Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, bugünkü köşe yazısında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili bir yazı kaleme aldı.
Dünya Kadınlar Günü Türkiye'de ne zaman nasıl kutlanmaya başlanmıştır bilirim. Fakat sorarsanız ki gelecek yıllarda dahi böyle kutlanmaya devam edecek midir? Bilemem. Çünkü konuşmalar/kutlamalar tabii süreçlerinde gelişip devam etmekten ziyade, ne yapsak da karşı tarafı şaşırtsak anlayışına dayalı bir icat severlik üzere gidiyor.
İlk defa Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle sokaklarında karanfil dağıtan belediyenin öteden beri CHP'nin kalesi olan Kadıköy değil de, 1995 seçimlerinden bu yana Refah-AK Parti çizgisinde ilerleyen Beyoğlu olması şaşırtıcı değil mi?
Karanfil dağıtmak ile başlayan "kadınları en çok biz düşünürüz" yarışmasına, her yıl yeni bir mizansen eklendi. Çünkü solcular ve liberaller kadın konusunda zihniyet odaklı çalışırken; muhafazakârlar "Biz daha feministiz, biz daha liberaliz, biz daha sosyal adaletçiyiz" sloganları eşliğinde, olayı festivale çevirdi. "Bir faaliyet yapalım. Demesinler ki bu muhafazakârlar kadınları düşünmüyor!" klişesi eşliğinde her yıl icatlarını arttırdı belediyeler.
Yıllarca 8 Mart kutlamalarına mesafeli kaldım. Mesafeli kalma sebebim bu günlerde kadın politikaları konusunda toplum olarak feministlerin eleştirilerine kulak vermek ile alakalı idi. 8 Mart'ı feministler kutlasın, bu vesile ile kadın politikaları üzerine yapılmış olan çalışmalardan haberdar olalım. Toplumsal saygının bunu gerektirdiğini düşünüyordum. Kadınları ancak kadınların kurtarabileceği tezine asla katılmamakla birlikte, kadın üzerine yapılmış bütün çalışmaları ciddiyetle takip etmeye çalıştım.
2007 yılında ilk defa 8 Mart kutlamalarına katıldım. İki sebebi vardı bunun. Osmanlı'nın ilk yazar kadınının romanını yazmış bir romancı olarak Fatma Aliye Hanım'ı geniş kesimlere duyurmak üzere bir misyon edindim. Fakat bu misyonu sadece Mart ayı içinde yapabileceğimi fark ettim. Anadolu'nun değişik bölgelerinden davet aldığım bütün kadın vakıf ve dernekleri de toplantı yapabilmek için sadece Mart ayının kendilerine verildiğini, başka günlerde kendilerine ne ödenek ne de bir yer tahsis edildiğini söylediler. Böylece 8 Mart vesilesiyle Fatma Aliye Hanım üzerine konferanslar vermeye başladım. Uzak Ülke'ye harflerin gövdesinde seferler düzenledim.
Bu sene Cumhuriyet'in Dindar Kadınlar'ını anlatmam için pek çok şehirden davet aldım. Madem kadınlara kamusal alanda kadın olma hakkı sadece Mart ayında veriliyor, o halde Anadolu'dan gelen davetleri değerlendireyim diyordum ki, Anadolu'dan aldığım üç davette de kutlamaların belediyeler elinde bir festival havasına çevrildiğini fark ettim. Program akışı; müzik ve eğlencenin arasında bir yerlerde bendenize ayrılmış bir konuşma şeklindeydi .
Belli ki muhafazakâr belediyeler "kadınların durumu" üzerine konuşmayı gereksiz ya da tehlikeli buldukları için, günü "etkinlik" üzerinden kapatmak istiyor. Etkinlik raporu: Ne kadar çok insan, o kadar başarı. Olabildiğince çok katılımcıyı bir araya getirmek. Tam bir "yok yok" anlayışı. Animasyon, müzik, konferans.
Gidişat sahiden çok kötü.
Sansür tartışmaları üzerinden son günlerde çok yoğun düşündüğüm konu şu: Ekran mı hayatı etkiliyor hayat mı ekranı? Sabah kuşak programlarında gözündeki çapakla oynamaya başlayan kadın görüntüleri, 8 Mart'ta belediyelerin düzenlediği kadın programlarına da yansımış.
Sanki herkese her vesile ile söyletilmek istenen cümle şu: "Aman bir eğlendik bir eğlendik."
Arkadaşlar! Hiç olmazsa 8 Mart'ta eğlenmeyelim. 8 Mart yokluğun içinde hayatta kalmaya çalışan kadınların günü olsun. Eğitim hakkına sahip olamayan genç kızların, çocuklarına gelecek sunamayan yoksul annelerin, bir kuru kafasını nerede gezdireceğini bilemeyen yaşlı kadınların, yaptığı projelere finans bulamadığı için çaresiz kalan bilim kadınının, yazdığı kitap isim sahibi olmadığı için okumadan reddedilen müstakbel yazar kadının olsun.
Sahi siz 8 Mart'ı 8 Mart yapan yangını bilmiyor musunuz!?
8 Mart'ın tarihini bir hatırlayalım lütfen:
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal'e bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde kutlanılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü'nün 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde kutlanmasına izin verilmesi oldukça manidar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak ilan edilmesini kabul etti. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığının yazılmamış olması dikkat çekicidir.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya başlandı.
(Bilgiler, geçenlerde Microsoft Word'un yüklü miktarda bağış yaptığı Vikipedi'den alınmıştır.)