Normalleşme ve iyimserlik

Mazhar Bağlı
00:009/07/2009, Perşembe
G: 8/07/2009, Çarşamba
Yeni Şafak
Normalleşme ve iyimserlik
Normalleşme ve iyimserlik

Türkiye sürekli krizlerle yaşıyor ve bir türlü normalleşemiyor. Oysa bu ülkede normalleşmeyi en rahat sağlayabilecek olan sosyal demokrat bir oluşumdur ama artık hepimiz biliyoruz ki bu sadece bir fanteziden ibarettir.

Türkiye'deki bürokratik ve toplumsal sistemin uyumlu bir hale geti-rilmesinin ne kadar yaşamsal bir öneme sahip olduğunu sanırım herkes takdir edecektir. Gerçi hiçbir toplumda tam uyum diyebileceğimiz bir durumdan söz edilemez ama insanoğlunun bu dünyadaki temel var oluş çabalarından birisi de toplumsal doğrular sistemini aramaktır. Her bir toplum için geçerli olabilecek bir değerler sistemi oluşturma isteği yeni bir uğraş değildir. Aslında bunun mutlak anlamda gerçekleşmeyeceğini bile bile bunda ısrar etmenin erdemini ayrıca belirtmeye gerek var mı bilemiyorum?

Dünyada toplumsal değerler sistemi arayışında toplumların sahip oldukları en önemli parametre ise bir tarih bilincine ve özgün bir epistemolojiye sahip olmaktır.

Askerin ne yapacağından emin değilsek büyük bir anormallik var demektir. Yargının üç aşağı beş yukarı hangi kararı vereceğini kestiremiyorsak gerçekten de ciddi bir tehlike vardır. Medyanın, neyi, niçin, kime, hangi amaçla söylemek istediğini binbir komplo teorisi ile ancak açıklayabildiğimizi sanıyorsak işin içinde ciddi bir hinlik var demektir.

TÜRKİYE'NİN DEĞER SİSTEMİ

Toplum ve etik üzerine her sohbet ettiğimizde kadim dostum Dr. Mehmet Akalın; bu toplumun bir kutsalının ve sabitesinin olmamasından şikayetle yüzünü buruşturur ve gözleri derin bir anlamsızlık içinde kaybolur. Bu toplumdan emin olamıyoruz çünkü bir bağlamı yoktur. Abant Platformu toplantısından sonra DP eski Genel Başkanı Süleyman Soylu ile İstanbul'a seyahat ederken yolda mola verdiğimiz bir tesiste sırtında Anadolu Kartalları baskılı beyaz tişörtler ve başlarında Hak ve Eşitlik yazan şapkalı on-onbeş kişilik kadınlı erkekli bir grup gördük. Süleyman Bey, yetenekli ve kendinden emin bir siyasetçi olarak hemen yaklaşıp aralarına karıştı, meğer bunlar efsane komutan(!) Osman Pamukoğlu'nun kurduğu Hak ve Eşitlik Partisi'nin İstanbul teşkilatıymış ve Sakarya'da düzenlenen büyük(!) bir mitingden dönüyorlarmış. Bu arada bahsi geçen kişi bu partiyi kurduğunda Anıtkabir özel defterine şu notu düşmüştü: "Büyük Önder! Gözün arkada kalmasın! Türk kadınları ve erkekleri olarak milletimizi özlediğin yüksekliğe çıkaracağız. Bugün bizim için 11 Kasım 1938'dir." Yükseklere ve ileriye gitmek isteyen kişinin kafasındaki ideal zaman 1938. Bundan daha hastalıklı bir durum olabilir mi?

