Gül'ün adaylığı ve demokrasinin zor sınavı

Vahap Coşkun
00:0027/04/2007, Cuma
G: 27/04/2007, Cuma
Yeni Şafak
Gül'ün adaylığı ve demokrasinin zor sınavı
Gül'ün adaylığı ve demokrasinin zor sınavı

Gül'ün adaylığı ile AK Parti kazanmış, CHP yıpranmıştır. CHP'nin son umudu '367' tartışmasıdır. Bugün başlayacak oylama süreci sadece 367'ye zorlama diyen DYP ve ANAP için değil Türk demokrasisi için de zor bir sınav olacaktır

Yaklaşık iki yıldan beri süren Çankaya gerilimi nihayete erdi; AKP, Cumhurbaşkanı adayı olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü belirledi. Toplumda genel bir rahatlamaya yol açan bu seçim, hem iktidar hem de muhalefet birçok anlam ihtiva ediyor.

I. Başbakan'ın köşke çıkmaktan vazgeçerek bu makama partinin ikinci ağır topu olan Gül'ü aday göstermesinde birincil derecede etkili olan, Erdoğan'ın partisinin bugününe ve yarınına ilişkin kaygıları ve hesaplarıdır. Özellikle ana muhalefetin ve sayıları az olmakla beraber rejim içindeki özgül ağırlıkları fazla olan kesimlerin şahsına yönelik yıpratıcı bir muhalefet sergilemeleri Erdoğan'ın kararını etkilemişse de bu etki son derece sınırlıdır, kararda asıl belirleyici ve baskın olan unsur partiye dair muhasebesidir.

Türkiye siyaseti, popülaritesi partisinden çok daha önde olan liderlerin aktif siyaseti bırakıp Çankaya sakini olduklarında partilerinin büyük bir güç kaybına uğradıklarına -iki kez- tanık oldu. 1980 darbesinden sonra Türkiye'nin büyük dönüşümünü başlatan Özal'ın ANAP'ının ve ülkenin son yarım yüzyılını direkt etkileyen Demirel'in DYP'sinin, baraj altında kalarak bir nevi tasfiye sürecine girmelerinde temel etken, liderlerinin Çankaya yolcuğuydu. Özal sonrası ANAP'ta ve Demirel sonrası DYP'de yaşanan parti içi iktidar mücadelesi ve halka heyecan verecek karizmatik lider yoksunluğu, bu partilerin siyasi arenada kapsadıkları alanı daralttı.

Bu nahoş tecrübelerin, AK Parti'lilerin hafızasında önemli bir yer işgal ettiği ortadadır. Hele seçim sath-ı mailine girilen bu dönemde, lider değişikliğiyle partinin bugün sahip olduğu kudrette bir azalma meydana geleceğine yönelik kaygıların, AK Parti'lilerde çok daha fazla yer tuttuğu da söylenebilir. Nitekim AK Parti yetkili organlarının yaptığı nabız yoklamalarında parti teşkilatlarından yükselen ortak ses, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasının partiye zarar vereceğiydi. AK Parti tabanı, açık bir şekilde, Erdoğan'ın yola devam etmesini ve Çankaya'ya da kendilerinin benimseyeceği bir kişinin çıkmasını talep ediyordu. Gül'ün tercih edilmesi, Başbakan'ın bu mesajı aldığının göstergesidir; Erdoğan hem partinin başında kaldı, hem de köşk namzedi olarak hiçbir AK Parti'linin itiraz edemeyeceği birini gösterdi.

NEDEN ABDULLAH GÜL?

Bu tercih, mevcut şartlarda, üç açıdan AK Parti'nin yapabileceği en doğru tercihti.

İlki, eğer AK Parti; Çubukçu, Gönül, Toptan veya Aydın gibi gerek parti tabanında gerek Meclis grubunda üzerinde mutabakata varılması kolay olmayacak birini aday belirleseydi, bu, parti içinde bir hoşnutsuzluğa ve giderek bir çatlağa neden olabilirdi. Mesela böyle bir tercih karşısında Arınç'ın ciddi bir muhalefet göstereceği aşikârdı. Oysa Gül'ün adı, AK Parti içinde hiçbir tartışmaya sebebiyet vermedi. Aksine parti tabanı, tercihin Gül'den yana kullanılmasını partilerinin dayatmalara (Çankaya'da türbanlı first lady olmaz dayatmalarına) karşı durduğu şeklinde yorumlayarak büyük bir hüsnükabul ile karşıladı ve dolayısıyla bu tercih AK Parti içerisinde, Ali Bayramoğlu'nun deyimiyle, “tam bir meşruiyet hali” yarattı.

