Dünyanın büyük şairlerine ve fikir adamlarına nice ilhamlar sunan İstanbul'da yaşayan farklı dinlerin kutsal günleri bir belgesele konu oldu: İstanbul'da Üç Gün. Cuma, Cumartesi ve Pazar günü yaşanan dini ritüeller üzerinden İstanbul'un sıcak iklimini anlatan belgesel gelincik balıkları ile Musevilerin dostluğuna da ışık tutuyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın katkılarıyla hazırlanan İstanbul'da Üç Gün belgeseline Nilgün Öneş, Hüsrev Hatemi, Yavuz Turgul, Tolgay Ziyal gibi alanında en iyi isimler danışmanlık yapmış. Tüm görüntülerin özel izinlerle ve orjinal olarak çekildiği belgesel Müslümanların Bayram Günü olarak kabul edilen Cuma ile başlayıp, Musevilerin Şabat'ı Cumartesi ile devam ediyor ve Hıristiyanların kutsal Pazar günü ile sürüyor. Belgesel İstanbul'da bir Musevi ailenin evindeki Şabat Yemeği'nden görüntüler de içeriyor. Dini kurallar gereği Şabat yemeği sırasında herhangi bir görüntü çekilmesinin yasak olması nedeniyle Cumartesi gününden farklı bir günde çekilen görüntüler oldukça dikkat çekici.
İstanbul'da Üç Gün Belgeseli semavi dinlerin İstanbul'daki hayatlarına ilişkin ilginç ayrıntılar içeriyor. Bunlardan biri de Gelincik Balığı… Diplerde, kumluk alanlarda yaşayan, derelerin Boğaz'a kavuştuğu yerleri seven, gündüz uyuyan, gece avlanan gelincik balığını tüketen İstanbulluların yüzde 99'unun Musevi olduğu belirtiliyor. 1920'lerde Türkiye'deki balıkları ayrıntılarıyla yazdığı kitabında bu bilgileri veren İstanbul Balıkhanesi Müdürü Karekin Deveciyan, Gelincikten “eti lezzetli ve kıymetlidir, ama çabuk bozulur” diye söz ediyor.
Gelincik balığı, Musevilerin İstanbul'a gelişinin anısını saklayan vefalı, cefakâr bir kara gün dostu olarak biliniyor. Gelincik balığı Musevilerin İspanya'dan sürgün edilip İstanbul'a geldiklerinde yaşadıkları zor koşullar içerisinde bol bulunan, keseye uygun bir balık olarak Şabat sofrasının başköşesine kurulmuş.
İstanbul, Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlaması nedeniyle mistik şehir olarak da anılıyor. İslam tasavvufunun yedi nefis mertebesine denk olarak yedi tepe üzerine kurulu olan, yine Batınî, yani insanın iç dünyasını temsil eden Doğu ile dış dünyayı, zahiri temsil eden Batı'yı buluşturan İstanbul, Hıristiyanlık döneminde de diğer şehirlerden farklı olarak mistik bir Hıristiyanlığa ev sahipliği yapıyordu.