Kadın cinsel kimliğe mi hapsediliyor?

Naz Emel Koç
00:0013/06/2010, Pazar
G: 12/06/2010, Cumartesi
Yeni Şafak
Kadın cinsel kimliğe mi hapsediliyor?
Kadın cinsel kimliğe mi hapsediliyor?

Bu hafta vizyona giren Sex and the City dizisi 1998-2004 yılları arasında dünyanın çeşitli ülkelerindeki televizyon kanallarında yayınlanmış ve kendinden çokça söz ettirmişti. Dizinin final yapmasının ardından aynı isimle beyaz perdeye aktarılan Sex and the City ikinci sinema filmiyle vizyonda yerini aldı. Film New York'ta yaşayan dört kadının başlarından geçen gündelik olayları konu alıyor. Adından da anlaşılacağı üzere, şehirli kadını cinsel kimliği üzerinden tanımlarken aynı zamanda bir yaşam biçiminin de sunumunu da yapmış oluyor.

Carrie, Miranda, Charlotte ve Samantha dört eski arkadaştır. Kadınlardan üçü “özgür” ve maceralı bir hayatın ardından evliliği seçmiş, müzmin bekâr Samantha ise günü birlik ilişkilerle yoluna devam etmektedir. Dört kadın toplumsal rollerinden sıkılmaya başladıkları anda karşılarına bir seyahat imkânı çıkar. Birleşik Arap Emirlikleri'ne yaptıkları gezide karşılaştıkları lüks ve şatafatlı yaşam karşısında adeta uçan halıyla masal diyarına yolculuk yapmış gibi mutludurlar. An gelir, büyü bozulur. Artık kadınlar için Ortadoğu sonu kâbusla biten bir rüya gibidir. New York'ta yaşadıkları hayatın kendilerine neler sunduğunu o anda anlarlar!


MODEL KADININ ÜRETİMİ

Özellikle 20. yüzyıldan itibaren kadının anne ve eş kimliğinin dışına çıkıp kamusal alanda var olmasıyla birlikte dünya üzerinde kadınlığa dair bazı problemler ortaya çıkmaya başladı. Kadının sosyal hayatta ne şekilde var olacağı, hangi konumlarda yer alabileceği, ailedeki konumu ve söz sahibi olma hakkının sınırları, iş ve hayatında dengeyi kurma, annelikte üzerine düşen görevler gibi bir dolu başlık kadının sosyal hayata entegrasyonuyla birlikte konuşulan meseleler arasında yer alıyor. Küreselleşme iddiasındaki dünyada bu sorulara özellikle televizyon, sinema ve dergiler yoluyla çizilen bir kadın modeli üzerinden cevap veriliyor.

Sex and the City kadınları bahsettiğimiz türden modeller. Önceleri “özgür” ilişkileriyle hayatlarına yön veren bu kadınlar ikinci sinema filminde eş, anne gibi kimliklerle karşımıza çıkıyor ve geleneklerle hesaplaşıyorlar. Eşcinsel düğünüyle başlayan filmde (eşcinsel evlilikleri de dâhil olmak üzere) eşlerin, özellikle de kadının toplumsal rolü ince hamlelerle yeniden çiziliyor, şekillendiriliyor. Filmde eş, anne, kariyer düşkünü ve günübirlik ilişkiler yaşayan kadın modelleri mevcut. Hepsinin en önemli ortak özelliği ise gerek düşünüş gerek görsellikleriyle cinsel kimliklerinin fazlasıyla ön planda olması. Peki, kadının bu şekilde cinsel kimlik merkezli tanımı, “özgür” kadınlar olarak sunulan bu modelleri kendi bedeninin sunduğu sınırlara hapsetmiyor mu? Ayrıca kadınlar bir yandan sosyal hayatta erkeklerle ortak koşullarda var olmaya çalışırken bir yandan da kendisini sosyal olarak ayrıştırmış olmuyor mu?


NEW YORK'TAN BAKINCA DOĞU NASIL GÖRÜNÜYOR?

Sex and the City şimdiye kadar New York'taki belli bir kadın zümresini temsil ederken Ortadoğu'ya yapılan seyahatle konuya Müslüman ve Doğulu kadını da dâhil etmiş oldu. Filmde Edward Said'in deyimiyle Doğulaştırılmış bir Doğu toplumu görüyoruz. Lüks ve konfor dünyası olarak stilize edilen doğuda kadın bir tür şehvet nesnesi olmanın ötesine geçemiyor. Bugün pek çok varyasyonu bulunan Müslüman kadın sosyal bir kimlikle değil, peçe arkasına gizlenmiş, bastırılmış karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Filmin bazı bölümlerinde yer alan aynı kadınların örtülü ve örtüsüz hallerinin gösterilmesi de, kadının cinsellikle temsili açmazının bir parçası. Doğu kadınını temsil eden bir de dansözler var tabi ama değinmeye bile gerek yok. Filmin sonunda peçe arkasından çıkan kadınların batıya hayran yüzleri de ortaya çıkınca Doğunun büyüsü iyiden iyiye bozuluyor. Batılı kadınlar kendi sorunlarını çözerken bir nevi tüm kadınların sorunlarına da çözüm getirmiş oluyorlar.

Feminizmin tırmanışıyla birlikte gelenekleri hızla reddeden Batı toplumları bunun sosyo-kültürel, hatta ekonomi üzerindeki olumsuz sonuçlarını görmeye başladı. Buna istinaden Batı geleneği toptan yok saymak yerine onu yeniden şekillendirme yoluna gitmeyi tercih ediyor ve bunu kendi toplumunun diliyle yapıyor. Evet, kadının sosyal hayatta var olmasıyla beraber gündemine giren sorunlar henüz tam olarak aşılamadı. Dünyanın her coğrafyasında olduğu gibi biz de bununla yüzleşiyoruz. Ancak iki toplumu kıyaslayıp birinin yaşantısını idealize etmekle konuya çözüm getirmek mümkün olmaz. Pek çok hususta olduğu gibi bu konuda da her toplum kendi çözümünü üretecektir.