Hürriyet gazetesinden kovulan Emin Çölaşan, Hacı Bayram Türbesi'ne gidip neden el açtı?
Emin Çölaşan'ın Hürriyet'ten kovulmasını anlattığı "Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi" adlı kitabıyla ilgili Akşam'a verdiği röportajın ikinci bölümünde ilginç itiraflarda bulundu. İşte Çölaşan'ın itirafları:
Hürriyet'ten resmen kovulduktan sonra Hacı Bayram Türbesi'ne gidip Allah'a şükrettiğini anlattı Çölaşan. 'Bir tek Ertuğrul'un bana kovulma tebligatını yaptığı gün sabaha kadar uyuyamadım.
İzmir'de otel odasında, lobide, sokakta dolaştım. O gün sıfır uykuyla gezdim. İki kilo verdim' dedi
- Sık sık yapmam. Ama Allah'a inanan bir insanım. Onun için bu din sömürücülerine de karşı çıkarım. Yobazlara, din baronlarına yönelik binlerce yazı yazmışımdır. Allah ile kulun arasına girenlere ve dini ticarete alet edenlere karşı çıkarım. Allah'a inancı sonsuz olan bir insanım. 1977 yılında gazeteciliğe ilk Milliyet'te başlayacaktım. Hacı Bayram Türbesi'nde Allah'a dua etmiştim. Çünkü sıfırdım, hiçbir şey bilmiyordum. Gazeteciliğin ne olduğunu bilmiyordum. Aradan tam 30 buçuk yıl geçmişti. 2007 yılının 31 Ağustos günü bana resmen yazılı tebligat getirildi ve o gün resmi olarak ilişkimiz kesildi gazete ile. O 30 buçuk yılın hesabını gittim ben yine Allah'a Hacı Bayram Türbesi'nde verdim. Daha doğrusu Allah'a şükrettim. Çünkü bir yerlere gelmiştim. Gazetecilik mesleğinde başarılı olmuştum. O benim için bir vicdan borcuydu.
- Hayır olmadı, ama kendisine imzalı bir kitabımı gönderdim. Genelkurmay Başkanı'na, Demirel'e gönderdim. Gazeteci arkadaşlarımıza gönderdim. Hürriyet'teki arkadaşları maalesef en sona bıraktım. O sırada da kitap tükendi. Onlara henüz gönderemedim. Onlar da hepsi kendisi almışlar. Devlet adamlarından başka kimseye sanıyorum göndermedim. AKP kanadından kimseye göndermedim.
- Ben oradaki özel olayları yazmadım. Özel hayata ilişkin olayları yazmadım. Ben sadece benim birebir yaşadığım olayları yazdım ki onlar sadece ve sadece benim yazılarımla ilgili olanlardır. Benim amacım bu kitabı yazarken, tarihe bir not düşmekti. Yani bu kitap bundan 100 yıl sonra da okunacak. Ben Türkiye'nin siyasi tarihine de bir not düştüm aynı zamanda. Bir iktidar var ve iktidarın medyaya yaptığı baskı var. O medyaya yapılan baskıları sadece ben yaşamadım. Binlerce arkadaşımız yaşadı ve yüzlerce arkadaşımız şu veya bu nedenle kovuldu.
- Kitapta geçen bu konuşmanın ardından Bekir'e aynen aktardım ben bu olayı. Bekir benim yaşadığım bazı olayların da bire bir tanığıdır. 'Bak senin için de böyle böyle diyor' dedim. Çünkü tepem atmış, nevrim dönmüş. Bekir benim sığınacağım bir liman. Gazetede aynı kattayız. Odalarımız yan yana ve dostum, arkadaşım, sırdaşım. Dolayısıyla Bekir de benle her şeyi paylaşırdı. Çok özel konuları dahi ben de paylaşırdım. Bekir de benden saklamazdı, ben de ondan saklamazdım.
-----------------------------------------
- Bir gün yazacağımı biliyordum. Bir gün yazmak zorunda kalacaktım. Çünkü daha AKP'nin ilk aylarında tablo çıkmıştı ortaya. Ne olacaktı? Şu veya bu nedenle artık dayanamayıp istifa edecektim ya da onlar beni kovacaktı. Ayrıldığım zaman bu notları kitap haline getirecektim kararlıydım.
