Yağmur aşka yakışır

Sevil Kuzu
00:0015/01/2011, Cumartesi
G: 14/01/2011, Cuma
Yeni Şafak
Yağmur aşka yakışır
Yağmur aşka yakışır

Sevgili Huzursuzluğum kitabıyla büyük beğeni toplayan şair-yazar Bülent Parlak, ustalarının kendinden önceki şairler değil her satranç turnuvasında yenilen, her sabah yeni bir iş kurmaya heveslenip kendisini arayan arkadaşlarının kuliste tek başına ağlayan şöhretlerin, elleri soğuktan üşüyen kutup ayılarının olduğunu belirtiyor

Bülent Parlak dergisiyle, sitesiyle, yazılarıyla edebiyatseverlerin dikkatini çekecek güzel işler yapıyor. İlk kitabı olan Sevgili Huzursuzluğum'un ilk sayfasındaki biyografisine bakarsanız öğrenebileceğiniz tek şey İstanbul'da yaşıyor olduğu. Çünkü Bülent Parlak yazdıklarıyla var olmak isteyen bir şair. Tanışmaya karşı olduğunu ifade eden Parlak, İstanbul'da yaşamanın zaten yeterince bir yaşam öyküsü olduğunu düşünüyor. Kendisini daha çok 'huzursuz' bir şair olarak biliyoruz. İşte “Yağmur aşka yakışır, hava durumunu raporlarına değil” diyen Bülent Parlak'ın o huzursuz dünyası…

Bu huzursuzlukların ürünü sayabileceğimiz ilk şiir kitabınız yakın zamanda çıktı, nasıl bir his bu bir şair için?

Evet, ilk kitabım Sevgili Huzursuzluğum Haziran 2010'da çıktı. Kitap beş yıl boyunca özellikle Dergah Dergisi'nde yayınladığım şiirlerden ve hiçbir yerde yayınlatmadığım şiirlerden oluşuyor. Nasıl bir duygu olduğunu anlatmak gerekiyorsa şöyle diyeyim: Hani eskiden, çok eskiden erkekler askerliğini dört yıl yaparmış. Giderlermiş gitmesine de ne zaman, ne şekilde, nasıl geleceklerini giden de, bekleyen de bilmezmiş. Gidenin çocukları olurmuş ama onların yürümesine şahit olamazlarmış, yürümesine, grip olmasına, çaydanlık dökülmesine… Sesini bir kez bile duyamadığı gelinin kaç kez tülbendinin eskidiğini o cazgır mahalleli kadınlar bilirmiş de evin eri bilmezmiş. Sabahları kaç kilometre koştuğu belirsiz asker, karavanadan yediği musakkayı her yediğinde annesini dolarmış diline. İşte bütün bu belirsizlikler bitip de bir ikindi vakti ansızın gelinin yiğidi çıkar gelir ya sokağın başından, hani herkes şaşırır konuşamaz ya kahveden her akşam evine küfür getiren baba belli etmez ya ağlamasını, teştte çamaşır yıkayan anne elini bile durulamaz ya oğlunu görünce işte öyle şaşkın bir his kitabının çıkması.

Kitapta hakkınızda “İstanbul'da yaşıyor” denilmiş sadece, neden bir cümleyle tanıyoruz sizi?

Birini tanımak için o kişini biyografini okumak yeterli değil ki. Ne yazsam çok olacaktı, ne demesem az. Hem ben kitabımla olmak istedim. Nerede doğduğumun, şiirleri hangi dergilerde yayınlattığımın, aldığım daha doğrusu alamadığım ödüllerin, hangi fakülteleri bitirdiğimin yazdıklarımla bir alakası olduğunu düşünmedim. Tanışmaya karşıyım ben. İstanbul'da yaşamak zaten yeterince bir yaşam öyküsü değil mi hem? Ben insanın bu gürültüden ibaret garip dünyada çetele tutmanın, dünyanın faniliği karşısında mantıksız bir hal olduğunu savundum durdum. Şimdi ölüm varken yaşadığımız hangi hadisenin bir önemi, ehemmiyeti olabilir ki? Her şeyi abartan insanoğlu, dünyayı kendisi ve diğerleri diye ayıran insanoğlu özgeçmişini bile abartabiliyor. Ben var olduğumuzdan dahi şüphe duyuyorum. Yemek yiyor muyuz, yürüyor muyuz, çay içiyor muyuz, takım tutuyor muyuz? Bundan dahi şüphe duyuyorum.

Sizi huzursuz eden yaşadığımız şehir mi?

Beni huzursuz eden o kadar çok şey var ki. Şehri de kattım her zaman bu huzursuzluğun içine. Çünkü şehirler kırmızı ışıkları üstümüze salıyor her daim. Şehirler üşüyen kutup ayıları, kuliste tek başına ağlayan şöhretler… Ne sayarsan var bu huzursuzluğun içinde.

Kitabınızın çıkması biraz zor bir süreç oldu, neden?

