Bir toplumsal sorunu çözmek için, bilinen en makbul yol, soruna yol açan nedenleri ortadan kaldırmaya çalışmak ve mağdur olan kesimlerin mağduriyetlerini giderecek önlemler almaktır
AKP iktidarın ilk döneminde Kürt sorunundaki bu handikaplarını önemli ölçüde gölgeleme başarısı gösterdi. Mesela Başbakan 2005 Ağustos'unda Diyarbakır'a geldi ve “Ülkede bir Kürt sorunu vardır, bu sorunun ortaya çıkmasında ve çözülememesinde devletin de hataları olmuştur, demokratik devlet hatalarını kabul eden devlettir” dedi ve çözüm için “daha fazla hak ve daha fazla özgürlüğü esas alan demokratik cumhuriyet”i adres gösterdi. Bu niyet beyanı, hem AKP'nin Kürt sorununa dair siyasi bir projesinin bulunmadığı gerçeğinin, hem AKP'deki genel demokratik zihniyet eksikliğinin, hem de AKP içerisindeki etkin devletçi kesimin demokratik çözümden ne denli uzak olduğunun ortaya dökülmesini önleyen bir işlev gördü. Ancak Temmuz 2007 seçim zaferinden sonra yeni dönem başladı. Yüzde 47 oy almasını merkeze oturmanın tescili olarak yorumlayan AKP, Kürt sorununda da merkezin bunca yıldır sürdürdüğü politikaların uygulayıcısı olmayı tercih etti. Bu politika ise, AKP'nin Kürt sorunundaki olumsuz yönlerinin açığa çıkmasına vesile oldu.
Siyasal iktidarın, Kürt sorununa ilişkin üç önemli sıkıntısı var: İlki, AKP'nin bu sorun hakkında üzerinde incelikli olarak tartışılmış, somut ve uygula-nabilir bir demokratik projesinin yokluğudur. İkincisi ise, AKP içerisinde güçlü bir devletçi kanadın varlığı ve bu kanadın sorunun çözümü için hak ve özgürlük odaklı bir demokratik sürecin işlemesinin önünde ciddi bir engel oluşturmasıdır. Üçüncüsü ise, genel olarak demokratik zihniyetin AKP içerisinde tam anlamıyla içselleştirilmemesi ve partiye hakim kılınamamasıdır. AKP'deki bu demokratik zihniyet eksikliği, özellikle Kürt sorunu gündeme geldiğinde hemen su yüzüne çıkıyor. Bunu somutlayan son örnek Diyarbakır'da yaşandı. Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu'nun anadil gibi en temel haklar arasında yer alan bir talebi dillendirmesine Başbakan “Bekara karı boşamak kolay, Kürtlere verirsek diğerleri de ister” gibi demokratik bir bakışla bağdaştırılması mümkün olmayan bir yanıt verdi.
Seçim öncesinde sınır-dışına yapılacak bir harekata ısrarla direnen AKP, seçimin hemen ertesinde tezkereyi Meclis'ten çıkardı. Önce hava operasyonları yapıldı, şimdi ise kara operasyonlarına başlandı. Kara operasyonunun başlamasının üzerinden henüz çok kısa bir süre geçti, ama daha şimdiden 100'ü üzerinde insanın hayatını kaybettiği bilgisi kamuoyuna sunuldu. Her ölüm haberi -başta düştüğü aile ocakları olmak üzere- insanlıktan ve vicdandan nasibini almış herkesin yüreğini dağladı.
Geçmiş, -eğer üzerinde hakkaniyetli ve objektif bir değerlendirme yapılırsa- geleceğe dönük politikaları belirlemede son derece değerli ve önemlidir. Kürt sorununun ve bu sorun bağlamında yapılan operasyonların geçmişine bakıldığında ise görülen; bu ve benzeri nitelikli operasyonlarla Kürt sorununu nihai olarak bitirmenin mümkün olmadığıdır. Bundan önce yapılan ve sayısı onlarla ifade edilen operasyonlarda da PKK'ya birçok alanda önemli zayiatlar verdirilmiştir ama bu hiçbir zaman PKK'nın tamamıyla ortadan kalkması anlamına gelmemiştir. Her askerî operasyondan sonra belli bir dönem PKK sessizliğe çekilmiş, toparlanmaya çalışmış ve ertesinde eylemlerine yeniden başladı. Çok büyük bir ihtimalle bu operasyondan sonra da benzer bir süreç işleyecektir. Bu itibarla denilebilir ki, askerî operasyonlarla ne Kürt sorununu ve ne de bu sorundan doğan PKK'yı bitirmenin imkânı vardır.
Siyasetçileri ve bürokratlarıyla devleti yönetenlerin artık şu gerçeği kabul etmeleri lazım gelir: Toplumsal bir mesele salt asayiş metotlarıyla bir çözüme kavuşturulamaz. Bunun başlıca üç nedeninden bahsedilebilir:
Birincisi, pür askeri önlemlerle sorunu bir hal yoluna koymaya yeltenmek, bütün vatandaşların özgürlüklerinden bir parça kaybetmelerine sebep olur, bir baskı ortamının yaratılmasını kaçınılmaz kılar. Bir toplumsal sorunu çözmek için, bilinen en makbul yol, bu soruna yol açan nedenleri minimize etmeye çalışmak ve bu sorundan mağdur olan kesimlerin mağduriyetlerini giderip meşru taleplerini demokratik tedbirlerle karşılamaktır. Ne var ki askeri yöntemlere bel bağladığında böyle bir yol takip edilmez. Aksine toplumsal sorunu yaratan talepler yok sayılır, bu talepleri yüksek sesle dilendirenler ve farklı sesler bastırılır. Türkiye, Kürt meselesi özelinde bu deneyimi bir çok kez yaşadı.
