan bilimsel araştırmalarda da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Çarkoğlu ve Toprak'ın araştırması, aynı zamanda iktisadi seviye yükseldikçe laikliği benimseyenlerin oranının arttığını göstermektedir." "Bu noktada AK Parti'nin yoksulluğun etkilerini azaltmak için uyguladığı sosyal yardım politikalarıyla, izlediği ekonomik büyüme ve gelir dağılımı politikalarını çok iyi değerlendirmek gerektiği" belirtilen savunmada, şöyle devam edildi:
"AK Parti, bir yandan devletin temel düzenlerini Avrupa standartlarına uyarlayarak laikliğin hukuki boyutunu güçlendirirken, diğer yandan da demokratik özgürlükleri genişletmek, din ve vicdan özgürlüğüne özen göstermek ve ekonomik politikalarıyla refahı yükseltmek suretiyle laikliğin toplumsal temellerini pekiştirmiştir. Devletin sosyal, hukuki, siyasi ve ekonomik temel düzenlerini Avrupa hukukuna uyarlayarak modernleştirmiş ve laikliğin ikinci ayağı olan din ve vicdan özgürlüğünün alanını genişletmiş bir partinin, laikliği ihlal ettiğini ileri sürmek ancak bir algılama hatasından kaynaklanmış olabilir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, partimizin laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği iddiasının hiçbir somut, nesnel ve bilimsel dayanağı bulunmamaktadır.
Başsavcılığın esas hakkındaki görüşüne yansıyan 'demokratik laiklik' alerjisine paralel olarak, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan çok partili yaşamı irticayla ilişkilendirme gayretiyle mahkum etmeye çalışması anlaşılır gibi değildir. Başsavcı, adeta çok partili siyasi yaşamın laiklikten tavizi ve bazı siyasi partilere sızan irticaya primi beraberinde getirdiğini savunmaktadır. Halbuki, çok partili, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin olmadığı bir yerde laiklik de kendisinden beklenen toplumsal ve siyasal işlevi yerine getiremez."
"Pozitivist ve militan laiklik anlayışının iddianame ve esas hakkındaki görüşe yansımalarından birinin de, AK Parti Genel Başkanı'nın yaşam tarzının değişmediğine dair sözlerinin takiyenin itirafı olarak değerlendirilmesi" olduğu kaydedilen savunmada, şöyle denildi:
"Başbakan'ın 'Siyasete girerken farklı, siyasetten sonra farklı bir yaşam tarzı mı uygulayacağım, halkımı mı aldatacağım? Dün neysem, bugün de oyum, değişemem, değişmedim' şeklindeki sözlerinin, laikliği tek ve resmi yaşam biçiminin herkese dayatılması olarak gören bir bakış açısıyla anlaşılması güç olabilir. Halbuki, partimizin benimsediği siyasi bir ilke olarak laiklik, bireylerin yaşam biçimlerini değiştirmeyi ve herkesin ortak bir yaşam biçimini benimsemesini değil, tersine farklı yaşam tarzlarının bir arada var olmasını gerektirmektedir."
Savunmada, "Laikliğin, özgürlükçü yorumunu vurgulamak için kullanılan 'demokratik laiklik' gibi kavramların sonradan üretilmiş yeni siyasi terimler olmadığı ifade edildi.
Başsavcılığın, "AK Parti'nin kapatılması girişimini Avrupa Birliği'nin benimsediği demokratik ve özgürlükçü laiklik anlayışı açısından eleştiren AB yetkililerinin tavrından rahatsız olduğu" öne sürülen savunmada, "Halbuki bu eleştiriler Türkiye'nin AB'ye üyeliği için çok önemli adımlar atmış bir partinin laiklik aleyhine odak olamayacağına dair açık ve yalın gerçeğin batılı bazı siyasetçiler tarafından görüldüğünü göstermektedir" denildi.
Laikliğin bütün dünyada tartışıldığı belirtilen savunmada, Avrupa Anayasası tartışmalarında, "Tek Avrupa" hedefinde en çok tartışılan konuların başında laikliğin geldiği belirtildi. "Farklı laiklik uygulamalarını içinde barındıran Avrupa'nın özgürlükçü bir yorum benimsemesi, dikkatle takip edilmesi gereken bir tecrübedir" denilen savunmada, şunlar kaydedildi:
"AB temsilcilerinin Türkiye'deki laiklik tartışmalarına müdahil olmaları da bu birikimin sonucudur. 'Bizim laikliğimiz sadece bize özgüdür' sözü, sadece demokrasi karşıtlığını temellendirebilir. Laiklik evrensel bir birikimdir. Türkiye'nin tek özgün tarafı, laiklik prensibinden demokrasi karşıtı yorumlar üretilmesidir. Demokrasiyi imkânsız hale getiren bir laikliği savunmak, kestirmeden azınlık diktasını savunmak demektir."
