Osmanlı'dan ayrıldıktan sonra 1990'lara kadar yaşadığı rejim değişiklikleriyle derin yaralar alan Arnavutluk, yeniden ayağa kalkmaya çalışıyor. Gerek eğitimin, gerekse dini duyarlılığın tekrar inşaası konusunda atılan adımlar, Ramazan'da daha da bir anlam kazanıyor. Birlikte açılan iftarlarda, eller tüm Müslümanlara dua için kalkıyor
Çift başlı kartalların ülkesi Arnavutluk Cumhuriyeti. Başkent Tiran. Güneydoğu Avrupa'da, Adriyatik Denizi kıyısında yer alıyor. Kuzey ve kuzey doğuda Karadağ, Kosova, doğuda Makedonya, güney ve güneybatıda Yunanistan ile komşu. Ülkenin üçte ikisi dağlık ve tepelik. Ülke, tarihinde yıkıcı depremler, su baskınları ve kuraklıkla mücadele etmiş.
Osmanlı'dan ayrılış sonrası faşizm ve komünizmle uzun yıllar beli bükülmüş ülkenin. Cumhuriyete geçiş bu nedenle hiç de kolay olmamış. Mussolini döneminde faşizmle, İkinci Dünya Savaşı sonrası komünizm ile halkın kültürü ve dini üzerinde ciddi baskılar yaşanmış. 1990'larda Sovyetler'de olduğu gibi Arnavutluk da komünizmden sıyrılmaya başlamış. Ancak asıl sancılı süreç bundan sonra başlamış. “Dikta devletinin yerini ne alacak” sorusu cevap beklerken; millî hafızası, ateist sistem nedeniyle dini duyarlılığı silinmeye çalışılan Arnavutlar, bu şuuru yeniden kazanmak için bir çıkış arayışına girmiş. Besmele çekmek, namaz kılmak, hatta ölüleri bile Müslüman mezarlığına defnetmenin yasaklandığı bir dönemden kurtuluştan bahsediyoruz. Camilerin yıkıldığı, eğitimin büyük darbe yediği, düşünmenin bile yasaklandığı Arnavutluk'ta felsefe fakültesi de 1996'da açılmış.
Peki ya soğuktan sıcağa keskin geçişlerin yaşandığı Tiran'da şuanda neler oluyor? Sancılı yılların ardından halkın yaşantısı, yaşam standartları, yetim çocuklar ve hüzünlü kadınlar ne durumda? Gerek Ramazan yardımları, gerekse hem kültürel, hem de eğitim yardımlarını ulaştıran, yetimlere destek birimlerinde biriken fonlarla hüzünlü Arnavut çocukların yüzünü güldürmeye çalışan İHH'nın Arnavutluk gezisinde bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.
***
Daha birkaç gün öncesine kadar sel felaketiyle boğuşan Arnavutluk'a bir de Ramazan'ın manevi atmosferinde bakmak için yola düşüyoruz. İstanbul ve Anadolu'dan yardım gönüllülerinin de katıldığı gezimizde ilk durağımız İHH'nın Arnavutluk'taki partner kuruluşu ALSAR Vakfı oluyor. Vakfın Başkanı Mehdi Gurra, ilahiyat eğitimini Türkiye'de almış, akıcı bir Türkçe ile bize faaliyetlerini anlatıyor. ALSAR'ın, eğitim, kültür, yetim yardımı, Arnavut halkını gerek dini, gerekse kültürel anlamda aydınlatacak sempozyumların düzenlenmesi, yaz Kur'an kursları, imam yetiştirilmesi, öğrencilere burs verilmesi, cami yapımı ve onarımı kapsamında hizmetler verdiğini söylüyor. Vakıf, bu faaliyetlerde desteğin çoğunu İHH'dan alıyor. Arnavutluk gezimiz boyunca bize rehberlik eden Gurra ile birlikte Arnavutluk'taki ilk iftarımız için Tiran'dan Muşketa köyüne, İHH'nın organize ettiği iftar yemeğine gidiyoruz. Artık bir Türkiye geleneği olan iftar çadırında Arnavut köylülerle aynı sofraya oturup akşam ezanını bekliyoruz. İçtenlikle karşılıyorlar bizi. Yemekler yeniliyor, dualar ediliyor. Bir dahaki buluşma için temenniler dile getiriliyor.
Bu bölge, kömür, krom ve bakır madeni açısından zengin bir yer. Zift yapımında kullanılan maden ise en çok Fransa'ya satılıyor. Arnavut kaldırımlarıyla tanınan, ağaçların yanı sıra devasa kayalıklarıyla dikkat çeken ülkede mermer de zenginliklerden biri.
