Bu hafta sonu, her ikisinin de adlarında 'ölüm' sözcüğü geçen ve afişleri kana bulanmış iki Güney Kore vahşet filmi aynı anda gösterime girince, ben de artık sabrımın sınırlarına ulaşmış oldum. Korku ve şiddet türünün en grotesk örneklerini çekmeyi uluslararası sinema arenasındaki varoluşlarının neredeyse yegâne formülü olarak görmeye başlayan bu Asya-Pasifik ülkesinin sinemacıları, son 10-15 yıldır resmen 'toplu bir cinnet' yaşıyorlar. Böylesine hastalıklı bir gidişe verilebilecek en iyi cevap da onları gişede yalnız bırakmak olacaktır!
Sinema dünyasında Japonya, Çin, Tayland ve Güney Kore gibi Uzak Asya ülkelerinin başını çektiği, pek çoğunu da hastalıklı bir ruh hâlinin peliküle kazınmış örnekleri olarak gördüğüm “kan gölü filmleri” furyasına ilişkin olarak, benim Yeni Şafak sayfalarında yayımlanan ilk eleştirel yazım değil bu… Aksine, aynı konuyu son beş yıl içinde gerek ana gazetede pazar günleri yer alan sinema sayfamda, gerekse Cumartesi Eki'nin sinemaya ayırdığımız bölümlerinde bıkmadan usanmadan, defalarca ele aldım. İyi bilinsin ki, bu ödünsüz duruşu, her seferinde en azından 3-5 genç okurumu içine düştükleri dipsiz kuyulardan çekip çıkarabilmek umuduyla daha uzunca bir süre inatla sergileyeceğim.
Dediğim gibi, daha önce benzer bir eleştirelliği pek çok kez dile getirmiştim; yazdıklarım da Asya-Pasifik bölgesinden fışkıran böylesi sinemasal psikopatlıklara meftun olan kimi çevreleri fena kızdırmıştı. Fakat, benim gibi, sinema yazarlığı mesleğini belli bir ideal çerçevesinde yürüten “ideolojik” adamlar eğer ki demirden korksalardı, o zaman trene binmezlerdi! O yüzden, hiçbir zaman geri adım atmaksızın ardında durduğum keskin bir tezi şimdi yine tekrarlıyorum:
Ha, yeryüzünde “korku-gerilim” sinemasını gözde bir alt-tür olarak benimsemiş, bu yönde zaman zaman da oldukça sert yapıtlar ortaya koymuş başka ülkeler ve başka uluslardan sinemacılar yok mu? Elbette ki var. En başta Hollywood bu işin kalesi zaten… Ancak, adına Frenkçe “gore” denilen, benim de yazılarımda “kan gölü” deyimiyle karşılamaya çalıştığım bu anlatılar hiçbir zaman ne Hollywood'u, ne de Avrupa'daki sinemasal algıyı bütün bütün temsil eden başat bir furyaya dönüşmedi; öteden beri fanatik meraklılarıyla yetinmeyi bilen marjinal bir moda olarak kaldı. Dahası, ana akım sinema içindeki o özel yerini benimseyip sevdi de…
Fakat, genç kuşak Güney Koreli yönetmenlerin son 10-15 yıl içinde verdiği ürünlere baktığımızda -ki anılan topluluğa rahatlıkla Japon, Taylandlı ve Çinli sinemacıların önemli bir bölümü de dahil edilebilir- “kan gölü filmleri”nin bu ülkelerden çıkan sinemanın neredeyse tek temsilcisi olmaya doğru hızla gittiğini gözlemlemekteyiz.
Hiçbir sanatsal akım, sosyolojik gerekçelerden bağımsız olarak açıklanamaz. Çekik gözlü sinemacıların bu denli acı çekmeye-çektirmeye meyyal bir çizgiye doğru evrilmelerinde (gerek Japonya, gerekse Güney Kore örneklerinde açıkça görülen) “ABD esareti altında yaşama” olgusunun trajik bir ağırlığı var. Biri 2. Dünya Savaşı, diğeri ise ülkeyi 1950'lerin başlarından ikiye bölen iç savaştan dolayı Amerikan emperyalizminin temsilcileriyle kendilerini boyunduruk altına alıcı muhtelif askerî-siyasal-ekonomik anlaşmalar yapmış olan her iki ülke de söz konusu esaret hâline bağlı olarak içten içe acı çekiyor. Çünkü Japonlar da Koreliler de özünde son derece gururlu insanlar ve topraklarında kendilerine sürekli “hayt-huyt” çekilen Amerikan üslerinin olmasından hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Bu da 50-60 yıldır alttan alta sürüp giden, bireyleri sivili, askeri, siyasetçisi, bilim adamı ve sanatçısıyla gitgide sado-mazohist bir kimliğe sürükleyen o ağır toplumsal travmanın en önemli sebebi…
O yüzden, bireysel şiddeti alabildiğine yücelten, genç insanların (özellikle liseli gençlerin) duygusallıkları ve cinselliklerini de sık sık istismar eden Asya kökenli bu vahşet filmlerine kesin bir tavırla “Hayır!” dememiz gerekiyor. Hem salonlarda izlediğimiz sinema filmleri olarak, hem de evlerimizde DVD-VCD formatında tükettiğimiz örnekleriyle… Ta ki aynı diyarlardan daha bir insancıl çizgide ve yumuşak başlı öyküler geldiğini görene kadar…