Mahsun Kırmızıgül Beyaz Melek'le 'Beyaz Türkler'e de esmer Kürtler'e de kendini fazlasıyla ispat etti. Yelkenliyle dünya turuna hazırlanan Mahsun, şimdi ya yola koyulacak ya da yeni yönetmenlik denemelerine yelken açacak
Mahsun Kırmızıgül ile ilgili zihnimde oluşanları yazdım önce kağıda… Çevremdeki insanlara sordum, Mahsun denilince akıllarına ilk nelerin geldiğini… Biraz da arşivin tozlu raflarını karıştırdım. Gördüm ki, her sayfada, her insanda farklı bir Mahsun var. Herkes gibi değişen, dönüşen, gelişen bir Mahsun… Tanıdığımı zannettiğim Mahsun'u ben bir kez daha tanırken, bir şeyi fark ettim. Hep 'ezik' bildiğimiz, bir şeyleri ispat etmeye çalışan Mahsun, bir yandan büyüyormuş…
Mahsun'u, pardon Abdullah'ı anlatmaya geride bıraktığı kilometre taşlarından başlamak gerekiyor. Çünkü Diyarbakır'daki ilk kasetten, Beyaz Melek'in film makarasına uzanan hayat çizgisinde epeyce bir mesafe var. Resmi internet sitesinde anne karnında dört aylık iken Bingöl'den Diyarbakır'a geldiği yazılı Abdullah'ın… O Abdullah, Diyarbakır'da üç ağabeyiyle birlikte babasız büyürken mahzun, beş yaşında iken 'uzaktaki' babasının gönderdiği nüfus cüzdanıyla birlikte resmen Mahsun olur. Sesiyle para kazanmaya ses yarışmalarıdaki birinciliklerle başlar. O günlerde Güneydoğu'nun 'arebesk' şehirlerinde ismini bilmeyen yoktur. Ulusal şöhrete ilk adımını ise 80'lerin ortalarında Diyarbakır'dan otobüse verdiği amatör kasetle atar. Unkapanı'na ulaşan kaseti dinleyen Mustafa Güneş, Mahsun'un telefonunu çevirecek olan onlarca yapımcının ilkidir.
Unkapanı, mektepli olmasının da yolunu açar Mahsun'un ki, o kendi kulvarında İTÜ Türk Müziği Konservatuarı'nı bitiren nadir isimlerden biridir. İstanbul'daki Albümleri, işporta tezgahlarında Ahmet Kaya'nın, İbrahim Tatlıses'in sesleri arasında cızırtılı teyplerden yankılanır. Her şarkı söyleyişinde kaşlarını 'Emrah gibi kaldıran' Mahsun ne de olsa Küçük Emrahların kuşağıdır. 1993'e kadar 'arebesk kokulu' tam 8 albüm yapar, 'Acılar içinde'dir, 'Terk edilmiş'tir. Laleli'de kaldığı köhne otel odalarından yaya gidip geldiği İMÇ'ye Kurtkapanı yakıştırmasını da ilk o yapar. Mahsun'un asıl şöhret yolculuğu ise Hilmi Topaloğlu'yla tanışmasıyla başlar. Alem Buysa Kral Sensin, 1 milyon satıp müzik dünyasına bomba gibi düşer. Bu şarkının bir de Cimbom uyarlaması vardır ki, 'Mahsun kralı, aslan kralın' taraftarları başta olmak üzere tüm sporseverlerin zihnine fena halde kazır. Şöhretin ilk günlerinde aldığı kararları vardır. Topluma örnek sanatçı olacaktır.
Bugün onlarca yapım şirketinin olduğu Etiler'de 1993'te 5 bin dolar kirayla stüdyo kurmayı ilk akıl eden de Mahsun'dur. Beyaz Melek'e dek tanıdığınız bildiğiniz Mahsun'a rengini veren en ince detay da buradadır. Çünkü stüdyonun altında bir de PR, yani 'pazarlama' kısmı vardır. Çizilen rota gereği Mahsun, bir süre Eminönü- Etiler hattında gider, gelir. Paraya dolar demeye başladığı dönemlerdir artık. Eminönü'nden otobüse, 'arebesk esintili' albümlerini satın alan Türk ve Kürt delikanlılarının harçlıklarıyla biner, Etiler durağında Mahmutpaşa'dan alınan kostümlerle iner. Beyaz Türkler'e ilk 'ses ve görüntü' kaosunu da bu dönemde yaşatır. Sesiyle, türküleriyle severler bu yakışıklıyı ama 'bıyıklı, esmer, bir Doğu'lu' için 'beyaz dünya'da boş koltuk yoktur.
Mahsun'un astarına atılan vernik, olayı, 'kırmızı ceketli, sarışın kızlı, Maldivli Doğulu'ya kadar ilerletmiştir. Artık kameralar, magazinciler vardır ama 'Özcanlar, Hilmiler, Alişanlar hataları ve doğrularıyla yanında değildir Mahsun'un. Etiler'li dünyada tek kelime vardır Mahsun'un hayatında artık. Aşmak. Ne derlerse desinler, ne olursa olsun, nasıl görünürse görünsün, sadece aşmak… Hep bir onay çabasında olur. İstanbul'un 'elitizmine' layık olduğunu kanıtlamaya çabalarken, Doğulu delikanlının kaytan bıyıkları gider yerine 'Metroseksüel Mahsun' gelir. Mahsun, artık Beyaz Türkler'den olduğunu ispata çalışır “Bana kebabı değil, Ravioli'yi sorun” derken. Alışveriş için Londra, Paris ve Milano'yu tercih ettiğinin altını çizer. Tatil için tropik adalara gider ve Beyaz Türkler gibi 'Dalar.' Bunun sebebi belki de suyun altında ten rengi, şivesi, türküleri nedeniyle küçümser bakışlar olmamasıdır. Kliplerde beyaz piyanoyla boy gösterip, pop söyler. Ve nihayet gelen beyaz davetler sorulunca cevabı hazırdır: “Ben artık müziğimle her eve, her çevreye girebiliyorum. İnsanlar beni seviyor. Bütün albümlerimi almasalar bile bir şarkımla da olsa beni seviyorlar.”
