Türkiye’de bazı tartışmaların eskime ya da rafa kaldırılma gibi bir ihtimali söz konusu değil. Tartışmaların nihayete ermesi belirli konulardaki mutabakat ya da mutlak hegemonya tesisi ile mümkün olabilir. Bu anlamda birtakım konu başlıklarının on yıllar boyunca sürdüğü ve herhangi bir sonuç alınamadığı ve bu tartışmaların derin bir toplumsal ayrışmaya neden olduğu açık. Son dönemde teğmenlerin alternatif bir ant üzerinden gündeme gelmeleri ve sonrasında yapılan Atatürkçülük tartışmaları bu bağlamdaki
Türkiye’de bazı tartışmaların eskime ya da rafa kaldırılma gibi bir ihtimali söz konusu değil. Tartışmaların nihayete ermesi belirli konulardaki mutabakat ya da mutlak hegemonya tesisi ile mümkün olabilir. Bu anlamda birtakım konu başlıklarının on yıllar boyunca sürdüğü ve herhangi bir sonuç alınamadığı ve bu tartışmaların derin bir toplumsal ayrışmaya neden olduğu açık. Son dönemde teğmenlerin alternatif bir ant üzerinden gündeme gelmeleri ve sonrasında yapılan Atatürkçülük tartışmaları bu bağlamdaki en açık örneklerinden birisini teşkil etmektedir. Öyle ki
konu sivil-asker ilişkileri ya da askerin kendi içerisindeki disiplin mekanizması üzerinden tartışılmak yerine yine ve her daim olduğu gibi kurucu lider ekseninde bir tartışmaya indirgenmiştir.
Silahlı kuvvetlerin misyonu, sivil-asker ilişkileri ve demokratik gözetim gibi kavramlar yerine laik-anti-laik ya da rejim karşıtlığı gibi tartışmalar, gündemi belirlemektedir.
Konu bağlamından uzaklaştırılınca toplumsal ayrışma kaçınılmaz hale gelmektedir. Kimileri alternatif bir yeminin disipline aykırı olduğu ve Mustafa Kemal'in askerleriyiz sözünün olumsuz çağrışımlar yaptığını kimisi de bu tür söylemlerin olağan olduğu ve teğmenlerin doğal olarak kurucu liderin askerleri olduklarını ifade etmektedirler. Fakat
kimse, askerin kendisini nasıl konumlandırdığı, zihninin nasıl şekillendiği ve kritik süreçlerde kendisine nasıl bir anlam atfettiği üzerine tartışma yapmıyor.
Böyle olunca da askerin zaman zaman iç hizmet kanununa zaman zaman da kurucu lidere atfen siyasete yaptığı müdahalelerin nasıl mümkün hale geldiğini anlamakta zorlanıyor.
Türkiye ve Cezayir gibi ülkelerde, ordunun bağımsızlık savaşı vermiş olması, askerin kurucu kadro içerisinde yer almasını temin etmiş, asker her hal ve şartta memleketin istikametinde kendisini meşru bir aktör olarak görmüştür.
Örneğin 12 Mart 1971 muhtırasının hemen öncesinde ordu içerisinde farklı cuntalar teşekkül etmiş ve Türkiye’nin kurtuluşunun askeri bir devrimle mümkün olduğunu iddia edenler olmuştur. 9 Martçılar olarak bilinen grubun önde gelen isimlerinden Tümgeneral Celil Gürkan’ın ordu ve siyaset ilişkisine dair söyledikleri bu bağlamda oldukça önemli. Gürkan anılarında “Orduyu politikadan uzak tutabilirsiniz fakat bağrından çıktığı ulusun yaşantısını yönlendiren politik dalgalanmalardan etkilenmesini önleyemezsiniz, bu eşyanın doğasına da ters düşer” demiştir. Gürkan’ın bu ifadeleri, 27 Mayıs’tan bu yana siyasete müdahale eden ordunun zihni kodlarını yansıtması açısından mühim bir örneklik.
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve nihayet 2000’lerde yaşanan askeri müdahale girişimleri, kötü giden ülke koşullarıyla ilişkilendirilmiştir.
