Sinemamızda güleryüzlü solculuğun yükselen yıldızı

Ali Murat Güven
00:0017/05/2008, Cumartesi
G: 17/05/2008, Cumartesi
Yeni Şafak
Sinemamızda güleryüzlü solculuğun yükselen yıldızı
Sinemamızda güleryüzlü solculuğun yükselen yıldızı

En son Özhan Eren ile birlikte eş yönetmenliğini üstlendiği “120” adlı çalışmasını izlediğimiz Murat Saraçoğlu, 2006'da yazıp yönettiği “Beynelmilel” ile Türk sinemasına farklı bir sol dil ve yaklaşım biçimi kazandıran Sırrı Süreyya Önder'in son senaryosu “O... Çocukları”nı büyük bir başarıyla yorumlarken, Önder'in de kurucusu olduğu bu özgün politik dili daha da geliştirerek sürdürdüğü gözleniyor.


O... ÇOCUKLARI

2008-Türkiye Yapımı

Politik / Duygusal Drama

Yapımcı
: Selay Tozkoparan

Senarist
: Sırrı Süreyya Önder

Yönetmen
: Murat Saraçoğlu

Görüntü
: Cengiz Uzun

Müzik
: Kıraç

Kurgu
: Erkan Özekan

Sanat Yönetmenleri
: Caner Gürlek ve Rıza Doğan

Süre
: 90 dakika

Oyuncular
: Demet Akbağ, Özgü Namal, Sarp Apak, Altan Erkekli, İpek Tuzcuoğlu, Sezin Akbaşoğulları, Mahir İpek

Yapımcı Şirket
: Dinamik Prodüksiyon

Dağıtıcı şirket
: Kenda Film

İnternet Sitesi
:

İçerik Uyarıları
: İçeriğindeki bazı kaba-saba konuşmalar ve erotik bir sahne nedeniyle, 15 yaşından küçüklere ve bu tür yapımlardan hoşlanmayanlara önerilmemektedir.

* * * 1/2

12 Eylül 1980 İhtilâli'nden sonra siyasî suçlu olarak aranmaya başlanan bir karı-koca, yurtdışına kaçmaya karar verir. Fakat, çocukları, bu konuda onlar için en büyük engeldir. Yurt dışına kaçmadan önce, onu gönül rahatlığıyla bırakabilecekleri güvenli bir yer aramaya başlarlar. Ve kahramanlarımız sonunda bu iş için en güvenilir yerin “Mehtap Anne'nin evi” olduğuna karar vereceklerdir.

Ancak, onların “en güvenilir yer” olarak seçtikleri bu mekân, gerçekte emekli bir hayat kadını olan Mehtap'ın, aktif fahişeliği bıraktıktan sonra, halen bu mesleği sürdüren diğer kadınların çocuklarına “emanetçi annelik” yaptığı, lümpen bir hayat tarzı ve bunun getirdiği türlü türlü traji-komik olaylara sahne olan bir “çaresizlik merkezi”dir.




KASVET YAYMADAN SOLCULUK YAPMAK

1962-Adıyaman doğumlu senarist, yönetmen ve müzik yapımcısı Sırrı Süreyya Önder, âdeta ağını büyük bir sabır ve soğukkanlılıkla ören çalışkan bir örümcek gibi, 2006 yılının sonlarında Türk sinema sektöründe ilk filmi “Beynelmilel” ile bir patladı, pir patladı! Senaryosunu yazıp Muharrem Gülmez ile birlikte yönettiği bu şık filmle iki yıl boyunca yurt içi ve dışı festivalleri kasıp kavuran, bu arada da bir dizi ödül kazanan sanatçı, kendisinin yükseliş serüvenine benim cephemden bakıldığında, aklıma her seferinde çok önemli iki özelliğiyle geliyor. Birincisi, “sol” siyasal çizgideki alt-okumalarla dolu, ancak bu yönü -muhafazakâr ya da milliyetçi görüşün temsilcileri dahil- hiç kimseye zerre kadar itici gelmeyen olgun ve zarif senaryoları, ikincisi ise -benim de farklı bir olay vesilesiyle çok yakından tanık olduğum- demokratik ve uzlaşmacı/uzlaştırıcı kişiliği...



