Bugün Orhan Veli'yi düşünürken her nedense tertip bir evin atmosferi bir tablo gibi çiziliveriyor aklımda. Tünel'e giderken Balyoz Sokak'ta Bedri Rahmi'nin o zamanki atölyesinde tanıdım Orhan Veli'yi. Yıl 1948 olmalıydı. Orhan Veli tam pencerenin önünde duruyordu. Her nedense onu hep böyle bir fonda düşündüm. Bizim şu fotoğraf dediğimiz ışığın tutsaklığındaki nesne neyse, Orhan'ın şiirlerinde kelimelere verdiği ışık da gerçeğin arkasındakidir. Bir hayatın küçük ayrıntıların birikimi olduğunu, hiç akla gelmeyen şeylerin, gereksiz sanılanların bütün bir ömür boyunca yenilediğini onun şiirlerinden anladım. Şimdi fotoğraf makinemle Kapalıçarşı'da bir şeyler arayarak yürürken giyilmemiş çamaşırların kokusunu alıyorsam, bütün bu küçük ayrıntılar onun satırlarının bana verdikleridir. Cenaze törenini hatırlıyorum bildiğim bütün yüzler Beyazıt'taki Küllük Kahvesi'nde toplanmışlardı. Gazeteciler Cemiyet önüne (o zaman cemiyet Vilayet'ın önündeki köşede, yüksek duvarlarla çevrili bahçeli bir konaktı) geldiğini, orada bir dakikalık saygı duruşunda bulunduğunu, cemiyeti bayrağının yarıya indirilişini anımsıyorum. Sonra Rumeli Hisarı'na yerleşti Orhan Veli. Kahve ocağında el yazısıyla 'Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı' yazmışlar. Şimdi düşünüyorum da, zaten Orhan Veli'nin işi gücü buydu, gökyüzünü boyardı her sabah, daha hepiniz uykudayken, bir de uyanır bakarsınız ki, mavi...