Bu Anadolu Kartalları hiçbir nezaket ve görgü kuralına riayet etmeden başladılar Süleyman Bey'e nutuk çekmeye, büyük bir adanmışlık, illüzyon hali ve gözler kapalı cümle-ler dökülüyor ağızlardan. Memlekette 200 tril-yon dolar kaynak varmış ve bu iktidar partisi bunu bilerek ve kasten bu güzide halkımızdan esirgemekteymiş. Komutan iktidar olduğunda memlekete "Zengin ol! Bu bir emirdir" deyip ülkeyi bir gecede kalkındıracakmış, ama bugün Meclis'te bulunan 550 müsrif ve hainin varlığı bu emrin yerine gelmesini engelliyormuş. Bu sayıyı 250'ye düşürsek bu iş tamamdır. Bu tarz bilgilere inananların az olmadığı bir ülkenin normalleşmesi kolay olmayacaktır elbette. Keza Pamukoğlu 1992-1995 yıllarında Hakkari Dağ Komando Birliği'nin başında da bulunmuş, başka bir izahata gerek var mı?

Dolayısıyla toplumda yaşanmakta olan garabetlerin asıl kaynağı bahsi geçen epistemolojik kopma ve tarihi okuyamamadır. Tarihi sadece bir kronoloji olarak gören bir toplumda tarih biliniyor denemez. Bu sorun her ne kadar kendini farklı biçimlerde dışa vursa da asıl yansıması değer-etik alanında yaşanmaktadır. Değerden kastedilen geleneksel veya modern değerler falan, herhangi bir değerin tesis edilmiş olmasıdır.

NORMALLEŞME DEĞER ÜRETİR

Bir standardın tesis edilmesinin asıl anlamı ise normalleşmektir. Normalleşmek ve standartlaştırmak değil midir bütün mesele? Amerika'yı görenler de çok iyi bilirler ki bu sentetik ama dünyaya hakim olan gücün asıl performansı gelecekten emin olmayı gerçekleştirmiş olmasıdır. Anormal bir gelişmenin olmayacağı üzerine kuruludur hayat, söz gelimi elektrik kesintisi üzerine bir proje yapılmaz çünkü elektrik kesilmeyecektir. Ama bu toplumda her zaman işler rayına girmek üzereyken bir gizli el her şeyi alt üst etmiştir; tıpkı İsmet Özel'ın; "Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm / her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana" dediği gibi bir durumun her an tezahür edebileceğini tarihsel olarak bilmeme rağmen artık inanılmaz iyimserim. Devletin zirvesinde bir uyumun değil bir gerilimin olması hüsnü zannıyla hayra yoru-yorum durumu.

Bu iyimserliği gölgeleyecek kimi gelişmelerin yakın gelecekte olacağını tahmin etmek zor değildir. Söz gelimi DTP bu normalleşmeyi istemeyecek, PKK ile olan organik bağının dolaylı olarak tolere edilmesini yeterli görmeyecek ve insanlardan zorla da olsa PKK terör örgütünü siyasi bir oluşum olarak görmelerini de isteyecektir. CHP, bazı darbeci güçlerle iş tutamamanın sıkıntısını başka alanlardan telafi etmeye çalışacak ve devletin izdüşümü olarak hep toplum karşısında var olmaya devam edecektir. Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını isteyen iktidarı buna pişman edecek her yola başvuracaktır. Buna Kılıçdaroğlu'nun dosyaları da dahildir. MHP, Kürt meselesinin çözümü için yapılan açılımlar üzerinden iktidarı mahkum edecek bir politika izleyecek ve AK Parti'yı batıda oy kaybına uğratma korkusuyla frenleyecektir. Asker, ben sivil mahkemelere güvenmi-yorum çünkü, sivil mahkemeler bizim konumumuzun ve Türkiye'nin özel koşullarının farkında değildirler klasik söylemini güçlendirecek işleri gözetleyecek veya oluşturacaktır. Sermaye çevreleri küresel kriz çığırtkanlığı yapmaya devam edeceklerdir. Hükümet, askerin vereceği ülkenin karşı karşıya olduğu iç ve dış tehlikeler konulu brifinglerle geri dönecek ve yine ya sev ya terk et tarzında bir söyleme birkaç zaman sonra geri dönecektir. Partinin içindeki "kilit haberleşmeciler" iş başında olacaklar. Medya bildik şaklabanlıkları yapacaktır. Daha önce de yazmıştım, Türkiye'de devlet topluma karşı gizli bir plan kurmuşsa, ki kurduğu çok açık, bu planın faş olması onun artık uygulanmayacağı anlamına gelmiyor. Aksine bunun uygulanmasına hevesli başka çevrelerinde işin içine girmeleri sağlanarak devam ediyor.