Benim alışkanlığımdır. Ben belli konularda not tutarım. Geçmişe ilişkin de çok ilginç notlarım vardır. AKP iktidara geldikten sonra ben bunlardaki büyük değişikliği hissetmeye başladım. Çünkü bire bir benim üzerime gelmeye başlamışlardı. Pek kimse bilmez not tuttuğumu. Ben yaşananları kaleme almaya başladım ve bunun sayesinde bu kitabı 8 iş gününde bitirdim inanır mısın? Sabah 10, 15-20 dakika yemek molası. Akşam 6 buçuk 7. 8 iş gününde bitirdim. Çünkü her şey hazırdı elimde. Yapacağım tek şey onları bir sıraya koymaktı. Şöyle üzerlerinden bir geçmekti kısaca. 3 gün falan da okuyup tekrar düzeltmelerini yapmak sürdü. Yani ben kitabı yazmaya başladığımda 10 Eylül 2007 idi. Kitap 5 Ekim 2007'de çıktı. 25 gün. Bu bir rekordur. Bilgi Yayınevi de çok iyi çalıştı. Bu kitap bir gün yazılacaktı. Eli mahkumdu.
- Hayır niye rahatsız etsin. Gayet doğal bir şey. Sonuçta aferin uygarca bir iş yapıyorlar. D&R'da satılması beni sevindirir. Onların da uygarlığını gösterir. Daha çok insana daha çok kitap satarsın.
-----------------------------------------
- O konuyu ben bilemem. Benim herhangi bir şey söylemem yanlış olur. Ama benim kovulmamdan önceki Hürriyet'i sorarsanız onu söyleyebilirim: Hükümeti eleştirmekten korkan, magazin ağırlıklı, baldır bacak ağırlıklı, suya sabuna dokunmayan bir gazete. Ertuğrul zaten bütün muhabir arkadaşlarımızla Ankara'da toplantı yaptı ve söyledi. 'Beyler,' dedi, 'Bundan sonra siyaset istemiyor millet, bundan sonra magazine ağırlık vereceğiz. Bilginiz olsun. Haberlerinizi ona göre düzenleyin' dedi. Benden sonraki Hürriyet için bir şey söyleyemem. Ama tahmin ediyorum. Benim olayımdan biraz yara aldıkları için bir parçacık daha, altını çiziyorum bir parçacık daha, hükümeti eleştirmeye başladılar. Ama kayda değer bir şey değildir. Hafif bir değişiklik seziyorum. Çünkü yara aldılar. O yarayı bir an önce sarmaları gerekiyor. Onun da tek çaresi ürkütmek pahasına vak vakları, muhalefet yapmalarıdır.
Yalnız, Türk basınında bir şeylerin olacağı kanısındayım. Bir yerde bir dibe vuracak ve bir toparlanma ya da yok olma sürecine doğru gidecek bu iş. Şu Sabah gazetesi falan hele bir satılsın. Bir görelim bakalım kim alacak ne olacak ne bitecek. Önemli olaylar yaşıyoruz Türkiye'de.
- 65 kiloyum ben 20 senedir. Ne iner ne çıkar. Bu olaydan sonra 2 kilo verdim. 65 kiloda 2 kilo vermek önemli bir olaydır. Bazıları beni gördüğü zaman 'Aaa zayıflamışsınız. Yüzün falan çökmüş' diyorlar. Fakat son derece rahatlamış hissediyorum kendimi. Üzülmedim mi, tabii ki üzüldüm. O ayrı olay. Ama bir yük kalktı üzerimden. Kavgasız, dövüşsüz, sinir bozucu olaylar yaşanmadan geçen bir süreç. Uykum zaten çok iyidir. Bir tek Ertuğrul'un bana kovulma tebligatını yaptığı gün sabaha kadar uyuyamadım. İzmir'de oteldeydim zaten. Sabaha kadar otel odasında dolaştım. Otelin lobisine indim çay içtim, otelin dışında dolaştım. O gün sıfır uykuylaydım.
- Şimdi ben orada niye kaldım? Yazılar makaslandığı, sansürlendiği halde ben orada bir mevzi tutuyordum. Kimin adına mevzi tutuyordum ben orada. Milyonlarca Atatürkçü, laik, çağdaş, yurtsever insan adına ben orada bir mevzii koruyordum. Bekir Coşkun vardı, Özdemir İnce vardı. Tufan Türenç vardı. Tahmin ediyorum en önde gelen bendim. İşte orada bunların bana sansür uygulamaya başlaması, bana git mesajı vermekti. Ben bırakıp gidemezdim. İşte kavga oradan patladı zaten ve iş o boyuta geldi ki benim istifa etmem karşılığında Ertuğrul Özkök bana büyük paralar teklif etti. Hem de Aydın Doğan'ın ağzından teklif etti. 'Emin istifa etsin, biz ona çok büyük paralar verelim. Hayatı boyunca rahat yaşamasını sağlayalım' dediğini aktardı. İş o boyuta geldi. Böyle bir olay Türk basınında olmamıştır tahmin ediyorum bugüne kadar.