İkincisi, askeri önlemler boşa çıkmaya yazgılıdırlar ve bu önlemler boşa çıktıkça da toplumdaki kin ve intikam duygularının artması sonucunu doğururlar. Zira, her operasyonda önüne geçilemez bir biçimde gencecik insanlar yaşamlarını yitirirler. Her ölüm, ölen gencin ailesine tarifi imkansız bir acı yaşatmasının yanında, farklı toplumsal kesimlerin bir arada yaşamasını mümkün kılan dokunun da zayıflaması anlamına gelir. Her ölüm haberi bu haberi alan ve ölen genci kendine ait sayan toplumsal kesimlerde bir travmaya yol açar. Bu kesimler, kendilerinden saydıkları insanların ölümleri arttıkça, bu ölümlere sebebiyet olduklarını düşündükleri diğerlerini ötekileştirir ve onlara karşı bileylenir. Bu ortam, karşılıklı milliyetçiliklerin yükselmesini sağlayan bir ortamdır. Türkiye'de medyanın bu ortamın oluşmasında ve gelişmesinde çok önemli bir dahlinin olduğunu da eklemek gerekir. Örneğin, son birkaç gündür genel olarak medyanın operasyonları veriş tarzının, karşılıklı milliyetçiliklerin yükselmesine hizmet ettiği söylenebilir. Şöyle ki:
a) Medya bir taraftan operasyonu son derece abartılı bir dille sunuyor ve PKK'lıların ölüm haberini sevinç çığlıkları içinde veriyor. Bunu yaparken, Türk kamuoyunda bir “oh olsun” duygusunun yaratılmasına katkıda bulunuyor ve Türk milliyetçiliğini kamçılıyor. Ama bunu yaparken çocuğu dağda olan ve her dem ondan gelecek bir felaket haberini korkulu gözlerle eli yüreğinde bekleyen Kürt ailelerinin de nefretini kazanıyor ve Kürt milliyetçiliğinin değirmenine su taşıyor.
b) Diğer yandan ise medya, şehit haberlerini, bir insanın ölümünden duyulan acıyı paylaşmayı ve onun ailesinin yasını tutmayı amaçlayan mutedil ve saygılı bir üslupla değil, vatan için ölmeyi sıradanlaştıran ve kutsayan provokatif bir dille sunmaya özel gayret sarf ediyor. Ölme ve öldürmenin bu şekilde doğallaştırılması, karşılıklı yükselen milliyetçiliklerde şiddetin meşru bir olgu olarak kabullenilmesini hızlandırıyor ve daha fazla şiddeti öngören taleplere kapı aralıyor. (Cumartesi ve Pazar günü oynanan maçlarda, stadyumdakilerin kendilerinden geçercesine ölümü kutsayan tezahüratlarında bunu görmek mümkündü.)
Üçüncüsü operasyonlarla birlikte şiddet hükmünün geçmeye başlaması demokratik siyasete olan umudu da tahrip eder. Siyasi kanallara iltifat edilmediğinde ve tek çözüm olarak namlunun ucu gösterildiğinde, siyasetçiler muhatap olmaktan çıkarlar. Halk artık sorunu çözebilecek bir merkez olarak siyaset ve siyasetçileri görmez, onlar ilgilerini askerlere yöneltirler.
Kürt sorununun askerlere ve operasyonlara havale edilmesi, her dönemde Kürtler nezdinde hem siyasete hem de iktidarlara olan itibarını azaltan bir etki yaratmıştır. Bunun AKP için de geçerli olacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Zira AKP'nin son seçimlerde Doğu ve Güneydoğu'da Türkiye ortalamasının üzerinde oy almasında en önemli faktör Kürt sorununda siyasetin ve demokratik kuralların belirleyici olacağı umudunu aşılamasıydı. Seçimlerin akabinde sırtını operasyonlara yaslaması bu partinin Kürtler arasında zayıflamasına neden olacaktır. Çünkü Kürtler hangi siyasal partiye oy verdiğine bağlı olmaksızın operasyonlara taraftar değiller, sorunun ölmek ve öldürmek ile değil barışçıl yolarla çözülmesini arzuluyorlar. Ve böylesi bir çözüm için, şartların ve ortamın uygun olduğunu düşünüyorlar. AKP'ye oy veren kitleler de operasyonların sorunu çözmekten ziyade daha da karmaşık hale getirdiğine inanıyorlar, bu noktada partilerini eleştirmekten imtina etmiyorlar. Başbakan'ın hemen her yerde “75 Kürt milletvekilim var” demesine karşılık tek bir AKP'li Kürt milletvekilinin operasyona karşı durmaması, sınır-ötesi operasyonları kategorik olarak karşı oldukları bilinen milletvekillerinin parlamentoda paşa paşa “evet” demeleri ve bölgenin operasyona karşı olan tavrının yalnızca DTP'ce yerine getirilmesi AKP'nin Kürt tabanında ciddi sıkıntılar doğuruyor.
* Dr., Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi