Amerikan filmlerinde Manhattan'daki kaldırım taşlarını ezberlerken, Fransız 'şanson'larında Paris ikliminin aşıklar üzerindeki etkisine nail olurken, yedi tepeli ve bol hikayeli şehrimizle ilgili, modern zamanlara ait ve onu evrensel dilde karşılayabilecek, 'simge' eserlerin olmaması çok üzücü. Oysa Tanpınar'ın Huzur'unun başlıca kahramanı olan İstanbul, romanda kendi geçmişini hatırlarken bilmediğimiz gizemlerle tanıştırır bizi. Asırlara uzanan bir tarihe sahip bu imparatorluk şehrinin büyüsü nasıl keşfedilir? Yıkık surlar arasında kaybolarak mı, Boğaziçi'nin dar sokaklarından geçip denize açılan yolları arşınlayarak mı, nice kırılgan kemiğe ev sahipliği yapan harap mezarlıkların yamacından şehir gözleyerek mi? Tanpınar İstanbul'u gezerek öğrenmiş, şehrin hayatına bu yolla nüfuz etmiştir. Türk edebiyatının en şahane romanlarından biri olan “Huzur”da birbirlerine imkansız bir aşkla bağlı kahramanları Mümtaz ile Nuran'a şehri gezdirirken de beklenmedik anlarda karşılarına çıkan sahneler karşısında iç dünyalarına dönerek şehri anlamalarını sağlamıştır. İki aşık ve İstanbul'da zaman... Acaba İstanbul'u anlamak diye bir şey mümkün müdür?İstanbul'un trafik keşmekeşini çözecek altın anahtar gibi görülen Marmaray tüp geçidi için geçtiğimiz yıl yapılan kazılarda, dokuz canlı şehrimizin Cilalı Taş Devri'ne denk düşen M.Ö. 6500 yıllarına uzanan bir tarihi olduğunu öğrenmiş olduk. Yangınlara, depremlere ama en kötüsü kaçak yapılara ve ruhsuz kazılara rağmen ayakta durabilen bu sihirli şehrin 'zamansızlığının' bu kazılarda ortaya çıkması ne gülünç değil mi? Taşıyabileceğinden daha fazla insanı barındıran ve gittikçe sınırlarını genişleten bu şehir bizi nereye götürecek? Bu denli zengin bir kültür arşivi, çok uzun zamandır geleneksel kimliğini kaybetmiş ve yaşam alanlarıyla çalışma alanları arasında bölünmüş bir şehrin arasında açılan yarıkta yutulup gitmiş gibi. Uydu kentler ve gökkafesler arasına sıkışmış bir tarihi yarım ada, kaldırım taşları sökülüp tekrar takılan topal bir cadde ve şarkısını mırıldanmayı unutmuş tuhaf köprüler... İstanbul uzun zamandır bizim için yaşanacak bir şehir olmaktan çok çalışılacak ve para kazanılacak bir mekana dönüştü. Çocukluğumuzda şen kahkahalar attığımız Florya ya da Süreyya plajlarının yerini menekşelerle dolu belediye parkları aldığından beri, dedelerimizin at bindiği Büyükdere caddesi alışveriş merkezleriyle dolduğundan beri bu şehir bize ait değil. Eski İstanbul bir terkipti, der Tanpınar. “Küçük büyük, manalı manasız, eski yeni ,yerli yabancı, güzel çirkin bir sürü unsurun birbiriyle kaynaşmasından doğan bir şehirdi. Müslümanlık ve imparatorluk bir aradaydı ve bu iki unsuru kendi zaruretlerinin çarkında döndüren bir iktisadi şartlar bütünü vardı.” İşte eski şehrin büyüsü de buradaydı. Ying ve yeng gibi zıtlıkların birbiriyle kaynaşması sonucunda muhteşem bir kimya ortaya çıkardı. Henüz bizim çocukluğumuzda her semtin kendine has bir kokusu vardı. Hatırlarım da Yenikapı leblebi, Kuzguncuk ıhlamur, Menekşe midye kokardı. Şimdilerde turistik nargile kokuları dışında şehirde hangi eksantrik koku dikkatimizi çekiyor ki? Ya da koşuşturmaktan hangisini koklamaya fırsat buluyoruz? Bu yüzden şehrin tuhaf dinamiğine dayanamayıp terketmiş dostlarımızla buluştuğumuzda onlar beyazken biz üstümüze sinen griden kurtulamıyoruz. Biz iki milletiz garplı ve şarklı. Hikaye de bu... 1980 sonrasında inşa edilmiş Armutlu ya da Altınşehir gibi ortasından kanalizasyon dereleri geçen mahalleler, mutsuz öyküler aksini iddia etse de böyle...Her gecekondu semtinin yamacına bir site dikilmiş olsa da bu hala böyle. Bu şehir çok uzun süredir kendimizi güvende hissettiğimiz, sokaklarını bildiğimiz, tarihine hayranlık beslediğimiz yer değil. Sadece, İstanbul artık küçük Anadolu. Kaygıların ya da şikayetlerin kaynağı da bu. Ne zamandır doğu ile batı arasındaki sınırları silindi şehrin. Ama belki şehrin bir yerlere saklanmış sihrini tekrar canlandırmak mümkündür. Asıl İstanbul, özlenen hayallerimizin, rüyalarımızın ve hatıralarımızın İstalbul'udur. Kim bilir, belki Sait Faik'in dediği gibi İstanbul'dan daha güzel bir başka İstanbul vardır. Siz de çirkin bir şehre bakmaktansa gözlerinizi kapayıp muhayyilenizin yarattığı taşı toprağı altın bir şehre bakmayı yeğlemez misiniz