Bir yandan Eminönü'nü de ihmal etmez Mahsun. Konservatuarlı olmakla, Diyarbakırlı kalmak arasında gidip gelir. Elbette bu da bir seçimdir. Birinde “Prestij”, diğerinde milyonluk satış rakamları vardır ve ikisi de vazgeçilemezdir. Terörün çığırından çıktığı dönemlerde 22 çocuklu bir ailenin oğlu olarak Kardeşlik Türküsü'nü söyler. İnsan Hakları'na vurgu yapar, takdir görür. Milyonluk satış rakamlarıyla güzergah yeniden Etiler'e çevrilir. Peşi sıra gelen diziler renklerini çoğaltır. Arebesk Mahsun tümüyle gidip, yerine şen şakrak, sürekli espriler yapan Mahsun gelir. Aşka Sürgün dizisindeki ciddi, ağır, Hazar karakteriyle kendini karşılaştırırken “Ben öyle değilim, eğlenmeyi de eğlendirmeyi de severim” der ama ardından da ekler: Ben de Hazar gibi geleneklerine göreneklerine bağlıyım, kadına değer veririm”
Bir çocuğun yanağını sıkıp ağlatırsınız da ardından diğer elinizde sakladığınız çikolatayı gösterirsiniz çocuğa. O da, nasıl tepki göstereceğini bilemez ve 'gözlerinden sicim sicim yaşlar boşalırken gülmek' gibi garip bir hali yaşar ya. Anadolu'nun dört bir yanındaki Mahsun hayranları, aynen bu çocuğun ruh halini taşır. Şarkılarıyla, özel hayatındaki çeki düzeniyle, verdiği toplumsal mesajlarıyla baş tacı ederler Mahsun kralı. Anadoluluğunu severler, delikanlılığını takdir ederler ama ekranda 'sarı sarı' renklere hakim bir Mahsun klibi dönmeye başlayınca, kanalı değiştirmek zorunda kalırlar. Yani hep klibal enfeksiyonu vardır Mahsun'un. Bunlar, Beyaz Melek benzeri, nitelik açısından iyi-kötülüğü bir yana iyi niyetli işlerine gölge düşürür. Artık bilinir ki, iki farklı Mahsun vardır, kameraların önünde ve arkasında.
1993'te başlayan ve 2000'li yıllara kadar şöhret günleri için çok yerinde bir tespit de yapar sanatçı. “Paranın tutsağıydık” der o ünlü alacalı dönemleri için. Tutsaklıktan kurtulunca bir daha sevgilileriyle ortalık yerde görünmez. Mahsun aslında ana kuzusudur hep. Gece dışarıda görülmez, ve sebebini “Herkesin birbirini incelediği kalabalık mekanlardan hoşlanmıyorum” diyerek açıklar. Mahsun'un 'toplumdaki sevgisizlik' nedeniyle çektiği Beyaz Melek ise iki Mahsun'un altını çizen bir turnusol kağıdı olur. Beyaz Melek, 'reji mesafesi' kat eden Mahsun'un bir daha klibal hataya düşmeyeceğinin ipuçlarını da verir.
Mahsun, Beyaz Melek'le, 'sen taşralısın, taşralı kal' engellerini de aşmıştır. Senfonik orkestra düzenlemeleriyle beğeni kazanan Beyaz Melek'in film müziğini Prag Şehir Flarmoni Orkestrası'na çaldıran ve yüksek not alan Mahsun, artık çıtayı epeyce yükseğe taşımıştır. Bu filme, cebinden bir kuruş harcamayarak yönetmenliğini ve senaristliğini de ispat etmiştir. Bu özelliği Beyaz Melek'e farklı bir pencereden daha bakma ihtiyacı doğuruyor. Filme başlarken dertlerinden biri, engelleri 'aşmak', kendini 'ispat' olsa da Mahsun'un artık yapması gereken şudur: Bir kaç tur bindirdiği entel-dantel sinema-müzik-sanat dünyasının burnunu ikitelli plazalarında büyüten cinslerini artık muhatap almamak, yargılanmamaktır.
Mahsun'un bir hayali daha var şimdi. Yelkenliyle dünya turuna çıkmak. 2009 olarak tarih veriyor Mahsun, ama Beyaz Melek, bu hayali için önemli bir etken olacak. Beyaz Melek'le birlikte beyazıyla, esmeriyle, Türküyle Kürdüyle kendini ispat edeceği kimse kalmadığını düşünen Mahsun, ya bu yüzden yola koyulacak ya da yeni yönetmenlik denemelerine yelken açacak. Sizi bilmiyorum ama ben Mahsun'u artık hep 'kamera arkasında' görmek istiyorum. Mahsun. Beyaz Melek'le bir kez daha soracaktır elbet. Beyaz Türkler'in yanı mıdır yeri, hep kendini beğendirme, ispat çabasıyla bulunacağı, yoksa Beyaz Melek'lerin yanı mı… Bu halk, yapmacık olmayan, suni hayatlar yaşamayan sanatçılarını el üstünde tuttuğunu daha önce göstermiştir, Mahsun bunu da aklının bir köşesinde not etmelidir…