“Bir sinemacı için, özel yaşamındaki politik tercihlerinin yapıtları üzerinde ne gibi bir belirleyiciliği olabilir ki?” demeyin sakın... Toplumumuzun son 40 yılına damgasını vurmuş bir sanatçı olarak Tarık Akan'ın geçen haftaki “Şeriatçılara ölüm!” haykırışından ve bu tavrı nedeniyle ona yazmak zorunda kaldığım açık mektuptan sonra, sanatta “demokratik olgunluk” artık çok daha değerli, özellikle de Yeşilçam'ın geleneksel yapısı içinde neredeyse mumla aranır bir özniteliğe dönüştü.

Geçen yıl, 25 Kasım 2007 Pazar akşamı, İstanbul-Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi'nde düzenlediğimiz “Şehadetinin İkinci Yıldönümünde Yönetmen Mustafa Akkad'ı Anma Gecesi”nden bir kaç gün önce posta kutuma “Sırrı Süreyya Önder” imzalı bir mesaj düşmüştü. Kendisiyle o güne dek hiç bir teşrik-i mesaim bulunmayan, yazıp yönettiği “Beynelmilel” ve senaryosunu kaleme aldığı “Mutluluk” üzerinden yalnızca “kalemiyle” tanıdığım bu sanatçı, beni ve ekip arkadaşlarımı böyle bir anma gecesini düzenlediğimizden dolayı kutluyor, “davet edilmemesine karşın etkinliğimize gelmeyi çok arzu ettiğini, Akkad'ın hatırasının yâdedileceği o toplantı sırasında İstanbul dışında çekimde olacağı için üzülerek aramızda bulunamayacağını” belirtiyordu.

Bu sürpriz mektup beni hem şaşırttı, hem de alabildiğine mutlu etti. Ve “sinemacı” olarak yeterince iyi tanıdığımı düşündüğüm Önder'i “insan” boyutuyla da tanıyıp sevmeme vesile oldu.

Kimi zaman aynı anda hem senaristlik hem de yönetmenlik koltuğuna oturan, kimi zaman da -yeni filminde olduğu üzere- ikinci koltuğu hiç tasa etmeyip başka bir yönetmene bırakan ve yalnızca etkili bir öyküyü kaleme almakla yetinen bu sanatçı, Murat Saraçoğlu'nun yorumuyla beyazperdeye aktarılan yeni öyküsünde de kendisini tanımamıza vesile olan o “güleryüzlü sol” çizgisini büyük bir başarıyla sürdürmekte...




Bir devleti, bir toplumu ya da bir kurumu eleştirmenin bin bir türlü yöntemi vardır. Dilerseniz Yılmaz Güney'in Fransa'da çektiği 1983 tarihli son filmi “Duvar”da yaptığı gibi, ülkenize yönelik politik öfkenizi “kusma” benzeri bir sinema diliyle beyazperdeye aktarırsınız. Dilerseniz de daha zekice bir yol izleyerek “Beynelmilel”deki gibi aynı siyasal döneme ve benzer olaylara ilişkin olarak insanın ağzında acı bir tat bırakan “kara mizah” yöntemlerine başvurursunuz.