Kitabın çıkması evet zor oldu. Çünkü bu ülkede herkes şiiri çok sevdiğini söyler ama okumaz. Her yayın yönetmeni kendini şair zanneder ama şiir kitabı basmaya gelince düşünürler masalarına gelen kitabı basıp basmamak için. Ben yayınevlerini de anlamıyor değilim. Çünkü parayla yatırılan sigorta primleri, ödenecek personel maaşları varken her zaman az satmaya mahkum olan şiir kitaplarını basmak ticaretin doğasına aykırı bir durum. Benim sıkıntım beklemek değil, bekletilmek oldu.


'İKİNCİ KİTABIM BAŞARISIZLAR İÇİN UNUTKANLAR İÇİN'
Aslında Malatya'dan kopup geldiniz buraya, bu Anadolu'dan göçüş şiirlerinize ne kattı?

Geldiğimde arkamda annemi bıraktım. Annemi, beni bütün mahalle maçlarında sol açık oynatan ve hiç pişman etmediğim arkadaşlarımı, her gün şehre inerken görünce kuyusunu merak ettiğim kireç ocağını, meydanı, kırık karne notlarımı bırakıp gelmek hiç kolay olmadı. Seyyahlığın çıraklığı olmaz ama usta da olamadım bir türlü. İnsan bunca yıl çırak kalınca seni işe alacak usta sayısı da azalıyor. Artmıyor, azalıyor.

Denemelerinizde ve şiirlerinizde daha çok kendi ruh halinizi betimliyor gibisiniz

Yazdığım bütün şiirlerde, yazdığım bütün denemelerde ben varım zaten. Bazen yaşadıklarımın üstüne koyarak, bazen biraz üstünün tozunu alarak kaleme aldım yaşadıklarımı. Okuduğumda insanı anlatmayan hiçbir kitap bana cazip gelmedi. Yağmur aşka yakışır, hava durumunu raporlarına değil.

Sık aralıklarla kitap yayınlayacak mısınız? İkinci kitabınızı ne zaman okuyacağız?

Sık aralıklarla kitap yayınlayabileceğimi zannetmiyorum. Ama ikinci kitabım hazır. 2011 yılının ortalarına doğru deneme kitabımı yayınlamak istiyorum. Hala üstünde çalışıyorum bitmesine rağmen. İstiyorum ki deneme kitabım başarısızların, unutkanların, yazları fırının karşısında çalışanların, kışları çimento taşıyanların kitabı olsun. İnsana ait yazılardan oluşuyor çünkü. Kitapta sokaklar var. Kitapta aşk!


KIZANLAR BİLE BİZİ TAKİP EDİYOR
Hangi şairi, yazarı okuyarak büyüdünüz?

Ben şairlerden çok arkadaşlarımdan, boyacılardan, yenilmişlerden, elinde telsiziyle dünyayı kurtarma telaşına düşen Sarayburnu'ndaki baş memurdan, vatmanlardan daha çok etkilendim. Mesela Ali'nin yıllardır satranç oynayıp da her turnuvada hep sonuncu olmasını daha şairane buluyorum. Evime beni ziyarete gelen Hakan'ın üç saat boyunca hiç konuşmadan yanımda oturup sonra “ben artık gideyim” demesini, Özer'in her sabah arayıp “inek alıp çiftlik kuralım” demekten usanmamasını, her akşam oturduğumuz Üsküdar'da sokak köpeklerinin bir türlü Tarık'tan hoşnut olmamasını da… Kızımın bana “baba” demesi ise en güzel mısra geliyor bana. Yazılan ve yazılacak bütün şiirlerden daha güzel geliyor.

Aynı zamanda İzdiham Dergisi çıkarıyor ve İzdiham sitesi yönetmenliğini yapıyorsunuz. Edebiyat ve sanat adına iddialı mısınız?

İddia kelimesi içinde yarış bildiren bir kelime. Ben herhangi bir yarışın içinde değilim. Evet, bir dergim var ve en çok satan dergi oldu Kitap ve Dergi Dağıtım'da. Bir internet portalımız var ve sandalyelerde bahsi edilen, birçok insanın bize kızanların bile takip ettiği bir site halini aldı. Ben yerleri süpüren bir çöpçü olsam o işin hakkını vermek isterim. Bu yüzden yaptığım her işe ihtimam gösteriyorum. Bu bir hırs değil ama. Allah'ın varlığına inanan insanlar hırstan ve ciddiyetten uzak durmalı. Çünkü inanan insana ciddiyet ve hırs yakışmaz!

En çok hangi vakitlerde okur-yazarsınız, ne okursunuz?

Geceleri yazarım daha çok ama okurken bir vakti yok kitapların. Mutfak ve balkon en çok kitap okuduğum yerler. Daha çok oralarda seviyorum kitap okumayı. Ne okuduğuma gelince… Üç kitap okudum en son. Bir tanesi Metis'ten çıkan Adam Philips'in Dehşetler ve Uzmanlar. Koleksiyoncu John Fawles ve Hasan Ali Toptaş'ın son eseri. Ama en çok da şiir okurum. Bir şiir kitabının sayfaları yırtılmadan bırakmam pek.