Esas hakkındaki görüşte yer verilen "Uzun mücadelelerle kazanılmış, evrensel bir hak mertebesine yükselmiş laikliğin tartışmaya açılması, meşruiyetinin ve uygulanabilirliğinin referandum gibi yöntemlerle yeniden sorgulanması çabaları, Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş felsefesi ve temel anayasal kuralları karşısında olanaksız bulunmaktadır" ifadelerinin de "ilginç olduğu" kaydedilen savunmada, "İddia makamının, siyasi bir ilke olan laikliği, muhtemelen farkında olmadan 'evrensel bir hak' olarak sunması, kavram üretmenin tipik bir örneğidir. İnsan hakları literatüründe 'laiklik hakkı' diye bir kavram yoktur. Tıpkı 'demokrasi hakkı' ya da 'kuvvetler ayrılığı hakkı' gibi kavramların olmadığı gibi" ifadelerine yer verildi.
Laikliğin "devletin sahip olması gereken bir nitelik" olduğu belirtilen savunmada, şöyle devam edildi:
"Laikliğin 'meşruiyetinin ve uygulanabilirliğinin referandum gibi yöntemlerle yeniden sorgulanması çabaları' olarak ifade edilen ithamın hiçbir dayanağı yoktur. Partimiz hiçbir zaman referandum veya benzeri yöntemlerle laikliğin meşruiyetini ve uygulanabilirliğini sorgulama çabası içine girmemiştir. Laikliğin uygulamada neyi gerektirdiği konusundaki tartışmalar ise, demokratik ülkelerin tamamında rastlanabilecek türden tartışmalardır. Bunları laikliğin meşruiyetinin sorgulanması olarak göstermeye çalışmak, bu kavramın demokratik ve özgürlükçü yorumu yerine onun tam da karşı olduğu dogmatik yorumunu benimsemekten kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak, bu davada temel sorun, AK Partinin evrensel standartlarla uyumlu demokratik laiklik anlayışının, Başsavcılığın savunduğu bireyi ve toplumu nesneleştirici ve dönüştürücü laiklik anlayışına aykırı görülmesidir."
Savunmanın, "Bu Davada Sunulan Delillerin İspat Hukuku Bakımından Delil Olma Değeri Yoktur" başlıklı bölümünde, şu görüşlere yer verildi:
"Partimizin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu hakkında ikna edici hiçbir delil sunulamamış ve müddei iddiasını ispat edememiştir.
Müddeinin iddiasını hukuki delillerle ispat etmesi ispat hukukunun en temel ilkesidir. İspat, olguların doğruluğu hakkında hakimde kanaat uyandırmak için geçerli ve gerekli delillerin sunulmasıdır. Bir parti kapatma davasında kullanılabilecek deliller, partinin tüzük ve programı ile yayınladığı yazılı açıklamalar ya da doğruluğu kesin olarak tespit edilmiş ses ve görüntü kayıtlarıdır.Başsavcı ispat konusunda hiçbir etkisi ve önemi olmayan yüzlerce gazete kupürü ve internet çıktısını doğru düzgün bir tasnife dahi tabi tutmaksızın ekler arasına istif etmiş bulunmaktadır. Bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın, yargılamada zamandan ve emekten tasarruf adına böyle yapmayarak, gerçekten delil olabilecek yazılı belge ve ses kasetlerini ayıklayarak delil olarak sunması beklenirdi. Bu davada partimizin tüzük ve programı ile yazılı açıklamalarında laikliğe aykırı hiçbir husus bulamayan Başsavcı, eylemlerin Anayasa'ya aykırılığına dayalı dava açabilmek için doğruluğu ispatlanmamış yüzlerce gazete haberleri ile birkaç ses kaydını delil olarak sunmuştur. Esas hakkındaki görüşe birkaç ses kaydı eklenmesi, iddianamede delil olarak sunulan gazete kupürlerinin hiçbir hukuki değere sahip olmaması nedeniyle, son bir gayretle delil gösterme çabasının sonucudur. Bu durum bile, Başsavcılığın sadece gazete haber ve yorumlarının tek başına delil olamayacağını zımnen kabul ettiğini göstermektedir. Sunulan bu deliller de partimizin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği isnadını ispatlamaktan çok uzaktır."
