İnci ile köpekbalığı bende yan yana yüzer

Hale Kaplan Öz
00:007/05/2008, Çarşamba
G: 6/05/2008, Salı
Yeni Şafak
İnci ile köpekbalığı bende yan yana yüzer
İnci ile köpekbalığı bende yan yana yüzer

Sibel Eraslan'ın Balık ve Tango'daki gurbet izleği, iki yıl sonra yayınladığı Parçası Benden isimli öykü kitabında parçalanma ve kopuş üzerinden sürüyor.

“Parçası Benden” küçük kız çocuklarının taşları kırıldığında söyledikleri bir söz. Sibel Eraslan ikinci öykü kitabına bu ismi koymayı uygun görmüş. “Öykü hayata tutunduğum halkadır benim için.” diyen Eraslan, korkusunu yenmek için yazıyor. Yazdığı her öykünün de parçalanmış anlara şahitlik ettiğini söylüyor.

Balık ve Tango'dan iki yıl sonra yayınladınız 'Parçası Benden'i. 'Balık ve Tango' için “ayrılış ve gurbet öyküleri” demiştiniz. Yeni kitapta da bu izlek "parçalanma ve kopuş" üzerinden devam ediyor gibi. Gurbet sizin anavatanınız diye düşünmeye başladım.

Vatan, kopuşun yol açtığı huzursuzluk telaşı içinde adeta hayati bir refleksle tutunduğumuz halkanın adı... Öykü; hayata tutunduğum halkadır benim için. Korkumu yenmek için yazıyorum. Yeryüzünde bir yer ve yeryüzünde bir yüz, bir söz, bir dua, bir ninnidir vatan. Sevgilinin yüzüdür vatan, bu İnsan-ı Kamil'dir, Efendimiz'dir. Vatan; yüzdür, cemaldir, batın ile zahir arasındaki eşiktir. "Yüzünü ziyarete geldim" cümlesinin üzerine bağlandı "Parçası Benden"...

"Çevirgel" adlı öykünüzde geçiyor bu cümle.

Evet bir çevriliş öyküsü. Yazılışı bir yılı buldu bu öykünün, ilkin yüzünü benden sürekli saklayan bir kız imgesinden başka bir şey yoku elimde. Israrlarıma rağmen bana sırrını vermiyordu. Sonra bir gün Babaannemizin kitaplarını karıştırırken Osmanlıca kitaplar arasından bazı dua defterleri buldum, Çevirgel bunlardan biriydi ve heyecan verici bir duaydı. Sonrasında birden yüzünü saklayan kız, bu duaya sahip çıktı ve öyküdeki yap-boz parçaları birbirine tutunmaya başladı. Ama hala bu kızın ismini bilmiyorum mesela; bu yüzden sizlere de ancak "Satılmış'ın Nişanlısı" olarak yazabildim. Boschere'in şiirindeki gibi: "Et pourtant je ne suis plus" (Oysa ben yokum artık!) Diyordu bu kız ve yüzünü inanın ben de hiç görmedim.

Sanki öykü değil de gerçek birinden söz ediyorsunuz...

Aralık bir kapıya bakarken kimimiz örtük kimimiz açık deriz. Eşiktir bu, hayattır, yazgıdır. Öykü, bu aralık kapıda yaşar. Biz bu eşikte yani Sevgili'nin görünür-görünmez yüzünde oyalanırız, burada ağlarız ayrılığa, burada şaşar kalırız parçalanmalarımıza, şikayet tam buradan işletir kendi sesini. Benim için her öykü Sevgili'nin yüzündeki bir duvağı daha kaldırma girişimidir. Yazdığım her öykü benim kopukluğumu ve vatandan ırak düşmüşlüğümü bir kere daha haykırıyor.

İlk öykü kitabınızın büyük beğeni toplamasının, ikinci öykü kitabınızın yazım sürecine etkisi nasıl oldu?

