|

Çin-ABD denklemi ve Kuzey Kore bilinmezi

Güney ve Kuzey Kore arasındaki gergin ilişkiler bir anda ABD ve Çin’i de bu iki ülkenin çatışma riskinden kaynaklanan gelişmelerle beraber yeni bir savaşın içine çekebilir ya da Çin liderliğinin Kim Jong-un taşkınlıklarına göz yummaya devam etmesi Pyongyang’ı daha da cesaretlendirerek bölgede nükleer bir felakete yol açabilir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 17/09/2017 Pazar
Güncelleme: 14:13 - 18/09/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
​Çin-ABD denklemi ve Kuzey Kore bilinmezi
​Çin-ABD denklemi ve Kuzey Kore bilinmezi
Eşref Yalınkılıçlı - Avrasya Analisti

Dünyanın politik gündemi son yıllarda hiç olmadığı kadar Kore yarımadasındaki güvenlik krizine kilitlenmiş durumda. Krizin başrollerinde ise Kuzey Kore diktatörü Kim Jong-un ve ABD’nin emlak milyarderi yeni başkanı Donald Trump var. Hem Kim hem de Trump’ın birbirlerine meydan okuyan pervasız açıklamaları bu krizi daha da ateşledi. Öyle ki kriz yalnızca Asya-Pasifik bölgesini ilgilendiren bir olay olmaktan çıkıp, bütün dünya barışını tehdit etmeye başladı. Bu tehdidin kaynağını hiç kuşkusuz Kuzey Kore’nin nükleer füze denemeleri oluşturuyor. Asya-Pasifik bölgesinin ikiz Koreler üzerinden istikrarsızlağa sürüklenmesi doğrudan ABD ve Çin’in ulusal güvenliklerini ilgilendiren bir konu. Ancak, başta ABD, Çin ve Rusya olmak üzere dünyanın büyük güçlerinin ve Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi bölgesel güçlerin bu konuda medya üzerinden yürüttüğü propaganda savaşları adeta bir üçüncü dünya savaşının fitilini ateşliyor.

Herşeyden evvel bilinmesi gereken bu krizin geceden sabaha ortaya çıkmış bir kriz olmadığı, aksine Soğuk Savaş artığı bir güvenlik ve jeopolitik hesaplaşmanın ürünü olduğudur. Bizim de NATO ittifakına dahil olmak için askerlerimizi gönderdiğimiz Kore Savaşı yıllarından kalma bu kriz adeta yetmiş yıldır Çin-Rus bloğu ile ABD’nin başını çektiği Asya-Pasifik bloğu arasında bir kangren haline geldi. Tarihsel köklerinin derinliğiyle beraber, Kuzey Kore’nin başına buyruk nükleer denemeleri sorunun diplomatik çabalarla çözümünün giderek zorlaştığı izlenimini doğuruyor.

GÜVENLİK İKİLEMİ VE PYONGYANG KALKANI

Bu noktada Kuzey Kore’nin geleneksel hamisi konumundaki Çin’in yanıbaşında yaşanan bu güvenlik krizine dair pozisyonu ve sorunun çözümü konusunda atacağı adımlar dikkatle izleniyor. Zira Çin, Kuzey Kore’nin nükleer tehditlerini dizginleyebilecek yegane ülke olarak öne çıkıyor. Fakat, Kuzey Kore rejiminin ne yapacağı kestirilemez hamleleri Çin yönetimini de zora sokmuş görünüyor. Krizin en başında Pyongyang lehine tavır koyan Çin devlet başkanı Xi Jinping bu doğrultuda Kuzey Kore sorununu Güney Çin Denizi bunalımını soğutmak adına Washington’a karşı bir koz olarak kullana geldi. Bunda bir miktar başarı da sağlayan Pekin, Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik iddilarını unutturarak ABD yönetimini Kuzey Kore krizine kilitlemeyi başardı.

