Erdoğan'ın, 'Parlamento dışı kalırlarsa onları da dağa gönderirsiniz' görüşü, 'PKK'yı muhatap almak' değil, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu aklıselimin çağrısıdır. DTP, ezber bozma fırsatını kullanmalı.
Daha önce kongrede DTP'nin Kürt sorunu konusunda ezber bozabilecek bir açılım getirmesi gerektiğini belirtmiş ve “...zor olan, Kürt sorununun kardeşlik temelinde çözümüne ilişkin farklı bir duruş sergileyecek siyasal bir irade gösterisidir. DTP'nin bu yönde göstereceği iradesi, yeni bir dünyanın kapısını aralayacaktır” demiştim. Konu Kürt sorunu olunca zorluk, daha işin başında açığa çıkıyor; dolayısıyla tribünlere oynayanların çıkardığı gürültü ortamında Başbakan Erdoğan'ın, “siyaset yapsınlar” sözleri, meşakkatli ancak umutvar bir sürecin başladığına işaret ediyor.
DTP, tarihte eşine az rastlanabilecek ezber bozma şansını kullanamadı. Bunun çok çeşitli nedenleri olduğu biliniyor. Her şeyden önce tribünlere oynayan siyasal güçler ve medya DTP'yi sürekli savunma noktasına itti. DTP'nin yapmak istediği, doğru ya da yanlış, her öneri, “önce PKK'ya terörist de” dayatmasıyla sürecin dışına itildi. DTP, ister istemez savunmaya geçti. Ne yazık ki, DTP, hem kongre kararlarıyla hem de açılan kapatma davası nedeniyle siyaseten artık oyun dışı kalmış bulunuyor. Siyasal ortamın sertleşmesi, “şahin” olarak bilinen güçlerin elini kuvvetlendirirken, Kürt sorununu da çözümsüzlüğe itmeyi amaçlıyor. Şimdi DTP'nin kullanamadığı ezber bozma şansını kullanma sırası, siyasetin kurallarına göre yapılması gerektiğini deklare eden AK Parti Hükümeti'ne gelmiş bulunuyor.
Kürt sorunu, yalnızca Kürtlere tanınması önerilen sosyal, kültürel ve/ya siyasal haklar meselesi olmaktan çıkmış bulunuyor. Zira, Kürt sorununun pek çok vatandaşın evine Kürt ve Türk ayrımı yapmadan ateş düşmesine neden olduğu biliniyor. Çocuğunu, eşini kaybeden insanların bu yitime neden olan olguyla barışması pek o kadar da kolay görünmüyor.
Öte yandan çatışmanın ve gerilimin sürmesi, yeni acıları da potansiyel olarak içinde barındırıyor. Hiç kuşkusuz, “söz konusu vatansa gerisi teferruattır”; ancak, “teferruat” denilen şeyin önüne geçebilme imkanı varsa bunun denenmesi gerekiyor. Bu nedenle Başbakan Erdoğan'ın “siyaset yapsınlar” görüşünün, bugüne dek hükümet edenler tarafından, Kürt sorununa ilişkin dile getirilmiş herhangi bir görüşten daha önemli olduğu ve bu haliyle ezber bozma potansiyeli içerdiği anlaşılıyor.
Erdoğan'ın, “Anayasal düzende siyaset yapsınlar. Demokratik yollar denenmeli. Parlamento dışı kalırlarsa onları da dağa gönderirsiniz” görüşünün tribünlere oynayanlar tarafından “PKK'yı muhatap almak” olarak değerlendiriliyor. Bu tarz bir algının ortalama yurttaş üzerinde yarattığı etkinin olumsuz olduğu açıktır. Bu olumsuzluk, Muğla'da olduğu gibi üniversitelerde gerginlik, sokakta Türk Kürt çatışmasına yol açıyor. DTP'nin şimdiki başkanının PKK davasında yargılanmış olması, onu PKK'lı hale getirmez; tam tersine yasa dışı örgüt davasından yargılandığı halde yasal zeminde ısrar etmesi, onun da sorunun şiddet yoluyla çözülemeyeceğine olan inancına sahip olduğuna işaret ediyor.
Sanki DTP'li vekiller, sandıktan çıkmamışlar havası yaratılıyor. Erdoğan'ın “suç işlerlerse takip edecek olan ben değilim, yargı var, savcılar var” demiş olması, sütten ağzı yanan bir siyasetçinin tecrübesini dile getirmesi kadar, kangren haline gelmiş bir soruna aklı selim yaklaşmak lazım geldiğine de işaret ediyor. Bu cümle, toplum olarak üzerinde mutabık kalınması gereken duruşumuzun da çerçevesini çiziyor. Hukukta, hakkına tecavüz edilen birinin tecavüz edene cezasını kendisinin vermesinin ilkel bir öç alma olarak adlandırılıyor. PKK'nın dağda hayat bulması, bir yönüyle uluslararası güçlerin söz konusu coğrafyaya ilişkin senaryolarının gereği olduğu kadar; diğer yönüyle de Kürtlerin bir bütün olarak potansiyel suçlu olarak görülmesinin etkisi vardır.
