Takva, Büşra gibi filmler kavanozu dıştan yalıyor

Kübra&Büşra
00:007/03/2010, Pazar
G: 6/03/2010, Cumartesi
Yeni Şafak
Takva, Büşra gibi filmler kavanozu dıştan yalıyor
Takva, Büşra gibi filmler kavanozu dıştan yalıyor

Yirmi yıl önce 'Yalnız Değilsiniz' filmiyle dikkatleri üzerine çeken Mesut Uçakan ortak mesajı vurgulayan 'Büşra' filmindeki yanlış yönlendirmeleri eleştiriyor ve şöyle diyor;

Mesut Uçakan 1990 yılında inancını yaşamak isteyen örtülü genç kızlara filmindeki Serpil karakteriyle 'Yalnız Değilsiniz' demişti. 'Yirmi yıl sonra Büşra filmi 'yalnızlığını ne kadar gizleyebilirsin?' sorusuyla karşımıza çıkıyor. Bu iki filmin teması aynı fakat dert edindikleri nokta bir hayli farklı. Büşra'yı Beyaz Sinema öncülerinden Mesut Uçakan'la birlikte izledik. Ardından Serpilleri, Büşraları ve 'öteki beriki'yi konuştuk...
Bundan yirmi yıl önce ' Yalnız Değilsiniz' filmini yaptınız. 'Yalnız Değilsiniz' açık bir kızın dindarlaşma öyküsünü anlatırken Büşra'da ise tam tersi sorgulanıyor. Aradaki fark ne?

Fark şu:'Yalnız Değilsiniz' inancı tercih ettiğin zaman 'yalnız değilsin' derken, Büşra filmi “dini yaşama biçimi olarak görmeyen laik bir mantığı tercih ettiğin zaman yalnız değilsin' diyor. Zıt bir yaklaşım içerisinde.

Bir kasıt görüyor musunuz?

Filmin her sahnesinde kasıt var. Dikkatli baktığınızda bu görülüyor. “Sizin dini yaşantınıza da saygı duyuyoruz” diyen ama arka planda seyirciyi kendi düşüncesine çekme ve bu yönde sert mesajlar verme çabasında bir mantık çok açık hissettiriyor kendini.

'Yalnız Değilsiniz' filminden sonra diğer kanaldan çok eleştiri almıştınız. Siz o kesimi ne kadar objektif yansıttınız?

Doğrusu, biz de tam yansıtamadık. Bu türdeki eleştiriler genelde haklı. Çünkü inancımız gereği doğal olarak batıl bir hayatın içine bizzat girip yaşayamıyoruz, içki içemiyoruz, barlarda oturamıyoruz. Dolayısıyla, bu tür sahneleri de genel kültürümüzle şekillendirmeye çalışıyoruz. Sonuçta da ortaya kurmaca film çıkıyor. Büşra'nın da yaptığı bu.

Bu ne kadar doğru?

Seyirciye önce bir mesaj, bir fikir verme endişesi ile yaklaşıyorsanız bu kaçınılmaz bir durum. Olaylarınızı, tiplerinizi ona göre kurguluyorsunuz. Hayat zaten bir kurgudur. Her ne kadar bu durum sanatın kurallarına ters gibi görünüyorsa da her yönetmen öyle veya böyle bir kurgunun içindedir.

Filmlerinizde doğrudan bir anlatım var. Bu kadarına gerek var mı?

'Yalnız Değilsiniz'i çektiğimiz 90'lı yıllarda koyu bir fikir çatışması vardı. Bu mesaj kaygıları sanata daha sert yansıdı.

Şimdi?

Sinemada anlatım biçimleri değişti. Seyirci, ideolojik yaklaşımlardan uzaklaştı.

Sinema da 'Ben ve öteki' hep olacak mı?

Her dönemde olacağını düşünüyorum. Fakat, bu durum zaman içerisinde bazen hararetleniyor, bazen de azalıyor. Bu dönemde de hararetini kaybetmiş gibi görünüyor ama üzerini biraz eşelediğiniz zaman 'ben ve öteki' anlayışının karşımıza yine en sert biçimde çıktığını görüyoruz. “Büşra” da böyle. Hoşgörülü gibi görünüyor ama arkası öyle değil. Hoşgörü maskesi sırıtıyor.

Siz 'ben ve öteki'ye nasıl bakıyorsunuz peki?

Eşya ve hadiselere bakarken bizim ölçü ve kriterlerimiz var. Biz insanlara ve olaylara bakarken Allah'a daha yakın veya uzak, helal veya haram ölçüleriyle bakmak durumundayız.

Hoşgörü?

Bu sert bir bakış gibi görünebilir. Ama öyle değil. İslam, sağlıklı iletişim kurmayı, arkadaş olmayı engellemiyor. İlişkilerimiz bu ölçülere zarar vermemeli. Yeteri kadar hoşgörüsü var.

'Örtülüyse iffetlidir, namaz kılıyorsa küfür etmez' gibi Müslüman insan algısı vardı. Zaman içinde bu kalıplara ne oldu?

Maalesef, artık toplumumuzda başörtüsü namuslu olmanın, namaz kılmak dürüst olmanın kriteri olmaktan çıktı. Çelişkili Müslüman tipleri çoğaldı. İslâm'ı çok iyi bilen, hatta yaşayan biri bakıyorsunuz içki içiyor, ağzından kötü laflar çıkıyor.

Peki sol camiadaki sinemacılar muhafazakar kesimi ne kadar anlıyor veya anlamaya çalışıyor?

Bir taraftan baktığınızda gerçekten anlar gözüküyorlar. Saygı duyan insan olarak görünmek istiyorlar. Bu onlara haz veriyor. Ama içlerindeki çağdaş yaşam algısı ile bu tür inançlara karşı içlerinde yaşattıkları algı çatışıyor. “Takva”da ve “Büşra”da da bunu görebiliyoruz. Filmlerde vermek istedikleri mesajların temelde yıkıcı.

Mesaj ne?

'Benim gibi düşünürsen iyi insansın' tavrı. “Takva”da mürid olarak ele aldıkları bir tip, aptal bir model. Tasavvufun prototipi o değil ki. Mürid, duyarlıdır, hassastır, akıllıdır. Maksat, tarikatı ve dini eleştirmek olunca bu yapılmıyor. “Takva” kurgusu, oyunculuğu, sinema dili başarılı bir film. Çağdaş bir tarikat ortamını ilk defa ele aldığı içinde ilginç ve orijinal. Ama yaklaşımı yanlış.

Büşra'da da aynı bakış var. Pasif bir karakter...

Üstad Necip Fazıl, bu tür tipler için “Kavanozu dıştan yalayanlar” diyor. Bunlar balı ne kadar tarif edebilirler ki. Büşra'da bu tür kafa karışıklığını çok gördüm. Film boyunca, İnançsız 'Yazar ve Türbanlı' Büşra tipleri üzerinden hoşgörü ve birlikte yaşama mesajları verilmeye çalışılırken, finalde beklenmedik bir şekilde Atatürk büstü önünde “türbanını at gel' çağırısı yapılıyor. 'Bize gelirsen yalnız kalmazsın' gibi militan bir noktaya varılıyor.


ARTIK İNANCINI YAŞAYANLAR YALNIZ
Büşra'yı neden siz çekmediniz?

“Yalnız Değilsiniz”i çektiğimde üniversiteye giremeyen, öğrenim hayatları gasp edilmiş başörtülü kızların sorunu ayyuka çıkmıştı. Önce onu anlatmak vardı. “Yalnız Değilsiniz”deki Serpil, din dışı bir hayattan dine gelen bir tipti. Bunun tersi de anlatılmalıydı.

Neden yapmadınız?

Fırsat bulamadık. Bu türde yaşanmış dramlar da çok. Mesela ailesine karşı başını örten ama evden çıkınca başını açan Beyoğlu'nda arkadaşlarıyla barlarda eğlenen, sonra da bir sokakta eroinden dolayı ölü bulunan genç kızın dramı.

Büşra filminde neleri haklı buldunuz?

Her şeyden önce örtü konusunda yapay da olsa 'birbirimizi anlayalım' mesajı hoş. Dini hassasiyeti olanlar artık gözleri fıldır fıldır açılmış, kazma dişli gösterilmiyor. Dini pek önemsemeyen bir ortamda yozlaşmalara da karşı durabilen tavırlarında samimi bir tip yazar tipiyle, inancında samimi bir başörtülü bir tipin aynı düzlemde buluşturulmasını da sevdim.

Böyle bir konuyu dindar olma çabasında olmayan belki de hiç inanmayan biri tarafından çekilmesi önemli bir aşama. Ayrıca, planlamada, çekimde titiz bir çalışma olmuş. Eleştirdikleriniz?

Film, genelde 'Bunların entellektüeli de hiçbirşey bilmez' gibi bir niyet taşıyor. Gazeteci kız çok pasif işlenmiş. Aile baskısıyla örtünmeyen bilinçli bir genç kızın mutlaka bir barda maskeli balo gibi ortamlara karşı bir tepkisi olur. Üstelik, başörtü dramını kendi içinde var olan toplumsal ve psikolojik derinliği ile değerlendirememiş. “Birbirimizi anlayalım” derken samimi değil. Arka planda 'bırakın bu işleri' tavrı var. Oyuncular başarılı ama tiplemeler başarısız, gerçekçi değil.

Neden?

Örtüyü bilinçli takanlar, inançsız birini sevebilirler ama bunun namahremle dansa, maskeli baloya dönüşmesine izin vermezler, en azından tepki gösterirler. Göstermezlerse kendi içlerinde büyük çelişki yaşarlar. Bir de başörtülerini geleneksel olarak ama cahilce takanlar ya da uygun zemin bulunca açanlar var. Hem açarım hem de eğlenirim diyenler. Hepsinden toplumumuzda gani gani var.

Büşra bunların hiç biri değil...

Evet. Cahil deseniz değil, gazetecilik okuyor, bilinçli deseniz belli değil, son derece pasif, koyun gibi. Filmde muhafazakar çizilen diğer tipler de çarpık. Hepsi de demode. Hele Büşra'nın sözlüsü tam bir mafya tipi.

Nasıl olmalıydı peki?

Büşra tam bir dramın ortasında aslında. İnancına sahip bir genç kızın bu ortamda inancına uygun yaşamak isterken çevresi ve kendi duygularıyla çatışması, helal haram ölçüleriyle nefis köpürten çağdaş yaşamın nimetleri arasındaki gerilim çok ilginç ve evrensel bir dram. Yönetmen dramı yakalanabilseydi film çok büyük büyük olabilirdi. Ama bu dramı inanmayan birilerinin yansıtması zor.

Öyle olunca da ortayla hidayet filmleri çıkıyor...

Çıksın, kötü mü? Kötü olan onun veriliş biçimi olmalı. Yani üslup. Kavgamız bununla olmalı. Tersinden bakarsanız “Büşra” da bir hidayet filmi.

Neresi hidayet filmi?

Başörtülü bir genç kızın Atatürk büstü önünde başını açarak, kendince çağdaş laik bir düşünceye çağırıyor.

Filmi izlerken 'Keşke ben çekseydim' dediniz mi?

Şüphesiz ki bir yönetmen her filmi izlediğinde bunu ister. Ama Büşra'yı seyrederken gördüğüm sahnelerde içim acıdı. Elbette bu konuyu doğru anlatmak isterdim.

'Büşra' ve sizin filminizde de ortak tema yalnızlık. Yirmi yıldan bu yana yalnızlığa ne oldu?

Toplum bu yönde sekülerleşti. Muhafazakar çevrelerin siyasette ve ticarette belli imkanlara kavuşmasının ardından “dava heyecanı” unutuldu, çağdaş yaşamın nimetlerinden yararlanma çabaları arttı. Bu da cemaat şuurunu kaybettirdi, bilhassa gençlerimizi yalnızlaştırdı. Bu çözülme solda da kendini gösterdi. Eskinin hızlı Marksistleri şimdinin burjuvaları. Toplumsal bir dönüşüm yaşıyoruz.

Aslında kimler yalnız?

Gençler yalnız. Bu akışa kendini kaptırmayıp hala inancının mücadelesini verme derdinde olanlar yalnız. Bilhassa sanatta. Bunu birebir yaşıyoruz.

Nasıl?

Sinemaya ilk başladığımız dönemlerde, dini hassasiyeti olan çevrelerde büyük bir dayanışma vardı. İlk filmlerimizi işçiden, memurdan, esnaftan küçük paralar toplayarak çektik. Doğru dürüst dindar ama bilinçli bir zenginimiz yoktu. Ama şimdi sene de beş on film çektirebilecek yüzlerce Müslüman iş adamı var filmlerimize sponsor bulamıyoruz. İşte size yalnızlığın açık bir göstergesi.


ÇOK İNSANDAN DUA ALIYORUM

Sinemadan çekilmenizi maddi imkansızlara bağlıyorsunuz. Beyaz sinemanın geri kalmasının tek sebebi bu mu?

Tabii ki değil. Ama maddi imkansızlık pek çok insanın görmeye çalışmadığı gibi gerçek, belimizi kıran bir durum.

Sinema dilinde bir demodelik yok mu?

Son yaptıklarımızda bundan söz edebiliriz. Nitekim ne seyirci geldi filmlerimize ne festivallere sokabildik. Ortada toplumsal bir değişim de var. İtiraf etmem gerekir ki on yıl ara verdiğimiz dönemde bunu doğru okuyamadık.

Neden peki?

Bu süreçte ticari sinema ile entelektüel sinema arasındaki yırtılma çok açılmış. Ya para kazanmayı düşüneceksiniz ya ödül. İkisinin de kriterleri farklı. Birinde hüngür hüngür ağlatma, kah kah güldürme ve aşırı gerilim var. Diğerinde, filmin oyunculuğundan, planlamasına, görüntüsünden, kurgusuna, senaryosundan müziğine akademik dil denemeleri. Bunlar birbirlerine taban tabana zıt şeyler. Biz bu ikisi arasında kaldık. İkisini de mecburduk çünkü. Herhalde bundan sonrakiler artık çok farklı olacak.