Önder, Yeşilçam'da bütün bir 80'ler ve 90'lar boyunca insanın içine baygınlıklar getiren katı, durağan ve alabildiğine karamsar bir sol sinema geleneğinden sonra, “Beynelmilel” ile birlikte öylesine alışılmadık bir dil geliştirdi ki onun 12 Eylül sonrasının ürkek sosyal düzenine ilişkin aynı anda hem tebessüm ettirip hem de hüzünlendiren bu acı taşlamalarını izleyip de anlattıklarıyla özdeşlik kurmayan bir tek Allah'ın kulu bile görmedim yakın çevremde. Hattâ, “Bizler, devletin önünde solculara karşı etten kemikten bir duvarız” deyip sonrasında en büyük kazığı yiyenler de bu hemfikir oluşa dahildi.




KIRILGAN BİR TOPLUM İÇİN DOZUNDA ELEŞTİRİLER

Türk sanatında elbette ki sistem eleştirisi de olacak, kurum eleştirisi de... Hattâ kulların ellerinde adım adım çığırından çıkartılıp yozlaştırılan kimi emir ve uygulamalara karşı gerektiğinde “din eleştirisi” de yapılacak. Ancak, Alevîlik ve Sünnilik'ten başlayıp, Türklük ve Kürtlüğe, oradan da Laikçilik ve İslâmcılığa kadar uzanan bin türlü kırılgan dengeye sahip bu hassas ülkede ne söylediğinizden ziyade onu nasıl bir üslûpla söylediğinize dikkat etmeniz gerekiyor. Ki kanımca, Önder de Yeni Türk Sineması hareketi içinde bu “bozuk düzen”e dair söylenmesi gerekenleri en olgun üslûpla söyleyen sanatçılardan biri...

Kendisinin, “Beynilmel” ve “Mutluluk”tan kalite olarak bir gömlek daha yukarıda bulduğum son senaryosu, iyi bir uyum tutturdukları anlaşılan genç yönetmen Murat Saraçoğlu tarafından başarıyla yorumlanmış. Öyle ki filmi izlerken öykünün ikili tarafından birlikte yönetildiği izlenimine kapıldığınız dahi oluyor.

Son yıllarda televizyon kanalları için pek çok film ve diziye imza atan Saraçoğlu'nu da Özhan Eren ile birlikte yönettikleri “120” vesilesiyle tanımış ve sinema dilini çok sevmiştim. Aynı okuldan (İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Radyo-TV Bölümü) ve hemen hemen aynı dönemde mezun olduğum bu değerli sinemacıya da “okul kardeşliği”nden dolayı kalbimde ayrı bir muhabbetim var zaten...

Türk sinemasının son dönemdeki bir dizi lokomotif oyuncusunun usta işi performanslarından da güç alarak, gayet derli toplu bir anlatım içinde akıp giden ve meselesini büyük bir rahatlıkla izleyiciye aktaran “O... Çocukları”, adından başlayan keskin kara mizahıyla son yılların en güzel Türk filmlerinden biri olmaya aday...

O yüzden de 12 Eylül'ü bizzat yaşamış olanların, gülmekle ağlamak arasında gidip gelecekleri bu kaliteli yapıtı kaçırmamaları gerekiyor.

Bir bütün olarak son derece başarılı akan "O... Çocukları"nın belki de tek zayıf ânı, biraz aceleye getirilmiş gibi görünen finali... Aynı şekilde, mülteci bayan kahramanının çileli bir deniz yolculuğundan sonra İtalya'ya varışı da alelacele geçiştirilmiş: Ancak, her iki bölümde de ciddi bir dekor-kostüm ya da yurt dışı çekim ihtiyacı olduğundan, yönetmenin bu bölümlerde bütçe yetersizliğine teslim olduğunu düşünüyorum.

Türk sinemasının geliştiğine dair umutlarımızı 2008'de sekteye uğratıp müthiş bir “perde kirliliği”ne yol açan kimi filmlerin salonlarda bıraktığı tozu toprağı süpürdükleri ve “Bu ülkenin sinemasında iyi şeyler oluyor” şeklindeki iyimserliğimizi tekrar yerli yerine oturttukları için Saraçoğlu ve Önder ikilisine sonsuz teşekkürler...