İkincisi Gül'ün, milli görüşün rahle-i tedrisinden geçen AK Parti'liler arasında, müesses nizamın asli sahiplerinin nezdinde en muteber isim olmasıdır. Eğer başka bir ihtimal yoksa -yani mutlaka gelenekten gelen biri cumhurbaşkanı olacaksa- rejim koruyucularının (!), Cumhurbaşkanlığı makamında Erdoğan ve Arınç'ı görmektense, Gül'ü görmeyi tercih edecekleri söylemek mümkündür. Hem uzlaşmacı mizacı, hem de son 4,5 yılda Başbakan ve Dışişleri Bakanı olarak gösterdiği performansıyla Gül; diğer AK Parti'lilere nazaran sistem açısından daha kolay kabul edilebilir bir siyasi aktördür, dolayısıyla ona yönelik muhalefetin şiddeti de daha düşük olacaktır.

CHP AÇISINDAN GÜL'ÜN ADAYLIĞI

Üçüncüsü, hem iş dünyasının hem de dış âlemin Gül'e sempati ile yaklaşmasıdır. İş dünyası öteden beri, siyasal istikrar için güçlü bir hükümetin işbaşında olmasından ve Erdoğan'ın Başkanlık görevini devam ettirmesinden yana tavır koydu. Erdoğan görevinin başında kalması ve buna ek olarak çatışmacı olmayan Gül'ün aday gösterilmesi, iş dünyasını rahatlatan bir gelişmedir. Dış dünya da Gül'e sıcak baktı. Örneğin Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığını “mantıklı ve akıllıca bir karar” olarak değerlendiren Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, “Abdullah Gül'ün büyük bir reformcu ve birçok uluslararası bağlantıya sahip biri olmasının, cumhurbaşkanlığı görevinde büyük önem taşıyacağını” ifade etti. Reuters, Gül'ün AB üyeliği görüşmelerinin başlamasına önderlik ettiğini vurgulayarak, “sadık bir reformcu olarak Avrupa'da çok büyük bir saygı gördüğünü” belirtti. Bu itibarla denilebilir ki AKP, Gül'ü aday göstererek hem kendi seçmenlerini tatmin etmiş, hem dengeleri gözetmiştir, hem de iş dünyasının ve dış dünyanın beklentilerine karşılık vermiştir.

Gül'ün adaylığının CHP için anlamı; seçim stratejisinin bozulması nedeniyle, bu partiyi daha zor günlerin beklediğidir. CHP genel seçimlere dair stratejisini, cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine bina etmişti. Baykal'ın ve CHP üst kadrosunun esas dileği, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olasıydı. Bunu sağlamak için Baykal -kâh tahkir ederek, kâh kışkırtarak- Erdoğan'ın aday olması için var gücüyle çalıştı. Zira Baykal, Erdoğan aday olduğunda, CHP elindeki tek sermayesi olan laik-anti laik kutuplaşmasını daha da derinleştirmek için uygun bir zemin elde edebileceğinin hesabını yapıyordu. Millete dönüp, “ey ahali bakın, laiklik elden gidiyor; Çankaya'da zaten onların elinde, bari Meclis'te bizi güçlü kılın” denilecek ve bu toplumsal bölünmeden oy devşirilmeye çalışılacaktı.

BAYKAL GÜVEN KAYBETTİ

Erdoğan'ın aday olmaması, bu hesabı bozdu. Bu kez stratejinin ikinci ayağı devreye girdi ve Baykal “Erdoğan'ı biz aday yaptırtmadık” diye çalım satmaya başladı. Erdoğan'ın Köşk'e çıkma planını CHP'nin deşifre ettiğini kaydeden Baykal'a göre, “Başbakanın adaylık planlaması içinde olduğunu tespit eden, kamuoyunu bu konuda uyaran, Başbakanın adaylığını gizleyerek son dakika da cumhurbaşkanı olma projesini işletmeyen, tüm bunları sağlayan” CHP idi.