Attilla Dorsay; “İslami kesim fırsatları birer birer tepiyor (2006)' başlıklı köşe yazısında “bu zaman için İslami sinemanın atılım yapması gerekirdi” demişti. Şimdi neden olamıyor?

Atilla Dorsay'ın haklı olduğu taraflar var. Ama, yine her değerlendirmesine ötekiler hissini sezmemek mümkün değil.

Nasıl yani?

“Kelebekler Sonsuz Uçar” filminin Çırağan Sarayı'ndaki galası için “Gel, konuşma yap, istersen eleştir.” dedim. Gelmedi. 'Ben bizimkilere ne derim' dedi.

Ama muhafazakar kesimin yazarları da eleştiriyor sizi?

Kuşkusuz, onların da haklı oldukları yanlar var. Hatalarımız elbette olacak. Ama o tür değerlendirmelerimizde de bazı komplekse dayalı yaklaşımları da görebilmek lazım.

Ama bu niyetle bakarsınız objektif olamazsınız ki...

Ben eleştirilere açık olduğumu düşünüyorum. Bu tür olaylara hem mesleki hem de kardeşlik duygusu içerisinde yaklaşan biriyim. Elbette eleştiri olacak. Ama sorun bu değil. Sorun bunun dışa vuruluş biçimi. Bir olayın sadece yanlışlarını değil doğrularını da ortaya koymak ve bunu dostça yapmak, saldırgan üsluplarla değil.

Bu tarz filmleri çekmenin yönetmene marka değeri açısından zararı oluyor mu?

Bu tarz filmleri çekiyor olmak her şeyden önce bir duruş ifade eder. Kimileri, bunca yıl süren bu duruşa saygı duyuyor. Kimileri de kafasında şablon bir yere oturtup dışlıyor küçümsüyor. Bu olacak tabii. Önemli olan duruştaki samimiyeti kaybetmemek ve çok daha önemlisi onu dondurmadan çağın diline göre söyletmesini bilmek.

Uçakan sinemasının bu ülkeye nasıl bir faydası oldu?

'Hayatımı değiştirdin' diyen çok dualar, mesajlar, mailler aldım ve alıyorum. “Yalnız Değilsiniz”, “ İskilipli Atıf Hoca” , “ Reis Bey”, “ Gönül Dosta Gider”, “ Anka Kuşu” bu konularda çok etkili oldu. Filmler sonrası İslami yaşantıya dönen hayatlar tanıyorum. Kabul etmek gerekir ki, merhum Çakmaklı ile birlikte yaptığımız filmler, sistemi ve inançlarını algılamada izleyen nesillerin kafalarında önemli parçalanmalar oluşturdu.


DİNİ HASASİYETLERLE FİLM YAPMAK ÇOK ZOR

Beyaz perdedeki örtülü kadın profili neden belli kalıpları kıramıyor? Burada yönetmenlerin hatası yok mu?

Bizim hayata karşı önemli şeyler söylemek gibi bir kaygımız olduğu için, insanlara örnek olarak göstereceğimiz başörtülü genç kızı iç çelişkileriyle anlatamazdık. Hep idealist ve mükemmel bir insanmış gibi gösterdik. Ama şimdi böyle düşünmüyorum. Şimdi bütün çelişkileriyle gösterilmesi lazım.

Dini hassasiyetlerle film yapmak yönetmenin alanını kısıtlıyor mu?

Evet. Bu da bir dram. Sinemadaki mevcut sanatsal yaklaşımla bir konuyu dini ölçüleri zedelemeden yansıtmak daima çatışmayı beraberinde getiriyor.

Nasıl?

Sanatta doğal olmak önemlidir. Bir sevişme sahnesi gerekiyorsa çekinmemelisiniz. Ya da daha hafifiyle bir plaj görüntüsü. Ama, ahlaki kaygılarınız buna müsaade etmez. Çünkü, kötüyü gösterme çabasıyla da kötüye hizmet etmek gibi bir duruma düşebilirsiniz. Bediuzzuman bunu “Batılı göstermek için saf zihinleri bozmamak” şeklinde açıklar.

Peki, hiç kendinizi eleştiriyor musunuz? Mesaj vereyim derken, kaş yaparken göz çıkardınız mı?

Bilmem. Yer yer olabilir tabii. O yüzden, her yaptığımızda Allah rızasını gözetmeye çalışırken yaptığımız sinemanın İslamî bir sinema olmadığına ısrarla vurgu yapıyoruz. Hataylarımız dine mal edilmemeli.

Sizin yaptığınız sinemaya ne deniyor?

Bize geçiş sineması denebilir.