Aslında hükümetin yapması gereken ilk iş bu normalleşme sürecini sabote edebilecek olan alanları daraltmasıdır. Hatta mümkünse kapatmasıdır. Bu iş için de yapması gereken ilk iş kendine bakmasıdır. Neye mal olursa olsun adı ve imajı toplum katında kirlenmiş olanları içinde barındırmamasıdır. Hem partide hem de bürokrasi de. Kirli işlere karışanların görevden alınmasının suçlamaları kabul anlamına geleceği gerçeği, şaibeli kişilerin varlığından daha çok zararlı olmayacaktır.

Bugün birçok alanda yaşanan sorunların kaynağı Anayasa ise eğer bunu değiştirecek bir atmosfer yaratmak gerekir. Makul beklenti ise DTP'nin buna katkıda bulunmasıdır. Normal olan da budur zaten. Ama nafile. Çünkü bu meselenin çözümü onları işlevsiz kılacak ve bu en yeteneksiz kişiler Kürtler arasında en aktif aktör olamayacaklardır. Eğer Kürt meselesi bir demokrasi ve hukuk sorunu ise bu sorunun çözümünün anayasal değişiklikten geçtiğini de kabul etmektedirler en azından. Peki bu hükümet bunu yapabilir mi? Hayır. Neden yapamaz? Çünkü PKK eylemleri, Ergenekoncuların faaliyetleri, askeri bürokrasideki darbeciler, Yalçınkaya familyasından olanların sahip oldukları pozisyonlar ve bir önceki Cumhurbaşkanı'nın atadığı üst düzey bürokratların varlığı bunu engellemekte ve bu iktidar tüm bu çevrelerin el birliği ile Anayasa'yı değiştiremeyecek bir hale getirildi ve bu sürecin temel dinamiğini oluşturan da DTP çevreleridir. Eğer iktidar belli bir bedel karşılığında Ergenekon operasyonunu sattıysa bunda DTP'nın de günahı vardır.

DİYALOG BAŞLANGIÇ OLABİLİR

Bu ülkede aslında normalleşmeyi en rahat sağlayabilecek olan sosyal demokrat bir oluşumdur ama artık hepimiz biliyoruz ki bu sadece bir fanteziden ibarettir. Türkiye'deki sol geleneğin genlerinde (DTP de dahil) her zaman Pol Pot (Saloth Sar)'çu bir aydınlanmacılık ve faşizm vardır, dolayısıyla da sorun arızi değil ontolojiktir. Mutlak hakikatin tek temsil alanının kendi epistemolojisi olduğunu düşünen Aleviler, ülkücüler ve solcular arasındaki yakınlaşmalar da buraya dayanır. Epistemolojik akrabalık kaynaklı bir yakınlaşmadır aslında.

Geriye kalanların bunu yapması için güç birliği etmeleri şart. Bu birlikteliğe giden yol ise diyalogdan ve hoşgörüden geçiyor. Bunun kolay gerçekleşebileceğini düşünenlerden değilim ama tüm uzlaşmazlıklara ve somutlaşmadığı söylenen güzel projelere rağmen romantik bir iyimserlik içinde olmanın belli bir yaş psikolojisi ile özel bir alakası var mı onu da bilemiyorum?

* Doç. Dr.; Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi