Hangi ecnebi memleketine gitsem gözlerim aynı zarif nesneyi arar. Heyhat ki, her arayışımın sonu hüsran olur. Elbette, bu memleketin hava sahasından geçen bir rüzgarın uğramadığı bir ecnebi semtinde ince belli bardak ne arayabilir ki? Bir kere, içine dolduracağı bizim çayımız kadar sıcak bir nesnesi yoktur ki, ince belli bardağı olsun. İstisna yok mudur? Bir kaç yıl önce bir Avrupa ülkesinde evine misafir olduğum ecnebi bir gelinimizin dolaptan çıkarıp getirdiği ay- yıldızlı ince belli bardak takımını görünce ne kadar mutlu olduğumu söylesem azdır. Hatta, evin esas oğlanı olan bizim Türk delikanlının kupalarda, fincanlarda çay içmeye çoktan alıştığını da yine bizzat o ecnebi gelin hanım söylemişti. Aynı köyün sakini olduğumuz, aynı ecdadın mirası üzerinde oturduğumuz bizim
nin çocukları, gün gelir, neredeyse komşu köyün çocukları kadar yabancılaşır ince belli bardağa, o esas oğlan gibi... Yani durum epey vahimdir ama ümidi de yitirmemek gerekir. Kim bilir, belki kalın kupalarda içe içe, ince belli bardağın tadı unutulmuştur. Bu durumda işbaşa düşer ve ocağa yeni bir çay konulur. Su kaynar, çay da demini bulunca servis edilir. Lakin, bilmek lazımdır ki, öyle her daim aynı keyifle içilmez demli ve taze çay. Stresli, meşakkatli bir haftanın ardından Pazar sabahı kahvaltıyı yapınca başlar asıl keyif.. Eşofmanlar üzerinizde çayınızı alıp bir köşeye kurulur, bir kaç yudumda koca bir haftanın yorgunluğunu atarsınız. İşte o çay size
katar,
katar. Bu arada bardak dudaklarınızda gezinirken duyduğunuz hafif acımsı tad,
ın makalesi misali bir
in, bir demin, bir olmuşluğun işaretidir. Yani tam da zamanında yudumladığınızı anlatır size… Bazen de dem aynı demdir, tad aynı tad, tazelik aynı tazeliktir, ama ağzını yakmasın
ların diye bir masal miktarı bekletilip öyle servis edilir…