Başkent Tiran'a 22 kilometre uzaklıkta yer alan Muşketa köyü, 163 hanesinin tamamı Müslüman olan bir köy. Ancak köyde tek bir Hıristiyan yaşamadığı halde Hollandalı bir girişimci tarafından “buraya kültür merkezi yaptıracağım” diye inşa edilen kilise, komünizm sonrası artan misyonerlik faaliyetlerinin bir halkası olarak görülüyor. Birçok Müslüman köyünün de aynı sorunla karşı karşıya olduğunu öğreniyoruz.
Komünist rejimin ülkede yaptığı ilk icraatlardan biri, vakıf arazilerine el koymak olmuş. Hem fikri hayatı, hem de ulusal gelişimi felce uğratan komünist sistemin çökmesiyle birlikte 1991'de Arnavutluk Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluyor ve vakıf arazileri diyanete iade ediliyor. ALSAR Vakfı Başkanı Gurra bundan sonraki süreçle ilgili olarak şöyle konuşuyor: “Bu araziler satılmaya ve üzerlerinde otel, alışveriş merkezi gibi yapılar uzanmaya başladı. 1994 senesinde Arnavutluk devleti, ülkedeki dini kurumlarına, Müslüman, Ortodoks, Katolik ve Bektaşi birliklerine eski mallarını iade etmeye başladı. Fakat Arnavutluk Diyanet İşleri Başkanlığı, iade edilen bu vakıflar yavaş yavaş satmaya başladı. 1614 senesinde Tiran kentini kuran Süleyman Paşa Külliyesi'nin yeri de diyanete iade edildi. 3 dönümden fazla olan bu araziyi diyanet sattı. Birçok diyanet araziside aynı kaderi bekliyor.”
Gurra ayrıca, okullardaki ders kitaplarında Osmanlı'dan “işgalci” olarak bahsedildiğini belirterek, “Başbakan Erdoğan'ın Arnavutluk hükümetine yaptığı çağrıya rağmen, bu konuda hala bir değişiklik yapmadılar” diyor.
1912'de Osmanlı'dan ayrılan Arnavutluk, II. Dünya Savaşı sırasında faşist İtalya ordusu tarafından işgal edildi. 1944'e kadar süren işgalin yerini, hemen ardından Enver Hoca liderliğindeki komünist diktatörlük aldı. Bu süreçte önce Stalin'in yönettiği Rusya'ya, ardından Çin'e yaklaşan Arnavutluk, 1985'te Enver Hoca'nın ölümünden sonra demokrasiye geçiş için adım attı.
Mehdi Gurra ile yaptığımız söyleşide insanın içini acıtan, Arnavut halkının yaşadığı zulümleri ve günümüzde bırakıldıkları yalnızlığı hatırlıyoruz.
Arnavutluk'un yüzde 75'i Müslüman. Ancak faşizm ve özellikle de 1940'lardan 1990'lara kadar uzanan komünizm döneminde dini özgürlüklerin halkın elinden acımasızca alındığı gerçeği, konuşmamızın odak noktası oluveriyor. Arnavutluk anayasasının birinci maddesine göre devletin resmi bir dini yok. Bugün camiye gidenler ise çoğunlukla yaşlılar ve gençler oluyor. Orta yaş nüfus ise, namaza ve oruca sıcak bakmıyor. Hatta din dışı gelenekleri de içselleştiren, Müslüman mezarlarında mum yakanlar bile var.
Arnavutluk'un yüzde 75'i Müslüman. Bu kesimin yüzde 80'i Sünni, yüzde 20'si ise Bektaşi. Bektaşi kültürünün Arnavutluk'ta oldukça yaygın olduğunu görüyoruz. Arnavutlar, “Dünya Bektaşilik Merkezi”nin de burada olduğunu söylüyor. Türkiye'de tekke ve zaviyeler kapatılınca burası, tüm dünyadaki Bektaşilerin merkezi olduğunu ilan etmiş. Ağustos sonlarında dünyanın birçok yerinden Bektaşi bu bölgeye geliyor. Dünya Bektaşilik Merkezi'nin lideri Dede Reşad Bardhi'nin bize anlattığına göre 'dede' olabilmek için şöyle bir süreç işliyor: Önce dergâha gelen hizmetçi oluyor, sonra muhip, sonra da derviş kıyafetini giyiyor sonra da baba oluyor ve 20 Bektaşi babası 'Dünya Bektaşi Dedesi'ni seçiyor. Öte yandan başkent Tiran'da dikkatimizi çeken yerlerden biri Halveti tekkesi oluyor. 1605'te yapılan tekke, 1967'de ülkede ibadethanelerin yıkılması kararından nasibini almış. Ayakta kalan bölümler 1994'te tekrar restore edilmiş.