'Körlük' metaforundan hareketle bir modern toplum eleştirisi

Ali Murat Güven
00:007/06/2009, Pazar
G: 7/06/2009, Pazar
Yeni Şafak
'Körlük' metaforundan hareketle bir modern toplum
'Körlük' metaforundan hareketle bir modern toplum

2002 tarihli “Tanrı-Kent” filmiyle uluslararası üne kavuşan Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles, Portekizli yazar José Saramago'nun 'beyazperdeye aktarılması imkânsız' olarak nitelenen popüler romanından uyarladığı son filminde zoru başararak, edebiyat-sinema ilişkilerinde çok önemli bir dönüm noktasına imza atıyor.


KÖRLÜK / (İng.) Blindness / (Özgün) Ensaio Sobre a Cegueira

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2008, Brezilya-Japonya-Kanada ortak yapımı

Türü ve Süresi:
Fantastik / Gizem / Drama / 121 Dakika

Gösterim Dili:
Orijinal seslendirmesi İngilizce ve kısmen de Japonca olan bu film, ülkemizde Türkçe altyazılı kopyalarla gösterime sunulmaktadır.

Yönetmen:
Fernando Meirelles

Senarist:
(Portekizli yazar José Saramago'nun, Türkiye'de “Körlük” adıyla yayımlanan "Ensaio Sobre a Cegueira" adlı romanından uyarlamayla) Don McKellar

Görüntü Yönetmeni:
César Charlone

Özgün Müzik Bestecisi:
Marco “Uakti” Antônio Guimarães

Kurgu Yönetmeni:
Daniel Rezende

Oyuncular:
Mark Ruffalo (Doktor), Julianne Moore (Doktor'un karısı), Danny Glover (Korsan maskeli adam), Yusuke Iseya (İlk körleşen adam), Yoshina Kimura (İlk körleşen adamın karısı), Alice Braga (Koyu gözlüklü kadın), Don McGellar (Hırsız), Joe Pinue (Taksi Şoförü), Gael Garcia Bernal (Barmen), Susan Coyne (Resepsiyoncu)

İthalatçı Şirket:
Tiglon Film

Dağıtıcı Şirket:
Tiglon Film

İçerik Uyarıları:
Cinsellik-çıplaklık, tecavüz sahnesi ve şiddet içerdiğinden dolayı, 18 yaşından küçükler ve bu tür temalardan hoşlanmayanlar için uygun değildir.

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:

Yıldız Puanı:
* * *

Günümüzün dünyası… Modern bir kentte hayat her zamanki rutin düzeni içinde akıp gitmekteyken, önce trafikte araç kullanan bir sürücünün gözleri ansızın kör olur; ardından da kentin değişik noktalarındaki rasgele kişiler arasında bir “beyaz körlük” salgını başlar. İnsanlar, âdeta dünyanın bütün ışıkları gözlerinin içine dolmuşçasına her yeri bembeyaz görmektedirler. Bu gizemli hastalık dalgasının sonunda da gerçek bir felaket yaşanır ve kısa bir süre içinde kentte (ya da ülkede, burası çok net değil) yaşayan herkes kör olur. Her nasılsa kör olmamayı başarmış yegâne insan ise görünürde hiç bir ekstra yeteneği ya da özelliği bulunmayan tipik bir ev kadınıdır. Doktor olan eşine sadâkatle bağlı, ona gün boyunca güzel yemekler hazırlayıp akşam olduğunda da sevgiyle karşılayan ideal bir eş…


İlk şokun atlatılmasının ardından oluşturulan yeni toplumsal düzende güçsüzler büyük sorunlarla karşılaşırlar. Fiziksel açıdan daha güçlü ve suça eğilimli olanlar, hiç zaman yitirmeksizin zayıfların tepesine binerler, bu da kentte giderek bir “korku düzeni”nin oluşmasına yol açar. Dünyaya hâlâ gören gözlerle bakabilen tek insan konumundaki “doktorun karısı”, bu ayrıcalıklı konumunu bozulan toplumsal düzeni ve ahlâkî dengeleri yeniden tessi etmek için kullanması gerektiğini kavrayarak, yakınlarındaki yedi kör kişinin önderi olur. Zoraki kahramanımız bu kişileri despotik bir karantinadan kaçırmaya çalışırken, aynı zamanda uygarlığın adım adım yıkılışına da tanıklık edecektir.


