Doğunun En Batısı Batının En Doğusu

Sadık Yalsızuçanlar
00:0017/01/2009, Cumartesi
G: 16/01/2009, Cuma
Yeni Şafak
Doğunun En Batısı Batının En Doğusu
Doğunun En Batısı Batının En Doğusu

Anadolu, 'güneşin doğduğu yer'dir. Horasan da aynı anlama gelir. Viyana'ya göre Budapeşte Anadolu'dur. Budapeşte'ye göre Belgrad, Belgrad'a göre Sofya, Sofya'ya göre Edirne, Edirne'ye göre İstanbul Anadolu'dur. İstanbul, doğunun en batısı, batının en doğusudur.

Bizim kültürel ve manevi merkezimiz İstanbul'dur. Bugün, Sırpların bile kolektif hafızasının derinliklerinde böyledir. Mekke, arzın ruhu, İstanbul kalbidir. Kalp, ilahi merkezdir. Allah'ın her şehirde bir ism-i şerifi baskındır. İstanbul'da baskın olan ilahi isim, el-Cami'dir. Cami, cem eden, toplayan, birleştiren, birleyen, birlenendir. İstanbul, irfani gelenekleri toplar, farklı kavimleri birleştirir, dinleri cem eder, suları, toprakları, iklimleri tevhid eder. Bu birlik, İstanbul'un ruhunda hala gerçekleşmektedir. Bir sosyal bilimcimizin ironik biçimde belirlediği gibi, İstanbul'u, Osmanlılar 1453'te fethetmiş, Türkler 1950'lerde, Lazlar 1970'lerde, Kürtler ise 1980'lerde 'işgal' etmiştir. Buradaki ironi, şehrin çeyrek yüzyılda onbeş milyona yakın göç almış olmasındandır. İleriye dönük projeksiyonların zamanında yapılamayışı ve ruhtaki düzensizlikten altyapı sorunları, ulaşım vb. sorunlar şişmiş, şehri yorucu ve çekilmez hale getirmiştir.

İki kıtanın üzerine kurulu bu dünya güzeli, bütün bu çarpıklığa rağmen hala insanları çekmekte, insanla tabiat arasındaki ilişkinin kopmaması için direnmekte, bizim irfani geleneklerimizin ve medeniyet birikimlerimizin yuvası olmayı sürdürmektedir.

İstanbul, toplayan, birleştiren ve birleyen ruhuyla, yeryüzünün kalbi olmaya devam etmektedir.

İstanbul'a geldiğinde, güzellik, görkem ve karmaşa karşısında afallayan, orta ölçekli bir şok yaşayan her taşralı gibi ben de 1979 yılında Haydarpaşa garından ilk girdiğimde, Yeşilçam filmlerindeki o sahneyi yaşamış, sonra o coşkunun, kaosun ve güzellin içine girerek kendimi yitirmiştim. Bir öykücü olarak sonradan yavaş yavaş keşfetmeye başladığım İstanbul'un bu coşkun yanı beni de daima çekip durdu. Ankara'da yaşamama rağmen, bir İstanbul aşığı oldum.

Dünyanın bir çok büyük kentini gördüm, gezdim, lakin İstanbul gibisini bulamadım, tadamadım.

İstanbul, bugün kentsel sorunları giderek daha da büyüyen, kronikleşen bir şehir olarak bu çekiciliğini koruyabiliyor.

İstanbul'da binlerce peygamber, bilge, aziz ve sanatkar yatıyor. Bu azizlerin mübarek bedenleri, iklimin zeminini besliyor, hafızasını koruyor.

İstanbul'un dolayısıyla arzın merkezi olarak Fatih camii ve türbesi, sur içi, bir başka manevi ve kültürel merkez olarak Üsküdar, Merkez efendi, Seyit nizam, Ak Şemsettin, Yuşa ve dünyanın en güzel manzarası olarak Çamlıca…bütün bunlar, bizim medeniyet belleğimizin menzillerini oluşturuyor.

İstanbul, ötekini yok ederek var kılınamayacağının en değerli tarihsel geleneklerini ve öğretilerini de bünyesinde saklıyor. Rum'u, Ermenisi, Çingenesi, Yahudisi, Müslümanı, Türkü, Lazı, Çerkezi, Kürdü, Arabı, Acemiyle, yüzlerce etnisitesi, dindarı, dinsizi, günahkarı, dindarı, mümini ve kafiri, sanatçısı, sokak insanı, aristokratı, taşralı burjuvazisiyle, İstanbul, dünyanın bütün renklerini içerisinde barındırabiliyor. Birlikte yaşama kabiliyetleri bakımından da dünyanın önde gelen şehri İstanbul.

Necip Fazıl'ın deyişiyle, sanki 'ruhumuzu eritip de kalıpta dondurmuşlar/onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar….'