Bugün Birmanya'nın yaşadığı, uluslararası toplumun yoksulların, zenginler zengin olmaya devam edebilsin diye nasıl ve neden yoksul bırakıldığını anlatan ve bizim de dersler çıkarmamız gereken gerçeklerdir.
Size uluslararası kamuoyunun zor durumdaki toplumlara destek olmak konusundaki sorumluluğunu oportünist bir biçimde nasıl göz ardı edebildiklerini gösteren ve dersler çıkarmamız gereken bir hikaye anlatmak istiyorum. Resmi adı Myanmar fakat dünya bu ülkeyi cunta rejiminin tercih ettiği bu isimle değil Burma ya da Birmanya olarak anıyor. Askeri cuntanın demokrasi yanlısı muhalif lider Aung San Suu Kyi'yi serbest bırakması ile bugünlerde gözler yeniden Birmanya'ya çevrildi. 20 yıldır haksız biçimde cezaevinde tutulan Suu Kyi'nin serbest bırakılması elbette cuntayı aklamadı. Ancak Birmanya'da değişim için acilen bir şey yapmak gerekiyor. Çünkü uluslararası toplum ve medyanın ilgisi kaydığı zaman Birmanya eski günlerine geri dönebilir. Kısa vadede BM Güvenlik Konseyi'nin resmi soruşturması başlatması, uzun vadede ise Birmanya'nın gelişmesine destek olunması gerekiyor.
Birmanyalıların uzun yıllar maruz kaldığı etnik şiddet, soykırımlar, işkenceler, haksızlıklar, tecavüzlerle örülü bir hafızası var. Üstelik bu, 1962'den beri ülkeyi demir yumrukla yöneten askeri cuntanın da öncesine dayanıyor. İngilizler uzun bir dönem ülkeyi köleleştirdi ve halkı ölümüne çalıştırıp ürettikleri ürünlere el koydu. 1947'de İngilizlerden bağımsızlıklarını kazansalar da ekonomik işgal hiç bitmedi. Yönetimi fiilen devralan askeri cuntalar silah ve para konusunda hiç de zorlanmadı. 1990 yılında halk Aung San Suu Kyi öncülüğünde demokrasi talebiyle ayaklanmayı başardığında ise uluslararası kamuoyunun yumduğu göz, cuntanın demokratların üzerinden silindir gibi geçmesini göremedi. Bugün cunta rejimi üzerinde sınırlı bir yaptırım gölgesi olsa da bunun da yükünü yine neredeyse tamamı siyasi tutuklu gibi yaşayan Birmanya halkı çekiyor.
Aslında Birmanya'nın bu meşum siyasi kaderi, ülkeyi ekonomik bağımlılıklarına almış komşuları tarafından belirleniyor. Dün İngilizlerin sömürgesinden başını kaldıramayan Birmanya bugün Çin ve Hindistan ekonomik işgaliyle boğuşuyor. Bu yüzden Birmanya üzerine çöken yaptırımların hiçbiri cuntanın ekonomik çıkarlarını hedef alamıyor. Cunta rejimine silah satışını sağlayan güçlerin ticari çıkarlarını kollamak konusundaki gayretleri BM'nin Birmanya'ya dair cılız bir etki dahi gösterememesine neden oldu.
ABD'nin ajandasında ise Birmanya sayfası henüz açılmamış durumda. Çin ile yapılan kinik işbölümü gereği ABD Birmanya'ya pek de ilgi göstermedi ve genellikle kararsız bir politika izledi. Nükleer kaygılar dışında… Cunta, demokrasi ve insan hakları konusunda utanç verici bir sicille ülkeyi yönetirken nükleer endişe nedeniyle rejim, bu emelden vazgeçmesi koşuluyla iktidarının devamına göz yumulmasını sağlayabildi. Esasında cunta nükleer meselede akıllılık yaptı ve nükleer silah sahibi görüntüsü altında uluslararası arenada meşruiyet ve söz sahibi oldu. Kur yapan generaller rejimin istikrarını sağlamak konusunda başarılı oldu. Öte taraftan, Nobel Barış Ödülü'nü alırken “Birmanya'da zulüm varsa, bunun bedelleri de olmalı... Ve birbirimize ne kadar yakın durursak, silahlı müdahaleyle baskıya suç ortaklığı yapmak arasında bir tercihle yüz yüze gelme ihtimalimiz de o kadar azalır” diyen Obama da umutları boşa çıkardı. Yani cuntaya kefil olundu, diktatörlüğe karşı savaş rafa kaldırıldı.
Yalnız kalan Birmanya halkı bugün paranoyak ve kendi içine kapanmış cuntanın demir yumruğunun gölgesinde can çekişiyor. Ülkede azınlıklara karşı sayısız insanlık suçu işleniyor. Birmanya'da uluslararası kamuoyunun gözleri önünde etnik temizlik ve soykırım gerçekleşiyor. Sistematik insan hakları ihlalleri karşısında halk ise çareyi göç etmekte buluyor. Hükümet gelirlerinin % 50'ye yakını ordu için kullanılıyor ve Birmanya tam bir asker devleti haline geldi. Halk açlık ve sefalet içinde kıvranıyor. Birmanya'da yoksulluk oranı Afganistan'ın bile altında. Ülkeyi 1992'den beri yöneten General Than Shwe 'Demokrasiye doğru bir yol haritası' dediği Eylül'deki seçim ise tam bir maskaraydı. Subayların savaşına sahne olan seçimden çıkan % 80'lik oran neyse ki cuntanın güvenoyu gibi okunmadı. Bununla birlikte seçime itiraz eden Karen gerillalarını bastırmak için görevlendirilen hükümet güçleri Birmanya'da adeta bir iç savaşa neden oldu, çatışmalardan kaçan 20 bin kişi Tayland'a sığındı.
Esasında Birmanya'nınki uluslararası toplumun yoksulların zenginler zengin olmaya devam edebilsin diye nasıl ve neden yoksul bırakıldığını anlatan ve bizim de dersler çıkarmamız gereken bir hikâye. Batı'nın uzaktan onca eleştirisine karşın Birmanya'yı onyıllarca görmezden gelmesinin ardındaki hakikat propaganda örtüsü kalktığında görülüyor: Yoksullar adalet ve eşitlik için seslerini yükselttiğinde Batı onları tepeliyor. Ancak ne yazık ki Birmanya'nın geleceği yine aynı uluslararası kamuoyunun insafına kalmış durumda. Birmanya halkı iktidarı demokratik olmayan seçkinlerinden geri alacak kadar cesur ancak uluslararası destek sağlanmadan ülkeye değişimin gelmesi zor. Birmanya'nın kaderi hepimizi ilgilendiriyor çünkü Amin Maulouf'un da dediği gibi kaderimiz bir.
Bugün Birmanyalıları umutlandıran Suu Kyi hayatını Birmanya'ya feda etmiş bir politikacı. 1947'de ülkeyi İngiliz boyunduruğundan kurtaran General Aung San'ın kızı olan Suu Kyi 2 yaşından beri kendini Birmanya'nın kaderini değiştirme misyonu içinde bulmuş. Birmanyalılar tutuklu olduğu 20 yıl boyunca onun söyleyeceklerini bekliyordu. Suu Kyi'nin ve Birmanya'nın akıbeti ne olacak bekleyip göreceğiz. Ancak Batı'nın Birmanya'nın kaderi için Birmanyalıları dinlemesini umut ediyoruz.