'Tanrı Kent' hem kariyerinin dönüm noktası, hem de baş belası oldu!

1955-São Paulo doğumlu Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles, 2000'lerin başlarına kadar daha ziyade ülkesi ve en fazla da Güney Amerika kıtasında belirli bir tanınırlığı olan kendi hâlinde bir sinemacıyken, 2002 tarihli olay filmi “Tanrı-Kent” (Cidade de Deus) ile hem ödüller ve övgülere boğuldu, hem de dünya çapında bir şöhrete ulaştı. Rio De Janeiro kentindeki -“devlet”in bile giremediği, daha doğru bir ifadeyle kendi kaderine terk ettiği- ünlü varoş mahallesini anlatan bu filmde yakaladığı sarsıcı gerçeklik duygusuyla sinemaseverleri allak bullak eden Meirelles, anılan yapıtı üzerinden çıtayı bir kez öylesine yükseltmiş oldu ki “Tanrı-Kent”in görkemli başarısı zamanla onun hem kalite simgesi, hem de yine en büyük handikapına dönüştü. Sanatçının sonradan yönettiği her filmi “Tanrı-Kent” ile kıyaslamayı alışkanlık hâline getiren hayranları, o yüzdendir ki aslında kendi içinde son derece derli toplu ve başarılı bir çalışma olan “Yerleşik Bahçıvan”ı (The Constant Gardener, 2005) kazandığı bütün ödüllere karşılık yine de belirli bir mesafeyle karşıladılar. Filmi yere göğe sığdıramayanlar olduğu gibi, “kaynak aldığı kitabı katleden çok kötü bir uyarlama” şeklinde yorumlayanlar da çıktı.

İngiliz yazar John Le Carré'ın aynı adlı romanından beyazperdeye aktardığı bu filmiyle edebiyat uyarlamaları arenasına zorlu bir giriş yapan Meirelles, arada ülkesinin en popüler televizyon dizilerinden biri olarak bilinen “Cidade dos Homens” (Erkekler Kenti) için çektiği dört bölüm sayılmazsa, o tarihten itibaren derin bir suskunluk içindeydi. 2008 Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olarak perdeye yansıyan “Körlük” ortaya çıktığında ise bu sessizliğin aslında fırtına öncesindeki derin bir hazırlık dönemi olduğu anlaşılacaktı. Ve nitekim, sanatçının yeni çalışması da tıpkı önceki gibi sinemaseverleri küresel ölçekte ikiye bölmekte gecikmedi. Beğenenler tarafından sıkı bir başyapıt olarak nitelendirilen film, beğenmeyenler tarafından ise “gerçek bir sıkıntı kaynağı” olarak tanımlanıyordu.


'Kabuğa aşabilenler' için güçlü bir sinema örneği

Altını çizerek belirtelim ki “Körlük”, sinemayı daha ziyade kitlesel bir eğlence boyutuyla seven izleyiciler için tahammülü oldukça zor bir film… Ağır ilerleyen temposu, genç izleyiciler için kavranması gerçekten de zor olabilecek kimi metaforik göndermeleri, yakın planda gösterilen “insan dışkıları”ndan “sert bir tecavüz”e uzanan kimi bunaltıcı bölümleri nedeniyle, kesinlikle bir gişe filmi değil bu. Şimdiye kadar kazanmış olduğu 13 ödül ve bir o kadar ödül adaylığı da bu gerçeği değiştirmiyor. O nedenle, hafta sonunda niyeti biraz eğlenmek, biraz heyecanlanmak, biraz da hüzünlenmek olanlar için heybemizde her zevke uygun daha başka örnekler bulunuyor. Sözgelimi, perdede teknolojik gösteriler ve bolca heyecan görmek isteyenlere “Yok Edici-4”ü; biraz serüven ve ağırlıklı olarak da hüzün arayanlara “Aşk Uğruna”yı; bol kanlı korku-gerilim öykülerinden hoşlananlara ise (en azından bazı çekincelerimizi önceden titizlikle belirterek) “Peşinde Ölüm Var”ı önermemiz olası…