Diğer taraftan mahallenin haşarı ve yaramaz çocuğuna ebeveynlik yapmaktan da sıkılan Çin yönetimi artık Kuzey Kore konusunda ipleri eline alması gerektiğini anlamaya başladı. Çünkü, 2008’den beri altı nükleer füze ve iki tane kıtalararası nükleer balistik füze denemesi yapan Kuzey Kore’nin nükleer kabiliyetleri onu büyüten ebeveyni de tehdit eder hale geldi. Pyongyang yönetimi şu an itibariyle yalnızca Güney Kore ve Japonya’yı vurmakla kalmayıp, Pasifik ortasında Guam gibi binlerce kilometre uzaktaki ABD toprapğı sayılan adaları bile vurabilecek kapasiteye ulaştı. Kim, ABD’yi tehdit ederek Guam’ı vuracağını muhatabı Trump’a iletti. Bu durum hiç kuşkusuz Guam’ın öneminden ziyade, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Japonya’dan sonra Pasifik’te başka bir ülkenin yeniden ABD topraklarını ve dolayısyla egemenliğini tehdit etmesiyle ilintilidir. Japonlar 1942’de Hawai’deki Pearl Harbor üssüne saldırdığında savaşın Tokyo aleyhine nasıl bir felaketle sonuçlandığını tarih sayfaları yazdı.

Konunun Çin’i ilgilendiren kısmına gelince, doğrusu Pekin’in bu andan itibaren Pyongyang rejimine ne yapıp ne yapmaması gerektiğini söyleyecek politik yaptırım gücünün azalmaya başladığını görmek gerekiyor. Çin on yıllar boyunca Kuzey Kore’nin potansiyel askeri tehditleri üzerinden bölgeyi istim üstünde tutarken, ABD yönetimleri de hem Güney Kore hem de Japonya’daki askeri varlığını ve dolayısıyla bölgede Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikalarına iyi bir meşruiyet zemini kazandırmıştı. Yani bu iki ülke Kore Yarımadası’ndaki siyasi ve askeri statükodan olabildiğince istifa etmişler, ancak gelinen noktada statükonun daha fazla sürdürülemeyeceği iki taraf açısından da aşikar hale gelmiştir.

ÇİN’İN KUZEY KORE AÇMAZI

Bu gerçeği bir nebze olsun gören Washington ve Pekin yönetimleri BM Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinin de oyuyla geçtiğimiz hafta özellikle Kuzey Kore’nin petrol ithalatı ve tekstil ihracatını hedef alan bir dizi ekonomik yaptırımı yürürlüğe koydu. Taraflar artık ağırlaştırılmış ekonomik yaptırımların Kuzey Kore rejimini müzakere masasına getirmesini umarken, ülke içindeki açlık ve sefalete aldırış etmeyen Kim ve askeri kurmayları Güney Kore ve Japonya hava sahalarını ihlal ederek füze fırlatmaya devam ediyor. Yirmiş beş milyonluk bir nüfusa sahip Kuzey Kore’de rejimin kapalı doğası gereği toplumsal hoşnutsuzluk ve yönetime olan desteğin veya karşıtlığın ne oranlarda olduğunu kestirmek güç olsa da nükleer programın başarısının Kim’in şahsında Pyongyang rejiminin bir varlık nedeni olduğu çok iyi biliniyor.

Özellikle, ABD ve Batı kamuoyu Çin’in krizin çözümü konusunda daha fazla insiyatif almasını umarken, Pekin yönetiminin Kuzey Kore’nin en büyük ekonomik ortağı olması gerçeğinden hareketle Pyongyang rejimi üzerindeki baskısını artırmasını istiyor. Kuzey Kore dış ticaretinin % 90’ına yakınını Çin ile yapıyor ve bölgede dünyaya açılan diğer kapısı ülkenin kuzey sınırında bulunan Rusya’nın Vladivostok limanı. Moskova da Kuzey Kore’nin nükleer denemelerine karşı olduğunu söylerken, krizin çözümü konusunda Çin’in aleyhine olabilecek adımlardan kaçınıyor ve alttan alta Kuzey Kore rejimini bölgede ABD ve müttefiklerine karşı bir denge unsuru olarak görüyor.

Çin, söylem düzeyinde Kuzey Kore lehine uluslararası baskıları göğüslerken bir yandan da yanıbaşında gittikçe somutlaşan bu tehdidi nasıl bertaraf edeceği konusunu iyiden iyiye düşünmeye başladı. Bir taraftan Kuzey Kore rejiminin Kore Yarımadası’ndaki hakimiyetinin devam etmesi gerektiğine inanan Pekin liderliği, diğer taraftan Pyongyang rejimi ve bilhassa Kim Jong-un’un artık dizginlenmesi gerçeğini görüyor.

