2002 tarihli “Tanrı-Kent” filmiyle uluslararası üne kavuşan Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles, Portekizli yazar José Saramago'nun 'beyazperdeye aktarılması imkânsız' olarak nitelenen popüler romanından uyarladığı son filminde zoru başararak, edebiyat-sinema ilişkilerinde çok önemli bir dönüm noktasına imza atıyor.
Günümüzün dünyası… Modern bir kentte hayat her zamanki rutin düzeni içinde akıp gitmekteyken, önce trafikte araç kullanan bir sürücünün gözleri ansızın kör olur; ardından da kentin değişik noktalarındaki rasgele kişiler arasında bir “beyaz körlük” salgını başlar. İnsanlar, âdeta dünyanın bütün ışıkları gözlerinin içine dolmuşçasına her yeri bembeyaz görmektedirler. Bu gizemli hastalık dalgasının sonunda da gerçek bir felaket yaşanır ve kısa bir süre içinde kentte (ya da ülkede, burası çok net değil) yaşayan herkes kör olur. Her nasılsa kör olmamayı başarmış yegâne insan ise görünürde hiç bir ekstra yeteneği ya da özelliği bulunmayan tipik bir ev kadınıdır. Doktor olan eşine sadâkatle bağlı, ona gün boyunca güzel yemekler hazırlayıp akşam olduğunda da sevgiyle karşılayan ideal bir eş…
İlk şokun atlatılmasının ardından oluşturulan yeni toplumsal düzende güçsüzler büyük sorunlarla karşılaşırlar. Fiziksel açıdan daha güçlü ve suça eğilimli olanlar, hiç zaman yitirmeksizin zayıfların tepesine binerler, bu da kentte giderek bir “korku düzeni”nin oluşmasına yol açar. Dünyaya hâlâ gören gözlerle bakabilen tek insan konumundaki “doktorun karısı”, bu ayrıcalıklı konumunu bozulan toplumsal düzeni ve ahlâkî dengeleri yeniden tessi etmek için kullanması gerektiğini kavrayarak, yakınlarındaki yedi kör kişinin önderi olur. Zoraki kahramanımız bu kişileri despotik bir karantinadan kaçırmaya çalışırken, aynı zamanda uygarlığın adım adım yıkılışına da tanıklık edecektir.
İngiliz yazar John Le Carré'ın aynı adlı romanından beyazperdeye aktardığı bu filmiyle edebiyat uyarlamaları arenasına zorlu bir giriş yapan Meirelles, arada ülkesinin en popüler televizyon dizilerinden biri olarak bilinen “Cidade dos Homens” (Erkekler Kenti) için çektiği dört bölüm sayılmazsa, o tarihten itibaren derin bir suskunluk içindeydi. 2008 Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olarak perdeye yansıyan “Körlük” ortaya çıktığında ise bu sessizliğin aslında fırtına öncesindeki derin bir hazırlık dönemi olduğu anlaşılacaktı. Ve nitekim, sanatçının yeni çalışması da tıpkı önceki gibi sinemaseverleri küresel ölçekte ikiye bölmekte gecikmedi. Beğenenler tarafından sıkı bir başyapıt olarak nitelendirilen film, beğenmeyenler tarafından ise “gerçek bir sıkıntı kaynağı” olarak tanımlanıyordu.
Bu yüzden, her şeye karşın “Gideyim de şu Brezilyalı yönetmenin sinemasını bir keşfedeyim” diye düşünenler, filmin üzerini kaplayan sert kabuğu kırıp içindeki aslî amaca; insan doğasında her zaman sinsi bir biçimde patlama sırasını bekleyen şiddet ve bu şiddetin yayılgan karakteri, yanı sıra da “bakmak” ve “görmek” arasındaki fark üzerine anlamlı mesajlarına ulaşabilmek için yoğun bir çaba göstermek durumunda kalacaklarını peşinen bilmeliler…
Böyle bir tahammülü gösterebilenler; sözgelimi Portekizli yazar José Saramago'nun filmin senaryosuna kaynaklık eden ve Türkiye'de de “Körlük” adıyla yayımlanan romanını daha önce beğeniyle okumuş olanlar, siyasî, felsefî ve ahlâkî metaforlarla bezeli bu sine-uyarlamadan da yaklaşık bir keyif alacaklardır. Sözün burasında, “Körlük”ün uyarlama senaryosunun yazarı Don McKellar'ın aynı zamanda filmde “hırsız” rolünde boy gösterdiğini de küçük bir not olarak düşelim.
Ancak, yok eğer, “Ben kırk yılda bir sinemaya gittiğimde bu kadar zahmete katlanamam arkadaşım, perdede katıksız eğlence görmek isterim” diyen izleyicilerin grubunda yer alıyorsanız, o durumda sizleri de iki saat boyunca yorucu ve dahası -bazı bölümleriyle- rahatsız edici bir gösteri bekliyor demektir.
Bu arada, filmlerin internet sitelerindeki tasarımları önemseyenlere de bir diğer not… “Körlük”ün sitesi, filmin konseptine son derece uyan görsel tasarımıyla, bu alanda son yıllarda gördüğüm en başarılı çalışmalardan biri. Bakmadan geçmemek iyi olur.