Batı'da İslam karşıtlığı ve fırsatlar

Özcan Hıdır
00:0024/02/2008, Pazar
G: 23/02/2008, Cumartesi
Yeni Şafak
Batı'da İslam karşıtlığı ve fırsatlar
Batı'da İslam karşıtlığı ve fırsatlar

11 Eylül'le birlikte Hz. Peygamber'e yönelik saldırılar artarken, İslâm, Kur'an ve Hz. Peygamber'e dair eserlere yoğun bir ilgiyi de beraberinde getirdi. Bunu İslâmın tanıtılması ve önyargılara karşı fırsat olarak kullanabiliriz

Son dönemlerde Batı ülkelerinde gün geçmiyor ki Hz. Peygamber aleyhinde bir olay veya bir yazı-yorum çıkmasın. Danimarka'daki karikatür kriziyle başlayan olaylar Avrupa'nın pekçok ülkesinde Hz. Peygamber'e ve İslam'a yönelik çirkin tanımlama ve saldırılarla devam etti.

Tabiatıyla bütün bunlar, Batı dünyasında yaşayan Müslümanlar başta olmak üzere bütün Müslümanlarda şu ortak kanaatin oluşmasına yol açıyor: Acaba İslâm'a yönelik saldırı ve eleştiriler bilinçli/politik bir yönlendirme ile daha ziyade Hz. Peygamber üzerinden mi yapılıyor? Hadiselerein seyri ve ortaya konuş biçimi açısından bu soruya kolayca "evet" yanıtını vermemiz mümkün. Ancak meselenin kökenini daha derinlerde, yani Batı insanının zihin dünyasını oluşturan tarihî-kültürel miras ile ve bu mirasın günümüze güncellenerek aktarılmasında aranması gereği de yadsınamaz bir gerçektir.

İslâm'ın zuhuru yıllarında Yunanca kaleme aldığı “De Haeresibus” adlı risalesinde İslâm'ı Hıristiyanlık'tan sapmış bir hareket Hz. Peygamber'i de bu sapık yolun (!) temsilcisi olarak kabul eden John Demescen yolunun takipçileri olarak Thedore Ebû Kurra, Peter the Venerable ve Martin Luther gibi Hıristiyan din adamları, Hz. Peygamber hakkında hep aynı olumsuz söylemleri tekrarlaya geldikleri sır değildir. İslâm ve Hz. Peygamber hakkında teolojik ürünlerde, Islam and the West adlı önemli eserin ashibi Norman Daniel'in ifadesiyle, "bilinçli bir bilgisizlik" olduğu açıktır. Aynı "bilinçli cehalet", Ortaçağ Batı edebi ürünlerinde de metinselleştirilmiştir.

ORYANTALİST DÖNEM

1800'lü yıllara gelindiğinde İslâm ve Hz. Peygamber hakkında sistematik bir şekilde bilimsel araştırmalar yapılmaya başlandı. Bu çalışmalar daha sonra Edward Said tarafından "Oryantalizm" adı verilen bir düşünce sistemini doğurdu. Ne var ki bu oryantalist araştırmalarda yukarıdaki tanımlamalar biraz daha ilmî kisve altında İslâm ve Müslümanları genelde "öteki" olarak vasfetti ve İslâm'ı özellikle bilim karşıtı ve şiddeti meşrû gören bir din temeline oturttu. Böylece Rönesans ve aydınlanma ile Kilise'ye karşı oluşan rasyonalist tavır, aynen İslâm'a da tatbik edilerek İslâm dünyasını gezen çoğunluğu misyoner–oryantalistler ile seyyahların tezvîrâtlarına uygun bir İslâm ve Hz. Peygamber imajı üretti. Böylece oryantalizm, İslâm ve Hz. Peygamber hakkında "savaş", "cihad", "şehvet", "şiddet" ve "yayılma" üzerine hassasiyetle yerleştirilmiş ideolojik bir bakış geliştirmiş oldu.