Pekiyi, bu dördüncü filmin müşterisi kim olabilir?

Cevap basit… Sinemaseverliği uzun ve meşakkatli bir yolculuk olarak kabul eden, bu yolculuğun ilk aşamalarında karşısına çıkan muhtelif zorluk ve engelleri de (böyle bir maratonun büyük ödülü konumundaki anlamlı bir “öz”e ulaşabilmek için) sabırla aşmayı bilen rafine bir izleyici kitlesi, hiç kuşkusuz ki böylesine “zahmetli” bir filmden de hak ettiği damak tadını alacaktır. Çünkü, uyarlamaya esas teşkil eden prestijli roman gibi, Meirelles'in de aslî derdi ne “dışkı” ne “tecavüz” üzerine film öykü anlatmak… Bütün bu itici, giderek mide bulandırıcı görsel unsurlar, insanlığa ilişkin trajik bir “hâl”in, çöken ahlâkî ve insanî değerlerin tasvirinde kullanılan sert birer enstrümandan daha öte anlam taşımıyor yönetmen için. Doğaldır ki böyle bir sinema dili, sanatçının uygarlık ve uygarlığı oluşturan moral değerlerin çöküşü sorunsalı üzerine hemen bütün filmlerinde gözlenen entelektüel kaygılarını pek de iyi bilmeyenler açısından özellikle bazı bölümleriyle bir hayli yadırgatıcı olabilir.

Bu yüzden, her şeye karşın “Gideyim de şu Brezilyalı yönetmenin sinemasını bir keşfedeyim” diye düşünenler, filmin üzerini kaplayan sert kabuğu kırıp içindeki aslî amaca; insan doğasında her zaman sinsi bir biçimde patlama sırasını bekleyen şiddet ve bu şiddetin yayılgan karakteri, yanı sıra da “bakmak” ve “görmek” arasındaki fark üzerine anlamlı mesajlarına ulaşabilmek için yoğun bir çaba göstermek durumunda kalacaklarını peşinen bilmeliler…


Böyle bir tahammülü gösterebilenler; sözgelimi Portekizli yazar José Saramago'nun filmin senaryosuna kaynaklık eden ve Türkiye'de de “Körlük” adıyla yayımlanan romanını daha önce beğeniyle okumuş olanlar, siyasî, felsefî ve ahlâkî metaforlarla bezeli bu sine-uyarlamadan da yaklaşık bir keyif alacaklardır. Sözün burasında, “Körlük”ün uyarlama senaryosunun yazarı Don McKellar'ın aynı zamanda filmde “hırsız” rolünde boy gösterdiğini de küçük bir not olarak düşelim.


Ancak, yok eğer, “Ben kırk yılda bir sinemaya gittiğimde bu kadar zahmete katlanamam arkadaşım, perdede katıksız eğlence görmek isterim” diyen izleyicilerin grubunda yer alıyorsanız, o durumda sizleri de iki saat boyunca yorucu ve dahası -bazı bölümleriyle- rahatsız edici bir gösteri bekliyor demektir.


Bu arada, filmlerin internet sitelerindeki tasarımları önemseyenlere de bir diğer not… “Körlük”ün sitesi, filmin konseptine son derece uyan görsel tasarımıyla, bu alanda son yıllarda gördüğüm en başarılı çalışmalardan biri. Bakmadan geçmemek iyi olur.