Türkiye'nin en büyük tasarım ve dekorasyon etkinliği olan i-deco bu yıl yine özel tasarımları ve tasarımcıları ağırladı. Onlardan biri dünyaca ünlü İtalyan mimar, tasarımcı Piero Lissoni'ydi. Sorularımızı cevaplayan Lissoni, her tasarımcının dönüp dolaşıp başladığı yere, kendine döneceğini söylüyor.
CNRExpo Fuar Merkezi'nde bu yıl üçüncüsü düzenlenen i-deco İstanbul Dekorasyon, Mobilya ve Tasarım Fuarı dünyaca ünlü bir tasarımcıyı ağırladı. Grafikten mimarlığa kadar tasarımın bir çok alanında imza atmış otel; showroom, mağaza, ev ve yat tasarımları ile ünlü İtalyan mimarisinin önemli tasarımcısı Piero Lissoni fuarın onur konuğuydu. 70 kişilik tasarım ekibiyle çalışan Lissoni, Associati, Boffi, Alessi, Artelano, Capellini, Cassina, Flos/Antares gibi prestijli firmalar için tasarladığı ürünler ile tanınıyor. Biz, Lissoni'yi Benotton'un İstanbul Suadiye'deki mağazasındaki imzasından tanıyoruz.
Piero Lissoni, fuarda kendine ayrılan bölümde önce tasarım meraklılarının sorularını yanıtladı. Konuşması yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Saat, kahve makinesi, bina tasarımı dahil aklınıza gelebilecek her türlü ürünü tasarlayan Lissoni'nin konuşma boyunca ağzından düşürmediği tek kavram vardı. O da 'kültürlülük' Kimi tasarımcılar yurt içinde ve dışında üniversitelerden eğitim alırken bazı tasarımcılar da eğitimsiz oldukları halde iyi tasarımlar çıkarabiliyor. Lissoni'in bu konudaki düşüncesi şu, "Önce sanslı olmalısınız. Sonra kültürlü... Okula eğitime başladığım zaman mimar ve tasarım eğitimi aldım ama bu benim mimar yada tasarımcı olacağımın garantisi olamazdı. Lokomotif sanki çift başla ilerliyor. Kompartımanın bir kısmı aldığınız teorik bilgi ama diğeri de kendinize yüklediğiniz kültür. Biri olmadan diğeri olmaz.”
Benetton'un Suadiye'deki binasını tasarlayan Lissoni, İstanbul'un bir çok yüzü olduğunu ve bu yüzden binayı tasarlarken binanın bulunduğu çevreyi dikkate aldığını söylüyor. Lisoni, "Bağdat caddesine göre yaptığımda binanın dış cephesi, diğer binalarla kurduğu iletişim, bulunduğu yer, dört farklı yerde, farklı iz taşımasıyla böyle bir bina oldu. Taksim'de veya Ortaköy'de yapsaydım daha farklı olurdu" diyor. Lissoni her türlü tasarımı yapan bir tasarımcı. Düşündüğünüzde herbiri ayrı bir ilgi ve birikim gerektiriyor. Bu kadar bilgiye nasıl yetişiyor, 70 kişiyle yeterli oluyor mu? merak ettim doğrusu. Verdiği cevap güzeldi: "Biraz şizofren olmak lazım. Tevazu göstermek ve disiplinli çalışmak gerekiyor. Çalışmakla hersey mümkün" diyor. Son yıllarda tasarımların bir çoğu teknolojiye bağımlı olduğu düşünülürse tasarımlar gitgide daha mekanik oluyor. Peki tasarımda teknolojinin ölçüsü ne? Lissoni; "Teknolojiyi tabiki düşünmek lazım ama hiçbirşey son teknolojiyle çıktığı için iyi olmaz. Ama kullanmadığı için kötü de olmaz."
Piero Lissoni'ye sorduğum diğer bir soru da İstanbul gibi hem metropol hem de tarihi şehirlerde tasarım yapmanın zorluğu... "Herşeyi insan ölçeğinde düşünmek lazım" diyen Lissoni, İstanbul eskiden bir balıkçı köyüydü. Sonra Roma İmparatorluğu'nun başkenti oldu. Sonra Mehmet geldi ve bugünkü İstanbul oluştu. Yepyeni bir yüz çıktı ortaya. İstanbul her zaman bir dönüşüm içinde oldu. Hala o dönüşüm yaşanıyor. Buraya gün geçtikçe daha fazla insan gelebilir. Neden daha fazla bina yapmayalım elbette yapabiliriz. " Peki tasarım kendini tekrarlıyor mu? Lissoni, her şeyde olduğu gibi tasarımda da geleneğin var olması gerektiğini düşünüyor. Modanın tasarımı etkilemesinin yanlışlığını da vurgulayan Lissoni şöyle devam ediyor: "Birçok meslektaşım bunu kabul etmese de, bazı meslektaşlarım modanın peşinden gidilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Önce çok basit sadelik içeren tasarımlar sonra süslü, sonra daha süslü tasarımları yapıyorlar ama sonra yine en başta yaptıkları sade tasarımlara geri dönüyorlar. Bu mümkün ama çok aptalca! Ben hep aynı yolda devam ettim.. Benim için basitlik ve sadelik önemliydi. "
Mimar Sinan Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarım bölümü mezunu ödüllü tasarımcı Aykut Erol ise fuara "BE SINCERE" yani "samimi ol" temasıyla tasarladığı cam ürünlerle katılıyor. Erol, tüketme arzusunda olan insanların algı düzeyini artırarak bilinçli tüketime yönlendirmeyi amaçlıyor. 2003 yılında ürün tasarımına başlayan sanatçı, mobilya tasarım sektörüne veya masaüstü objelere karşı "Samimi ol" mesajı veriyor. Tasarımcının aldığı eğitimin önemli bir güç olduğunu söyleyen Erol, tasarımcının eğer bu elindeki gücü iyi kullanmazsa dünya için iyi şeyler olmayacağını düşünüyor. Erol; "Mesela eğer bir tasarımcı geri dönüşüm özelliği olan malzemeleri kullanmazsa, o tasarımın yok olup olmayacağını düşünmezse sadece görünümü için çalışırsa faydasından çok zararı olacağını düşünüyorum" diyor.
Öncelikle ürünün fonksiyonun ihtiyaçları karşılaması gerektiğini söyleyen tasarımcının standında oymalı eski tip koltuklar balyozla kırılıyor görüntüsü verilmişti. Erol, burada "mobilyalar haddini bilsin" diyor. Bunun sebebini ise şöyle anlatıyor; "İki yönü var bunlardan biri tasarım şekline ve rengine değil, fonksiyonuna değinmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir de mobilyalar hayatımızı bu kadar işgal etmemeli. Sadece oturma eylemi görülen bir obje evinizde yaklaşık bir buçuk iki metre kare yer işgal ediyor ve fiyatı da yüksek rakamlara satılıyor" diyor. Sanatçı ürünün tek başına güzel olmasının yeterli olmadığını tüketicinin beklentilerini arttırması gerektiğini de söylüyor. Bunun nedenini ise şöyle açıklıyor; "Çünkü sonsuz kaynak diye birşey yok. Çünkü tasarım etrafta bulanan meteryalleri bir araya getirmektir". Biz tasarımcıların dünyaya karşı samimi olmaları gerektiğine inanıyoruz. Stantda gördüğünüz kapların formları düz ama üstünde sadece samimi ol yazıyor bu da eğimli bir vazo yerine düz bir vazonun aslında işinizi gördüğünü diğer objelere ironik bir biçimde mesaj yolluyor".