Münire Daniş, yeni hikaye kitabı “Aşk ile Hû”da, Rabiatü'l Adeviye'nin hayatını anlatıyor. Dini literatürün edebiyat geleneğimizdeki mirasından etkilenen yazar, arayış içindeki modern insana da şifalar sunuyor.
Münire Daniş, Allah dostlarının menkıbelerinden derlediği “Kalp Süvarileri” isimli hikaye kitabından sonra bilinen en büyük kadın mutasavvıf olan Rabiatü'l Adeviye'nin biyografisi ile okurunun karşısında. Dini literatürün edebiyat gelenegimizdeki mirasından etkilenen yazar, “Aşk ile Hû” adlı kitabında, modern insanın arayışına şifalar sunuyor.
Ben bir ilahiyatçı ya da tasavvuf uzmanı değilim. Sadece yazarım, bir hikâyeciyim. Ve dini kahramanları hikâye eden her iki kitabımda da hikâyeci kimliğimle kalem oynattım. Ama sadece hikâye etmiş olmak için onların dünyalarına sızmış değilim. “Aşk ile Hû” sadece bir biyografi kitabı değil benim için. Karşılığı olmayan yazılamaz zaten...
Diğer yandan tasavvufun, manevi birikimin, menkıbelerin edebiyatla bağı kadimdir. Dini literatür, edebiyat geleneğimizde kendi mirasını geliştirmeyi sürdürmüştür. Benim edebi etkilenmem de daha ziyade bu mirastan. Bu birikime hayranlığım artarak sürüyor. Ben yazarlığı en çok da dünyadan kurtulmak için benimsiyorum. Ne yazdığımla da örtüşüyor bu. Bu yüzden olsa gerek manevi duyarlılığın, bilgelerin izlerinde gezerken aldığım kokuyu edebiyata aktarmayı seviyorum. Günümüz edebiyatı için de, benim için de bir ümit bu.
Yalnızlığı, mücerret yaşamı paralelinde kulluğunu, teslimiyetini ilahi aşk vurgusu ve ısrarıyla açıklayan eşsiz muhabbeti beni çok etkiliyor. Yaratıcı'ya duyduğu aşkın samimiyeti, sahip olduğu hakikati ifade etmedeki kararlılığı, kusursuz tevazusu, etrafında onu rahata erdirecek imkanlar olduğu halde seçtiği fakr ve züht yaşamı, onun dünyaya karşı kendinden emin tavırları bana da keşifler ihsan etmiştir diyebilirim. İlahi aşk konusu mistik bir teori olarak yer almamıştır yaşamında. Yaratıcı'ya giden yolu aşk ile aramak, kulluğunu aşk ile gerçekleştirmek onun yaşamının rolü olmuştur. Kendinden evvelki tasavvuf kuşağının, hesap vermenin dehşeti ve cehennem korkusuyla anlaşılan züht hayatını ilahi aşk coşkusuna çevirmiştir. Yaratıcı her şeyden ziyade sevilmeye layıktır. "Eğer cehennem korkusuyla ibadet edersem sana, beni cehennemde yak. Eğer cennet umuduyla seversem seni, beni cennetine koyma" sözü çok çarpıcıdır. Tevhid, kulun, Allah'ın iradesi içinde yok olmasıdır. Rabiatü'l Adeviye'nin kulluğu tevhide garkolmuş bir kulluktur. Allahım bizden razı ol, deriz. Rabiatü'l Adeviye "Önce sen O'ndan razı ol" diyor. Efendimiz, "Allah'tan çok sevdiğiniz şey sizi O'ndan alıkoyar" diyor. Rabiatü'l Adeviye'nin kulluğu bunun şuurudur.
Kesinlikle. "Allah'ın, arz üzerindeki kokusudur" deniliyor veliler için. Bu kokuyu alabilenler ne kadar içlerine çekebilir ise o nisbette Allah'a yaklaştırılırlar, deniliyor. Velilerin zühtü, ihlâsı, keşifleri hususidir. Bu manada günümüz insanına bir model olmaları beklenmiyor. Ancak, insanın yaradılış ve yeryüzüne indiriliş sebebi de belli! "Ben bir gizli Hazine idim, bilinmek istedim" kudsi hadis ifadesiyle anlamaya çalışırsak, geçmiş ve gelecek insanlık Yaratıcı'yı bilmek, her şeyden, herkesten ziyade O'na yakın olacağı bir "bilmek" gayretine bağlı olmalı.
İnsan fıtratı iyiyi kötüyü, doğruyu yalanı, hakkı batılı bir arada taşıyabiliyor. Kendinde yaşayan modern birey kendini bu karışıklık içinde buluyor, hastalanıyor, bir kaosa hapsoluyor. Allah dostları ise "kendini bilmek" gayretinden, "Allah'ı bilmek" marifetinden bahsediyor. Yeryüzünde bulunma sebebini bilmek ve hakikate sahip olmak her insanın amacı olmalı ise, O'na (Hakk'a) en ziyade yaklaştırılmış veliler bu yolda bir kılavuz, bir ilham kaynağı olarak güncelliğini daima koruyor.
Evet. Bu çok önemli bir husus. Manevi yaşamın, kemâlatın uygulanmasında kadınla erkeğin eşitliğine misal oluşu ayrıca çok etkileyici tabii. Allah'a adanmış bir yaşamı simgeleyen Rabiatü'l Adeviye tasavvuf dünyasında ve veliler arasında hüsnü kabul görmüş, kulluğunun eşsizliğine vurgu yapılmış, hatta kemâlatının erkeklere üstün geldiği dahi söylenmiştir. Kuşeyri, Talip el Mekki, Gazali gibi alimler onu referans saymışlar, mutasavvıflar züht hareketi içinde onu Hz. Meryem'in naibi mevkiinde güçlü bir isim olarak zikretmişlerdir. Bu mevkiyi belirleyen, ulaştığı kemâlat ve zühd dünyasında bazı keşifleri ilk vurgulayan kişi olmasıydı...