Şaşırtıcı olan bir başka nokta da, DTP Kongresi'nde dile getirilen “Bulgaristan Türkleri” benzetmesine verilen tepkidir. Talebin çapı itibariyla bu konuya tepki vermesi gereken gücün PKK olması gerekiyor. Zira Bulgaristan benzetmesi, uygulamaya bakıldığında, başta “demokratik özerklik” olmak üzere, DTP'nin kongre kararlarını baştan etkisiz hale getiriyor. Hiç kuşkusuz, bir yandan özerklik isteyip, öte yandan Bulgaristan Türkleri kadar hak talebinde bulunmak, birbiriyle çelişiyor. Bu noktada DTP'nin cesaretlendirilmesi gerekirken, Bulgaristan Türkleri ile Türkiye Kürtleri arasında kurulan paralelliğin geleneksel ideolojiyle şekillenmiş egemenleri, anlaşılmaz bir biçimde rahatsız ediyor. Bütün sorun, Hak ve Özgürlükler Partisi'nin bütün Bulgaristan'ı hedef alarak siyaset yapmasıysa DTP'yi de kuruluş sürecinde dile getirdiği bütün Türkiye'yi hedef alan siyaset yapma isteğini yeniden gündemine alabilmesi için teşvik etmek gerekiyor.
Medyanın hergün bir DTP'li vekil çerçevesinde toplumu kışkırtacak yayınlar yaparak, yangına körükle gittiği görülüyor.
Yakınlarını dağda kaybeden insanların duygusal olması anlaşılabilir; kimi siyasal güçlerin bu duyguları kışkırtarak kısa vadede siyaseten rant elde etmek istekleri de anlaşılabilir; ancak devleti yönetenlerin duygusal davranma hakları yoktur. Devlet, bütün vatandaşlarının yaşam hakkını güvence altına almakla yükümlüdür. Söz konusu güvence, kısasa kısas yöntemiyle yaşam hakkına kıyanın yaşamına el koymakla gerçekleşemeyeceğine göre, bu hakkı tehdit edecek zemini ortadan kaldırmak gerekiyor. Tepeden tırnağa herkesin katıldığı bir linç kampanyası yürütülürken, Başbakan Erdoğan'ın “silah bırakıp siyaset yapsınlar” demesi, ezber bozucu bir nitelik taşıyor. Kaderin bir cilvesi gibi görünse de, tarih, bu görevi, mensubu olduğu partilerin sürekli kapatılan AK Parti Hükümeti'nin üstüne yıkmış bulunuyor.
Öte yandan DTP'nin kapatılmasının bir sonuç vermeyeceğinin HEP, DEP, HADEP, DEHAP örneğinde olduğu gibi anlaşılmış olması gerekiyor. DTP'nin yerine yeni bir parti kurmanın; siyaset yapmasının yasaklanması önerilen 250 kişinin yerine yeni isimler bulmanın zor olmadığı biliniyor. Üstüne üstlük halkın kendi iradesiyle seçip parlamentoya gönderdiği söz konusu milletvekillerinin, 1993'de olduğu gibi, parlamentodan atılması, geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde yaratacağı sıkıntının da hesaba katılması gerekiyor. “Küresel imparator”ların dikkatlerinin bölge üzerinde yoğunlaştığı gerçeği de gözönüne alındığında parti kapatmak yerine siyaseten adım atmak, Türkiye'nin yararına olduğu anlaşılıyor.
Toplum, PKK'nın seçtiği silahlı propaganda yöntemi ve bu yönteme karşı başvurulan askeri çözümler nedeniyle çeyrek asırdır süregiden bir travma hali yaşıyor. Erdoğan'ın “öncelikli hedefimiz silah bıraktırmak” sözüne yöneltilen eleştiriler de, desteğini bu travmadan alıyor. Kürtlerin yaşadıkları illerde oyların büyük bölümünün DTP ve AK Parti ikilisine kaydığı da dikkate alınırsa siyasetin bir yönüyle risk alma becerisi olduğu da anlaşılıyor. Yaklaşık 20 yıl önce CHP'ye yönelen Kürt oylarının değişen yönü de, Kürtlerin ezber bozacak bir siyasi irade arayışı içinde olduğunu gösteriyor. DTP'nin ezber bozma şansını, biraz geleneksel siyasetin şahinleri, biraz da geleneksel ideolojiyle şekillenmiş medyanın yönlendirmesi nedeniyle iyi kullanamadığını görüyoruz. Ancak, hükümet etme noktasında bulunan AK Parti'nin DTP'den daha avantajlı olduğu anlaşılıyor.
Erdoğan'ın “siyaset yapsınlar” çıkışı da, toplumu, tarihsel ve toplumsal çıkarlarla yüzleştirme noktasında ezber bozucu bir işlev görüyor. Zira, “önce teröristleri temizleyelim, sonra Kürt meselesine bakarız” yollu bir yaklaşımın gerçekçi olmadığı, tarihsel deneylerle de açığa çıkmış bulunuyor. Şimdi görev, geleneksel devlet reflekslerini bir yana bırakıp, soğukkanlı bir biçimde sorunun çözümünü kolaylaştırmaktan geçiyor. Başka çözümler olabildiğini görme hakkının toplumsal bilinçlerde açığa çıkması, ezberlerin bozulmasıyla mümkündür. Bakalım AK Parti bu şansını kullanabilecek mi?
* Araştırmacı-Yazar