Hem muhtıra hem de darbe metinlerine bakıldığında, bunu bir meşru hak olarak gören ve kendisine anayasanın dışında bir anlam ve önem atfeden askerin, zihni ve politik formasyonunun anlaşılması bu açıdan büyük önem arz etmektedir.
Bu anlaşılmadığı takdirde, her müdahale metninde neden kurucu lidere atıf yapıldığı ve onun üzerinden bütün müdahalelerin meşrulaştırılmaya çalışıldığı da anlaşılmayacaktır.
Tüm bu tartışmalarda siyasetin konumlanışı bizler açısından çok şey söylemektedir. Bu tür durumlarda,
siyasetin pozisyon almakta gecikmesi veya olayları yorumlamada herhangi bir eksen çizememesi, siyasete yön vermek isteyen aktörlerin otonomisine katkı sağlayacaktır.
Özellikle iktidarın bazı konularda pozisyon almakta gecikmesi, iktidar adına konuştuğu zannedilen kişilerin söylemlerinin daha fazla tartışılmasına neden olacak ve bu da siyaset açısından doldurulması zor bir boşluk yaratacaktır. Bu anlamda ilgili otoritelerin söz konusu olaya dair açıklamaları ve konuyu nasıl çerçevelendirecekleri, kakafoniyi önleyecek ve siyasetin olaya hakim olduğunu gösterecektir.
Sivil-asker ilişkilerinin rehabilitasyonu
Türkiye asker-sivil ilişkileri açısından son yıllarda önemli mesafeler kat etmiştir. AK Parti döneminde, özellikle darbelerde atıf yapılan ve meşrulaştırıcı bir işlev gören iç hizmet kanununda değişikliklerin yapılması, YAŞ kararlarının denetime açılması, EMASYA protokolünün kaldırılması, MGK yapısından değişiklikler yapılması, Milli eğitim müfredatlarının demilitarize edilmesi ve kuvvet komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması gibi hususlar, silahlı kuvvetlerin dönüşümü açısından önemli adımlardı. Siyasetin esas görevi, bu konularda nasıl bir mesafe kat edildiği ve bu adımların nasıl bir dönüşüme tekabül ettiğini anlatmak ve en temelde askerin sivil ve demokratik gözetimi ile performansını açık biçimde ortaya koymaktır. Özellikle askerin zihni ve politik formasyonu konusunun esas gündem olduğu düşünülür ise bu konuda nasıl bir müfredat takip edildiği ve eskiye oranla ne tür kazanımlar elde edildiği de dikkatle takip edilmelidir.
İç cephe ve gerginlik alanları
Tüm bu gündemleri silahlı kuvvetler ve sivil gözetim üzerinden tartışmak yerine konuyu sığ gündemlere hapsetmek Türkiye açısından ciddi bir zaman kaybı olduğu gibi iç cepheyi temin ve tesis açısından da ciddi sorunlara neden olmaktadır. Geçtiğimiz günlerde
Bloomberg Economics’in G20 ülkeleri üzerinde yaptığı bir araştırmada,
Türkiye’yi önümüzdeki bir yılda siyasi kargaşa yaşanma riski en yüksek ülke olarak tarif etmesi dikkate alınmalıdır. Raporun içeriği, yöntemi ya da niyetine ilişkin her türlü eleştiri hakkı saklı tutulmakla birlikte bu tür temenni ya da ihtimallere yönelik müteyakkız olunması gerekmektedir. Bakın Cemil Koçak Hocanın Darbeler Tarihi isimli eserinde aktardığı üzere, 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde Le Monde gazetesi ne diyor: “Aylardan beri saran huzursuzluk dalgası var ve durum her alanda bir çöküntü yaratıyor, ülkede bir rejim buhranından bile söz edilebilir. Halen orduda süren havadan ötürü hükümetin sert önlemlere başvurması mümkün değil.” Aradan 50 yıl geçmesine rağmen, iki farklı döneme ilişkin aynı çatışma riskine işaret eden bir tablonun varlığı, geçmişten dersler alınması gerektiğini göstermektedir. Tarihin tekerrür etmemesi ancak bu tür bir siyasal ve toplumsal farkındalıkla mümkün olacaktır hiç kuşkusuz.
#Siyaset
#Politika
#Turgay Yerlikaya