Bu hafta vizyona giren Sultan'ın Sırrı filmi bizi Abdülhamid Han'ın yıllardır saklı durduğu söylenen bir sırrının peşinden sürüklüyor. Film sırrın kapılarını aralarken İstanbul'un göze ve ruha hitap eden her köşesinde gezinerek şehrin cazibesinden tüm imkânlarıyla istifade ediyor.
Amerikalı bir profesör Topkapı Sarayında sanatçı sultanlar hakkında araştırma yapmak üzere izin almaya çalışır. Müze müdürü, profesörün niyetinden şüphelendiği için izin konusunu zorlaştırır ve adamı takip altına alır. Profesör aradığı şeye ulaşmak için her türlü yolu dener ve müze çalışanlarından kendisine bir yandaş bulur. Osmanlı Sarayının kilitli duran depolarından, İstanbul'un gizli kalmış dehlizlerine kadar uzanan macera bizi, Abdülhamid Sultanın yıllardır bir sandıkta sakladığı sırrına kadar götürecektir.
Sultanın Sırrı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ajansı desteğiyle çekilmiş sinema filmlerinden bir tanesi. Böyle bir desteği almak her şeyden önce “Kültür Başkenti” unvanına yakışır bir film yapmayı gerektirir. Bu nasıl yapılır? Filmin konusuyla şehrin kültürel ve fiziki tanıtımına olumlu anlamda katkı sağlaması ve estetik yönüyle de bunu desteklemesi bunu yapmanın en ideal yollarıdır.
Film macera dolu hikâyesi sayesinde kahramanlarını şehrin bir ucundan diğerine sürüklüyor. Genellikle şehrin tarih ve nostalji kokan mekânlarında dolaşan yapım, İstanbul'un güzelliklerini sergileme noktasında oldukça başarılı denilebilir. Filmin hemen her sahnesi, şehrin mutlaka görülmesi gereken, merak uyandırıcı noktalarından birinde geçiyor. Hatta iş bununla da kalmıyor, film adeta bir tür şehir efsanesine dönüşen İstanbul dehlizlerini de hikâyesine dâhil ediyor ve buralarda geziniyor.
Bana kalırsa bu çok önemli. Yaşadığımız şehre hususiyet kazandıran böylesi bir vasıf var, ancak şehir halkı olarak biz bile bunu hala bir tür peri masalı gibi dinliyoruz. Oysa şehrin böyle bir karakteristiği varsa bunu tarihi ve kültürel mirasın bir parçası olarak kullanabilmek gerekir. Bu hem şehre hem de filme zenginlik katar. Sinemada nasıl ki aktörler filmin önemli bir parçasıyla, mekânlar da bir o kadar önemli bir unsurdur. Sultanın Sırrı bu yüzden İstanbul'u bir karakter olarak kullanma noktasında son derece başarılı olmuştur. Filmi seyrederken, İstanbul'un bazı mekânlarında gezerken hissettiğim, günümüzden kopup geçmişle bağ kurma duygusunu biz kez daha yaşadığımın altını çizmeliyim.
İşine gelmeyenler tarafından çirkince karalanan Abdülhamid Sultanın konuya dâhil edilmesi de filme zenginlik katan unsurlardan. Böylelikle olaylar günümüzde geçse de, bugünün tarihle olan bağı kurulmuş oluyor. Bu özellikleriyle değerlendirdiğimizde Sultanın Sırrı Kültür Başkenti unvanına katkı sağlamak için elinden geleni yapmış.
Tarihi bir konuyu günümüze taşıyıp, buradan bir macera çıkarmak seyirci açısından ilgi çekici bir durumdur. Ancak Sultanın Sırrı bunu yaparken günümüzün best seller yazarlarından Dan Brown'un Da Vinci Şifresi adlı kitabından fazlasıyla etkilenmiş gibi görünüyor. Konuya Opus Dei tarikatının dâhil edilme çabası ve filmin finali bu etkinin senaristleri fazlaca kuşattığının en önemli göstergelerinden. Film senaryo dili, olay akışı ve yönetmenlik anlamında, anlatmak istediği hikâyenin hakkını pek de veremiyor. Bu da filmi, tecrübesizlikten kaynaklanan bazı nakısların gölgesinde kalmış iyi niyetli bir çabaya dönüştürüyor.