Kavganın ortasındayım ben, dilim sokaklarda gezinir, duvar yazısı kadar aceleyle yaşadım hayatı. Bununla birlikte kendimi uysal bir kumsal gibi gördüğüm belki de tek yer edebiyat. Dergah Edebiyat Ekolünün bir talebesiyim. O denize tabiyim, dalgalar halinde bana vurur, beni kaplar, sonrasında benden geri döner. Kıyıda beklerim kalemimle, yani önüme ve işime bakarım, bana gelen ve benden gidense kaderimdir, nasip neyse eser de odur anlayacağınız. Mustafa Kutlu bu manada sabırlı bir kompozitör gibi hepimize verdiği titiz emekle bizi sadece edebiyata değil, hayata da bağlıyor.

Cinsiyeti belirgin olan bu öykülerde bir an'a takılı kalmış ve onun civarından akan ardıl zamanlar var. Bir insan hakları aktivisti ve hukukçudan beklemediğim kadar sade ve akıcı bir dil... Sibel Eraslan'ın kendisi olduğu yer öykü, diye düşünmekten alamadım kendimi. Sanki içinizdeki bu büyük dalga, sizi daha uzun zaman dilin evreninde dolaştıracak gibi...

Zamanın Sahibi, Evvel ve Ahir olandır. Bizleri de Ana Hikaye'sinin içinde küçük hikayecikler halinde var kılar. Küçük ve samimi hikaye anlarını bu yüzden çok önemsiyorum. İnsan hakları mücadelesi içinde yer almak şüphesiz ki onurlu bir varoluş savunması. Yazmak benim için savunmaktır ve dünyaya gelmekle başına binbir dertler yağmış parçacıkların ait oldukları bütünde tamamlanma macerası gibidir yazmak. "Acının yol açtığı konuksever dil" diyorum ben buna. Başkasına empati değil bu. Benim vermeye çalıştığım hukuk mücadelesinde "başkası diye bir şey yok!". Aynı bütünden kopmuş ve ayrılığın belalı yollarında başına türlü mihnetler denk gelmiş parçacıklarız hepimiz... Yazdığım her öykü; parçalanmış anlara şahitlik eder.

'Parçası Benden' kız çocuklarının seksek oynarken taşları kırıldığında söyledikleri söz. Kitap tüm parçalarıyla bir seksek oyunu gibi: İçinde öyküden öyküye atlıyor okur ama alt metinler aslında birbirleriyle kardeş yani tek bir oyun var aslında...

Yap-boz da diyebilirim, tam da Georges Perec'in kastettiği anlamda... Evren ve hayat, büyük güç tarafından tasarımlanmış bir yap-boz sonuçta; parçalarını yerli yerine koyma kabiliyetine sahip kılındığımız yap-boz, onu ilk tasarımlayanın niyet ve eylem dünyasını keşfetme çabasından başka nedir? Bu tasarımın iptalinin tasarlandığı güne kadar oynayacağız bu oyunu; kimimiz yazıyla, kimimiz sosyal aktivitelerle... Sanırım bana ikisi birden düştü.

Kırık taşları bütünlemek oyuncuya daha doğrusu yazara ne kazandırır?

Sanatçının telaşı, kırık taşları bitiştirmeyle çok ilintili. Mesela Woolf'un ya da Plath'ın edebiyat dili, sürekli daha fazla ve daha süratli kırmaya endeksli. Bilinç akışı dediğimiz şey, mikser halinde yazılmış bir reddiyeler manifestosu, kendi bedenini imha etmeden rahat nefes almayacak bir zeka komasıdır bu... Öldürücüdür. Doğu Edebiyatına has zaman dili ise; zaman'dan Zaman'a bir yol arar. Sahipkıran'da Hasan Aycın'ın yaptığı gibi. Bedeni ve teni imha etmeyi değil aşmayı önemser, kırık zaman parçalarını bütün içindeki nihai akışa hediye etmeyi azmeder. Kutlu'nun zaman dili mesela; iyilikler ve iyimserlikler dilidir, hediye-hibe edici, bütünleyici bir dildir. Bense öykü-zaman kadrajında şikayetler faslındayım henüz. Belki günün birinde saatimi iyimserliğe ayarlamayı başarabilirim. Bilmiyorum.