Bu nedenlerle "davanın, ispat hukukuna aykırılıktan da reddi gerektiği" görüşü ileri sürülen savunmada, "davada delillerin önemli bir kısmının dava açılmasına karar verildikten sonra üretildiği" ileri sürüldü. "Bu davada toplanan delillerin erişim tarihlerine bakıldığında delilerin çok büyük bir kısmının dava açmaya karar verilmesinden sonra toplandığı izlenimi oluşmaktadır" denilen savunmada, şu görüşler yer aldı:
"Yargılama hukukunun temel ilkesi delillerden sonuca gitmek iken, partimiz hakkında açılan davada bu ilke tersine çevrilmiş görünmektedir. Önce dava açmaya karar verilmiş, daha sonra da bunun için delil toplanmıştır. Nitekim iddianameye ek olarak sunulan dosyalarda yer alan gazete haber ve yorumlarının büyük bir kısmı bunların yayınlanmasından yıllarca sonra internet yoluyla derlenmiştir. Bu nedenle bu dava adeta bir 'Google davası'dır. Başsavcı, çok sayıda haber ve yorumu dava açma tarihine yakın bir zamanda anahtar kelime yazarak 'google' arama motorundan arama yapmak suretiyle elde etmiştir. Örneğin, iddianamenin 10, 14, 29, 74, 93, 95, 97, 100 no'lu eklerinde yer alan bazı deliller bunlardan sadece birkaçıdır. Bu şekilde internetten elde edilen gazete haber ve yorumlarının 2 Şubat 2008 Cumartesi ve 3 Şubat 2008 Pazar günleri indirildiği görülmektedir. Bu durum Başsavcılığın partimiz hakkında dava açabilmek için hafta sonu tatilinde bile yoğun bir mesai yaptığını göstermektedir."
"Aralarında ilgili haberin yayınlandığı tarih ile bunun Başsavcılık tarafından gazetenin internet sayfasından indirilip delil olarak dosyaya konulduğu tarih arasında üç veya dört yılı geçen örneklere de rastlamanın mümkün olduğu" ifade edilen savunmada, şöyle denildi:
"Hatta, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 22 Ağustos 2001 tarihli bir gazetede yayınlanan açıklamasına yer verilen iddianamedeki 5 nolu ek, bu haberin üzerinden yedi yıldan daha fazla bir süre geçtikten sonra, 10 Mart 2008 tarihinde ilgili gazetenin internet sayfasından indirilerek elde edilmiş ve delil olarak sunulmuştur.
İddianame eklerinde sunulan belgelerden partimiz hakkında delil toplama çalışmasının 24-25-26 Ekim 2007 ve 30-31 Ocak, 1-2 Şubat 2008 tarihlerinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Kapatma davasında delil oluşturma endişesinin çok yoğun biçimde kendisini gösterdiği bu iki zaman dilimi de anlamlıdır. 24-25-26 Ekim 2007 tarihindeki birinci delil oluşturma girişimi partimizin güçlenerek çıktığı 22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimleri ile Cumhurbaşkanı seçimi sonrasına denk gelmektedir. 30-31 Ocak, 1-2 Şubat 2008 tarihlerindeki ikinci delil toplama girişimi ise farklı siyasi partilere mensup 411 milletvekilinin kabulü ile Anayasanın 10 ve 42. maddelerinin değiştirilmesi dönemine rastlamaktadır."
Savunmada, iddianamede delil olarak kullanılan gazete kupürlerinin çok az bir kısmının ilgili gazetelerden günü gününe kesilen kupürlerden oluştuğu, diğerlerinin internet sitelerinden taranarak toplandığı yinelenerek, bununla ilgili eklerde yer alan örneklerin "AK Parti hakkında önceden kararlaştırılmış kapatma davası için sonradan delil toplama gayretinin açık bir göstergesi olduğu" ileri sürüldü.
İddianame eklerinde delil olarak sunulan gazete kupürlerinin bir kısmında sadece gazetelerde AK Partiyle ilgili yer alan haber ve yorumlara yer verilen kısımların fotokopisi sunulduğu, gazete adı ve yayın tarihinin belirtilmediği ifade edilen savunmada, "Bu biçimdeki örnekler iddianamenin hem özensiz biçimde acele olarak hazırlandığını göstermekte hem de laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu izlenimini verebilmek amacıyla partimiz aleyhine delil oluşturma gayretinin ne derece ciddiyetten uzak olduğunu gözler önüne sermektedir" ifadeleri kullanıldı.