Bugün de Batılı medyatik unsurlar, İslâm ve Hz. Peygamber ile ilgili hem sembolik düzlemde, hem de İslâmî kültürel kavramlar düzleminde karışıklık yaymaya devam ediyor. Savaş, cihat, şiddet ve fanatizm etrafında daha önce klasik oryantalistlerce işlenen tasvir ve imgeler, adeta yeniden güncellenerek Batılı zihinlere, İslâm'ın ve Hz. Peygamber'in aleyhinde yönlendiriliyor. Böylece aslında tarih yeni imgelerle tekerrür ediyor. Aslında, son dönemlerdeki durum dikkate alındığında "Batı'da İslâm'a yönelik her türlü olumsuz tasvir ve tanımlamalar, daha ziyade İslâm Peygamber'i üzerinden oluyor" denilse abartı olmayacaktır. Zira M. Mustafa el-A'zamî'nin de belirttiği gibi, aslında oryantalizmin başlıca hedeflerinden biri, Hz. Peygamber'dir.

NE YAPILABİLİR?

Medyatik unsurların da eklenmesiyle, sıradan batılıların zihninde İslâm ve Hz. Peygamber konusundaki bu imge ve imaj pekişiyor ve İslâm'ı ve Hz. Peygamber'i olduğu gibi tanımalarına fırsat vermiyor. Bu durumda İslâm'ın ve dolayısıyla Hz. Peygamber'in, Batı'da öncelikle bir imaj sorunu ile karşı karşıya olduğu gerçeği bütün çıplaklığıyla orada duruyor.

Her şeyden önce günümüz Batı dünyasında Hz. Peygamber'e ait imajı ve O'na yönelik değerlendirme tarzlarını derinden tahlil eden; yanlışlarını doğrularını ortaya seren derinlikli ve serinkanlı oksidentalistik çalışmalara ihtiyaç bulunduğu açıktır. Bu çalışmaların "oryantalizm"e karşıtlık havası verilmeden yapılması esastır. Bunun için ise ferdi plandaki gayretlerin ötesinde öncelikle oksidentalistik müesseselere ihtiyaç duyulacaktır. Aksi taktirde gelişmeler, her zaman olduğu gibi Müslüman dünyayı, "Şeytan Âyetleri", "Karikatür Krizi" ve Papa XVI. Benedictus'un sözleri karşısında hazırlıksız yakalayacaktır. Nitekim şu günlerde Danimarka'da önceki karikatürlerin tekrar yayımı üzerine meydana gelen ve Batılıların gözlerini tekrar Müslümanlara çeviren provokatif olaylar, henüz Müslümanların bu konuda yeterince strateji geliştiremediğini ortaya koyuyor. Özellikle İslam'a yönelik olaylar söz konusu olduğunda fikir özgürlüğünü mutlaklaştıran Avrupalılara, "basın ve ifade özgürlüğü hakkının sorumlu bir şekilde ve tüm dini inançlara saygı gösterilerek kullanılması gerektiği" ilkesini hatırlatmak da BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a düşüyor.

Şu halde Batı'da Ortaçağ'dan bu yana oluşan İslâm ve Hz. Peygamber imajını günümüze yansıyan yönleriyle bütüncül bir bakış açısıyla ele alan eserlerin telifiyle işe başlanmalıdır. Bu yönde bir çalışma tarafımızdan halihazırda tamamlanma aşamasına gelmişse de, sistematik ve fenomenolojik bir tarzda daha pek çoğuna ihtiyaç bulunduğu ortadadır. Aslında bir paradoks gibi görünse de, 11 Eylül hadisesi sonrasındaki İslâm'a ve Hz. Peygamber'e yönelik saldırılar, İslâm, Kur'an ve Hz. Peygamber'e dair eserlere yoğun bir ilgiyi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bu durumu İslâm adına fırsatlara çevirebilmek bir açıdan kolaylaşıyor. Ne var ki bu, öncelikle Müslümanlara (içe) ve gayr-i müslimlere (dışa) bakan yönü olan etkili bir imaj restorasyonu konusunda strateji belirlemek zorunlu hale geliyor. Bu stratejilerin belirlenebilmesi ve etkin bir biçimde uygulanabilmesi ise, hiç şüphesiz Batı'da/Avrupa'da etkili bir dini-entellektüel liderlik oluşmasını gerektiriyor.

* Yard. Doç. Dr., Rotterdam İslam Üniversitesi