Star Gazetesi Yazarı Mehmet Altan, bugünkü köşesinde "TSK gazeteciliği ve vicdan"ı yazdı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 1998'de hazırlanan “Andıç” başlıklı belge nedeniyle, Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesini eleştiren Mehmet Altan, "İnsanların sırf düşüncelerini söyledikleri ve kimi kadrolu ve görevli kart müptezeller gibi “TSK gazeteciliği” yapmadıkları için askeriye tarafından şeref ve haysiyetlerin hedef alınması “suç” değilse, suç olan ne?" diye soruyor.
Çekmecemi açtım. 28 Şubat'ta bizleri andıçlayan resmi belge fotokopisini çıkardım. İsmim karşısında şunlar yazılıydı: “Adı geçen gazetecilerin kamuoyunda saygınlığının azaltılması ve itibarlarının düşürülmesi ile..
...terör örgütüne sağladığı dolaylı destek ile ilgili kamuoyu oluşturulması”...
Sanmayın ki bu faaliyet on yıl geride kaldı, şimdi de ellerinden geleni artlarına koymuyorlar...
Safsatanın, rezilliğin, yalanın bini bir para... Neyse ki artık çok büyük bir çoğunluk, o soğuk savaş mecralarını da, “görevlileri” de tanıyor. O nedenle kendileri söyleyip, kendileri dinliyorlar...
Neyse, ben orada değilim.
***
Benim andıçla ilgili dün sabah takıldığım konu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 1998'de hazırlanan “Andıç” başlıklı belge nedeniyle, Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesiydi...
İnsanların sırf düşüncelerini söyledikleri ve kimi kadrolu ve görevli kart müptezeller gibi “TSK gazeteciliği” yapmadıkları için askeriye tarafından şeref ve haysiyetlerin hedef alınması “suç” değilse, suç olan ne?
Bu durum, “takipsizlik” kararı verenlerin başına gelse, karar aynı olur muydu?
Neden bu hatırlatma?
Bülent Arınç'a suikast iddiaları karşısında “hiçbir şey olmamış” gibi duran ve bu konuyu ciddiye alanları da “yandaş” olarak sunan “TSK gazeteciliğine” dikkat çekmek için...
Andıç geleneğini unuttular hatta hiç yok sayıyorlar varsayalım...
Askeriyeye de “sütten çıkma ak kaşık” mantığıyla bakıyorlar...
Ve “suikast” iddialarıyla ilgili Başbakan dâhil hiçbir açıklamaya güven duymuyorlar, hatta komik bularak eğleniyorlar...
Hepsini kabul edelim...
Hatta bir adım daha atarak “doğru” sayalım.
***
Peki, bu gizli ve açık TSK gazetecilerinin son “Genelkurmay bildirisini” azıcık mantık, biraz soğukkanlılık, çeyrek de vicdanla okuma gayretleri neden yok? Tabii “görevli” olanlarda böyle hasletlerin tozunu bile aramanın yanlış olduğunu söylemeliyiz.
Ama eğer “görevli” değil de skandallar ve rezaletler karşısında “mesafeli “ durarak iyi niyetle farklı bir yere konumlandırılmak isteyen var ise...
Asıl sözüm onlara...
***
Önceki günkü TSK bildirisinin dördüncü maddesi ne diyor?
“Söz konusu askeri personel, uzun süredir devam eden, kastedilen bölgeye yakın bir yerde oturan ve bilgi sızdırdığı iddia edilen bir askeri personel hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilmişlerdir.”
Demek ki ortada gerçek bir durum var.
“Bu kişiyi neden istihbaratçılar değil de istihkâm binbaşı ile topçu albay izliyor?”
Veya...
“Seferberlik Tetkik Kurulu'nun takip yetkisi var mı” türü soruları da pas geçiyorum...
***
Ben, “görevli bir TSK gazetecisi” olmadığı halde, sanki ortada fazla da bir şey yokmuş gibi davrananlara, olayı olması gereken gibi değerlendirenlere de “yandaş” havası basanlara daha basit bir şey soruyorum...
Dördüncü maddesini aktardığım bildiride bir de üçüncü maddenin çeşitli şıkları var:
“a. 19 Aralık 2009 günü saat 17:10 civarında iki askeri personel, şüphe üzerine yakalanmışlardır.
b. İki personelin üst araması ve iki aracın aranması 23:30'a kadar sürmüş ve aramaların bitiminde olay yerinde tutanak tutulmuştur.
c. Yakalanan personelin konutlarında, Cumhuriyet Savcısının da katılımıyla, aynı günün gecesi 00:30-04:30 saatleri arasında aramalar gerçekleştirilmiştir.
ç. Konut arama işlemi tamamlandıktan sonra personel, Cumhuriyet Savcısı tarafından, başkaca bir işlem yapılmaksızın serbest bırakılmıştır.”
Sorum şu: Bu personel şayet “görevli” ise neden bu kadar “uzun” muamelelerden geçip, bilgisayardan konutlarına kadar aramaya tabii tutuldular? İki madde arasında sizce bir “tutarlılık” var mı? “Kurmaylık” iki paragrafı çelişkisiz yazamayacak bir konuma geldiyse vay halimize...
Tabii bir de bu kişileri bırakan savcının “asker” olduğunu da vurgulamak gerek...
***
Ankara'daki olay, bunu yok saymaya eğilimli “görevlilerin” ya da “tarafsızlık” adı altında önemsemeyenlerin yaklaşımlarının aksine çok çok ciddi... Zaten aceleye gelen ve olup biteni kabul eden, vahametini de saklayamayan bildiri bunu dolaylı olarak doğrulamakta... Sırf askeriyenin bu bildirisi bile skandalın boyutlarını ve lime lime dökülmenin tomografisini ortaya koymuyor mu?