Ancak, Çin’in buradaki asıl kaygısı Kuzey Kore’ye kendi rızası dışında yapılabilecek herhangi bir askeri müdahalenin bölgedeki statükoyu Washington ve onun Asya-Pasifik müttefikleri lehine değiştirmesidir. Bu durumda Çin, yanıbaşında demokratik ve liberal idealler çerçevesinde birleşmiş ve kendisine nükleer bir tehdit oluşturabilecek bir Kore’nin varlığından fazlasıyla rahatsız duyacaktır. Zira, Batılıların Çin’e demokrasi ihraç etme sevdası Tiananmen Meydanı Olayları’ndan bu yana bilinen bir gerçek. Batılılar ve bilhassa Amerikalılar Çin’in hızla gelişen ekonomisinin toplumsal alanda demokratik değerlere olan talebi hızla arttırdığı, bu durumun orta ve uzun vadede Çin’i yöneten Komünist Parti’nin meşruiyet zaafını tetikleyecek olan yumuşak karnı olduğunun farkındalar.

ASYA-PASİFİK’TE ÇATIŞMA RİSKİNİN BOYUTLARI

Çin için diğer bir risk, eğer müzakere masasında çözülemezse, Kuzey Kore sorununun gelecekte bir gün ABD ile en önemli çatışma riski barındıran konu haline gelebileceği gerçeğidir. Şüphe yok ki hem Pekin hem de Washington şu aşamada böyle bir gerçeği düşünmek bile istemiyor, fakat tarihsel olaylar ve bilhassasa iki büyük dünya savaşına yol açan askeri-jeopolitik gelişmelere benzer bir süreç bugün için Asya-Pasifik bölgesindeki güvenlik fay hatlarını da tetikliyor.

Örneğin Birinci Dünya Savaşı’nı İngiltere ve Almanya’nın desteklediği küçük devletler arasındaki çatışma ve sorunlar başlatırken, İkinci Dünya Savaşı’na Hitler’e gösterilen müsamaha neden olmuştu. Güney ve Kuzey Kore arasındaki gergin ilişkiler bir anda ABD ve Çin’i de bu iki ülkenin çatışma riskinden kaynaklanan gelişmelerle beraber yeni bir savaşın içine çekebilir ya da Çin liderliğinin Kim Jong-un taşkınlıklarına göz yummaya devam etmesi Pyongyang’ı daha da cesaretlendirerek bölgede nükleer bir felakete yol açabilir.

Dünya 1962 yılında aynı riskle Küba üzerinden Soğuk Savaş döneminde karşılaşmış ve ABD ile Sovyetler nükleer savaşın eşiğinden dönmüştü. 1967’de imzaya sunulan nükleer silahlardan arınma anlaşmasına elinde nükleer silah bulunan ülkelerin birçoğu, ABD, Rusya ve Çin dahil, kağıt üzerinde imza koysalar bile bu risk halen ortadan kalkmış değil. Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore ise zaten bu anlaşmayı hiç imzalamadılar.

Kısacası, ABD ve Çin arasında gerilen diplomatik ilişkiler, özellikle Güney Çin Denizi Sorunu ve Kuzey Kore’nin nükleer test denemeleriyle beraber yeni bir safhaya doğru ilerliyor. Seçim kampanyası boyunca Çin’e karşı dışlayıcı bir dil kullanan Trump, başkan seçildikten sonra bu söylemini biraz yumuşatsa da iki ülke arasındaki sorunlar halen masada duruyor ve acilen çözüm bekliyor. Taraflar arasındaki ekonomik ilişkilerin yoğunluğu ve Çin ekonomisinin bugünkü geldiği seviye göz önüne alındığında askeri bir çatışmanın kimsenin hayrına olmadığı görülebilir. Bu nedenle Çin ve Amerika için bu konuda aklın yol bir görünüyor, ancak dizginlenmesi gereken de bir Kuzey Kore rejimi halen felaket çanları çalıyor. Bu konuda diplomasinin çalıştırılması hem bölge açısından hem de dünya açısından elzem görünüyor. Aksi takdirde jeopolitik ve askeri gerilimler Çin-Rusya ekseni ve ABD’nin başını çektiği Asyalı ve Avrupalı müttefikleri için kimsenin dillendirmek istemediği nükleer savaş felaketini sürekli ihtimal dahilinde tutuyor.

#Çin
#Kuzey Kore
#ABD
7 yıl önce