Ve kitaba adını veren 'Parçası Benden' isimli öykü... İnsanlığın en büyük ayıplarından olan Srebrenica'nın utancını tekrar tekrar duyumsatıyor okura her kelimesinde. Bosna'da bulundunuz mu? Nasıl bir hissediş size bu öyküyü yazdıran?

Bosna sürekli irtibatta olduğum bir ülke. Savaş zamanında Türkiye'deki Bosna dayanışmasını örgütleyenlerden birisiydim. Sırpların eline esir düşmüş Boşnak kadınların yeniden hayata döndürülmesi ile ilgili çalışmalara doğrudan katıldım. Kumandan Begoviç Savaş öncesinden beri takip ettiğimiz çağımızın en önemli düşünürlerindendi. Hikaye, bir fotoğraftan yola çıkarak yazıldı. Sevgili arkadaşlarım Hakan ve Emira Albayrak'ın öncülüğünde tertip edilen Bosna Filarmoni Orkestrası'nın bir konserinden önce seyrettiğim o fotoğrafta müzisyenlerin hemen hepsi öldürülmüştü... Öykünün son okumasında Emira'dan samimi katkılar aldım. Albayrak ve eşine teşekkür ediyorum.

'Ay Dersleri' incelikli işlenmiş, özel bir öykü. Hayali karakterler olan Luna ve Halide neyi sembolize ediyor kadının dünyasında?

Kırıldığımızda parçaları toparlayabilmek için, içimizden bir iç daha çıkarırız. "Ben" yekpare ve tek bir şey değildir, bir deniz dibi gibi nadide incilerle kadim ve sert kayalar aynı benliğin diplerinde yaşarlar, tıpkı köpek balıklarıyla anemonların da aynı suda yan yana durabildiği gibi. Benliğin bu akıl almaz kalabalıklığı bana hep Kıyamet Suresini anımsatır.

'İçinden gizlice aya giden kadın' kim ne derse desin bir şiirin şah dizesi...

Suskunlukta bilinçli bir yabancılaşma var, susan kişi bavulunu toplamış kapıya yönelmiştir biraz, yazı böyle değildir ama! Yazarak buralı oluruz, buraya dair kılar her harf bizi.

'Luna, hep Cemşid'i tutar Al Yazmalım Selvi Boylum'da. 'Sevgi emektir' der ve Kamyoncu İlyas'ın hiçbir şansı yoktur onun nazarında. Kadınsa, Asya'nın kaderine ağlar hep. Bu filmi belki bin kere seyrettiler Luna'yla... Kadınların kaderini Cengiz Aytmatov gibi yazarlar ve doğurdukları çocukları belirler' diyorsunuz 'Ay Dersleri'nde. Evet aşkı tuttuğunuzu söyleyin bana, İlyas'ı!

İlyas'ı Kadir İnanır canlandırmış olmasaydı, Cengiz Aytmatov'la aynı fikirde olabilirdik (Gülüyor). Mesela Aytmatov ve Kutlu öyküleri özellikle pastoral vurguları, duru, sahici anlatımlarıyla yan yana akan iki ırmak gibidir. Fakat Aytmatov'daki kötümserlik ile Kutlu'daki iyimserlik, şaşırtıcı derecede farklıdır. Sibel Eraslan'ın tematik arka dil duruşu ise, büsbütün iyimserliktir diyemem. Köpekbalığı ile inci yan yana yüzer içimde. İyi ki Dergah, beni tutuyor, çekip çeviriyor.