Fakat Baykal'ın ve CHP'nin bu atraksiyonunun da bir netice vermeyeceğini belirtilmelidir. Bir kere bu tutum, etik bir zafiyetle maluldür; daha bir hafta önce “Başbakan aday olmazsa korkup kaçtı demeyeceğim” diyen Baykal'ın bir hafta sonra “Korkusundan aday olmadı” demesinin ahlaki bir tarafı yoktur. Bir lider her şeyden önce tutarlı olmaya çalışmalıdır, tutarlılık konusunda hassasiyeti olmayan birine halkın güven duyması son derece güçtür. İkincisi bu söylemin halk katında bir inandırıcılığı da yoktur. Gözünü gelişmelere kapatmayan herkes, Erdoğan'ın CHP'den çekindiği için değil, kendi partisinin koşullarını ve dinamiklerini gözeterek bu karara vardığını teslim eder. Ve üçüncüsü, bu stratejinin ters tepme ihtimali de yüksektir. Selefleri Özal ve Demirel 864 rakımlı tepeye çıkmak için bir an duraksamamışken Erdoğan'ın, şartlar kendi lehine iken buna iltifat etmemesi, halk arasında Erdoğan için “şahsi ikbalini, partisinin ve ülkesinin menfaatleri için göz ardı edebilen fedakâr lider” intibaını yaratabilir.

Kısacası Baykal'ın gerginlik üzerine inşa ettiği politik dilin, ne partisine ne Türkiye'de demokrasisine bir katkısı olmuştur. Ne var ki Baykal, bu kez hedef tahtasına Gül'ü koyarak, aynı dili ısrarla sürdürmeye devam ediyor. Henüz aday belli olmadan 23 Nisan'da Meclis'te yaptığı konuşmada, seçilecek cumhurbaşkanının “onurlu bir cumhurbaşkanı değil, bir aileye kapıkulu” olacağını söyleyen Baykal, Gül'ün adaylığının kesinleşmesinden sonra oklarını Gül'e doğrultup onu “soluğu çıkmayan süklüm püklüm bir Dışişleri Bakanı” olarak tanımladı ve ekledi. “Oraya Başbakan'ın emir ve kumandası altında, Refah Partisi kadrolarının bir uzantısı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı makamına çıkılamayacağını önce Abdullah Gül'ün anlamasına ihtiyaç vardır. Gelebilirse artık Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmak zorunda olduğunu unutmamalıdır. Unutacak olursa merak etmesin, ona bunu hatırlatacak olanlar vardır.” Bir liderin sürekli olarak gerginlikten medet umması, politik bir tercihtir, olabilir. Ancak bu politik tercihin de değişmeyen bir faturası vardır; bu fatura, nereden yetkilendirildiği bilinmez buyurgan bir edayla, üst perdeden ve çeşitli imalar içeren (kim bu hatırlatacak olanlar?) dille konuşmaya devam ettikçe Baykal'ın, toplum katında desteğinin azalması ve ilelebet muhalefete mahkûm kalmasıdır. Birilerinin de (ama sivil olanların) bunu Baykal'a hatırlatması gerekir.

Gerginlik politikasının daha önceki adımlarından bir sonuç çıkaramayan Baykal'ın son umudu, suni olarak yaratılan “367” tartışmasıdır. Bu tartışmanın hukuki bir dayanağının bulunmadığı izahtan varestedir. Nitekim diğer muhalefet partileri ANAP ve DYP daha önce yaptığı açıklamalarda, 367 dayatmasının hukuku zorlamak olduğunu beyan etmişlerdi. Öyleyse, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda bu iki partiye büyük bir sorumluluk düşmektedir. Sürekli olarak, demokrasilerde söz sahibinin halk ve çözüm yerinin Meclis olduğunu belirten bu iki parti, içinden çıktıkları geleneğe ve kendilerine ters düşmemek istiyorlarsa, yapmaları gereken Meclis'te bulunup demokratik sürecin işlemesine katkıda bulunmalarıdır. Eğer CHP'nin dümen suyuna girip aksi bir tavır takınırlarsa, onlar da -aynen CHP gibi- “demokrasi sınavı”ndan çakmış olacaklardır.

* Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi