Burjuva kamusallığının çöküşüne dâir(2)

04:0026/08/2024, Pazartesi
G: 26/08/2024, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

Bir ekonomipolitik teşkilatlanma olan modern kamusal hayâttan, bilhassa sol maksimalist burjuva beklentilerin istediklerini elde edemediği son derecede âşikârdı. Bir zamanların o mâhut sanâyi toplumlarında kamusal hayattan üretim çekildiğinde ve bunun yerini yoğun bir tüketim aldığında büyük bir boşluğa düştüler. Ama yeni duruma uyum sağlamakta yine de zorlanmadılar. Ekonomipolitikten ellerinde sâdece politik kalmıştı. Bu terekeyi mutlaklaştırdılar ve kendi psikodinamikleri (baba düşmanlığı) doğrultusunda

Bir ekonomipolitik teşkilatlanma olan modern kamusal hayâttan, bilhassa sol maksimalist burjuva beklentilerin istediklerini elde edemediği son derecede âşikârdı. Bir zamanların o mâhut sanâyi toplumlarında kamusal hayattan üretim çekildiğinde ve bunun yerini yoğun bir tüketim aldığında büyük bir boşluğa düştüler. Ama yeni duruma uyum sağlamakta yine de zorlanmadılar.
Ekonomipolitikten ellerinde sâdece politik
kalmıştı. Bu terekeyi mutlaklaştırdılar ve kendi psikodinamikleri (baba düşmanlığı) doğrultusunda devlete aksettirerek şahsîleştirdiler. Burjuvalar kendi enteleküel havâilikleri ve esriklikleri içinde farkında değillerdi ama ithâlen geliştirdikleri fikri modeller,
tüketim kapitalizminin geniş kitleleri dur durak bilmez tüketiciler yapmak için toplumları devletsizleştirme/örgütsüzleştirme, bireyleri ise babasızlaştırma siyâsetleriyle
birebir örtüşüyordu. Burjuva radikalizmi toplumsala dâir bağlarını ve adanmışlık duygularını sınıfsal olmaktan çıkararak devletlerin örselediği kesimlere doğru kültürel düzlemde en heterojen düzlemde bagajlaştırdılar. Diğer taraftan tüketim, üzerlerinde ağır baskı doğuran baba yâdigârı püritanlığı tasfiye etmelerine yardımcı oluyordu. 1990’larda bilhassa görsel medya üzerinden hâlâ ağırlıkları hissediliyordu. Ekonomipolitik çözülme herkesi şaşkınlaştırmıştı. Bilhassa alt orta sınıfların üniversiteleşen yeni nesilleri bir yol yordam arayışındaydı. Akıl ve fikir talep ediyorlardı. İşte tam bu evrede nedâmet getirmiş ve liberalleşmenin temalarını satan nesiller o boşluğu doldurdular. Artık
medyadaki “özgürleşme”, yâni babasızlaşma
, yâni özgürleşmenin mahsulü olan özel TV’lerde çok prim yapan, Siyâset Meydanı, Kırmızı Koltuk gibi sayısız tartışma programları tam da bunu gösteriyor. Yeni dinamikler, tıpkı II. Meşrûtiyet sonrasında yaşanmış olan matbûat enflasyonuna benzer bir hava esiyordu. Gazeteler, mecmûalar kamusal sâhalarda cirit atıyordu. Lâkin TV’ler artık burjuva kamusallığının yeni ana mecrasıydı. İşin tuhâfı, sermâyenin, daha evvel yaptığı gibi, medyayı kolonizasyonu bu sürece itiraz etmiyor; tam aksine destek de veriyordu. (Eh, o da devletten şikâyetçi değil miydi?)

Yeni sol ve yeni islâmcılığın yolu bu eksende kesişiyor ve kesişme, babalar arası kanlı hesaplaşmaların ve kan dâvalarının sonunu getirecek bir gelişme olarak kutlanıyordu. Orta sınıflaşan taşranın yeni nesilleri, devletten yedikleri sillelere rağmen devletçi olmakta ısrarlı olan babalarından farklı olarak artık devletçi olmayacaklardı. Devlet en şedit çıkışını 12 Eylül’de yapmış ve çıkış yolu bırakmamıştı. Sivil islâmcı Ali Bulaç’ın Birikim’de yazması, Abdurrahman Dilipak’ın Toktamış Ateş ile kucaklaşması tam da bunun en hatırda kalan fotograflarıdır.

İşler 2000’lerin ortalarına kadar iyi de gitti. (1999 Depremi, 2001 Krizi, Merkez restoratör ittifakın çürümüşlüğünü hatırlayalım). 2010 sonrasında burjuva kamusallığı ekonomisizleşmiş, kültürelleşerek serâpa siyâsallaşmış yeni kamusal hayâtlarında devâm ettirdikleri saltanatı hızla kaybetmeye başladılar. Bu çöküşün ekonomik (2008 ve sonrası) ve siyâsal krizler (Gezi, 17/25 Aralık, nihâyet 15 Temmuz) üzerinden, târihi ayrıca anlatılabilir. Bu zâten, AK Parti ile liberallerin kopuşu ekseninde yapılıyor. Ben daha maddî başka bir zemine, teknolojik dönüşüm zeminine bakmak istiyorum.

Babasız burjuva kamusallıkları
, teknolojik gelişmeleri sırf babaların kontrolünü zora soktuğunu düşündükleri için kutsamaktan geri kalmadılar. Gidişâtın,
târihsel bir örüntü (pattern) olarak kamusal hayâtı, burjuva kamusallığı ile berâber bir karadelik gibi içine çektiğinin ve kendileri için varoluşsal bir meseleye evrildiğinin
farkında değildiler. 1990’lar ve 2000’ler mukayesesi bunu çok berrak bir şekilde ortaya koyar. Burjuva kamusallığı,
kamusal örüntünün toplumsallığından
beslenir. 2000’ler zirve yapan teknolojik gelişmeler bizzat toplumsalı, yâni kamusal hayâtın çimentosunu aşındırıyor ve içinde bedensel/ruhsal odaklanma ve takıntıların, egoizm ve narsisizmin baskın olduğu dağıtık, kopuk bireysileşmeleri (indivituation) doğuruyordu. Bu ayrışma ve dağılmalar kamusal târihsel birikimi tehdit ediyordu.
Yeni oluşan kamusallıklarda toplumsal sönümlenmişti
. Ekonominin kamusallıktan çekilmesinden sonra kamusal târih bu defâ da toplumsallığını kaybediyordu. Matbû ve görsel medyanın yerini aldığı söylenen
sosyal medya
son derecede yanlış bir kavramlaştırmadır. Yeni kamusallıkların sosyalitesi, yâni toplumsallığı çok tartışmalıdır. Üretimin terk ettiği ve dağıtık bir yapıda merkezden kenara savrulduğu 1990’larda sosyalite, yâni toplumsallık, eksilse de bir mübâdele ve tüketim tarzı olarak devâm ediyordu.
Kültüralist şişmeler
de, üretim açıklarını kapatan
parasal şişmeler
gibi bu boşluğu şöyle böyle dolduruyordu. 2000’lerden başlayarak teknolojik gelişme
parasal mübâdele tarzını nakitsizleştirerek, agoraların yerini alan çok başka dolaşım ağları inşâ ederek
her geçen gün biraz daha zayıflatıyor. Pandeminin sloganı olan
HES, bildik kamusallığın çözülüşünün tescilli milâdıdır
. Sosyal medya olarak bildiğimiz, içinde bildik mânâda sosyalleşmenin olmadığı, en fazla plastik bir düzeyde seyrettiği bir ağdır.
Toplumsalı olmayan heterojen yeni, tuhaf, çimentosuz bir kamusallıktır
bu.
Parasal şişmelerin nasıl sonuna geldikse, kültürel şişmelerin de öyle. İlki nasıl şifa olmayıp sistemik çürümüşlüğü arttırdıysa, kültürel şişmeler de burjuva beklentilerin tersine babasız çocukların barışçıl oyunlar oynadığı şenlikli kindergartenler olmadı. O da yozlaşarak kabileleşmelere, kör Bedevî savaşlarına evrildi.
Bulutsallaşmış teknolojik gelişmelerin
karadeliği yeryüzündeki kamusalllığımızı, yeraltı galerilerini tâkiben, biteviye patlamaların hüküm sürdüğü mağmaya indirdi. Yeryüzü artık sâdece
lojistik
bir kıymete sâhip. Hâsılı eşanlı olarak bir
medeniyet dâvası olarak yerküreyi ve hayallerimizi fişekleyen gökkubbeyi
kaybettik. Bulutsallığın hüküm sürdüğü gökkubbede yapay zekâ hüküm sürüyor. Mağmada ise bize sâdece ölümcül kimlikler ve savaşlar kaldı.
Kapitalizmin kendisini ayakta tutması
dünyâyı insansızlaştırmakla
doğrudan bağlantılıdır. Kapitalizm, sanâyi evresinde feodaliteden arınmalı, merkezîleşmeliydi. Riskli bir süreçti bu. Onun için emeği orta sınıflaşmalar üzerinden iğdiş etti. Bu sûretle
toplumsalı insansızlaştırarak
bir kamusal hayât inşâ etti. Sanâyi sonrası kapitalizm ise, ilkinin aksine
yeniden
feodalleşmek
zorunda. Evvela emeği ve üretimi tehcir ederek toplumsal çimentolu bir kamusallığı çözdü.
Babasızlaştırmalar
, örgütsüzleşmeler,
kültürelleştirmeler ve tüketim kamusallığı
bu zincirin diğer halkalarıydı. Yeni feodalleşme herşeyin şahsîleştiği orijinal feodaliteden farklı olarak insansızlaştırmaya hizmet ediyor. Bugün idrâk ettiğimiz insansızlaştırma insanın yeryüzünden, en dağıtık hâliye yeraltına sürülmesidir. Yeni medeniyetin sermâyesi, yapay zekâ ile işleyen bir bulutsal gökyüzü, lojistik bir yeryüzü ve mağmadır.

Ha, burjuvaları mı soruyorsunuz? Onlar da sürgün yedi ve feodalleşmeden nasibini aldı.. Bugün onlar Twitter, Youtube, İnstagram mecrâlarında kendi Baronluklarını, tâkipçi sayılarını arttırarak Markiliğe, Kontluğa dönüştürme derdinde.

#teknoloji
#burjuva
#kamusallık
#insansızlaşma