Bella Swan (Kristen Stewart), Phoenix Koleji'ndeki moda meraklısı yaşıtlarından biri gibi olmaya çalışmayıp, her zaman için diğerlerinden farklı takılan bir genç kızdır. Annesi yeniden evlenip Bella'yı babasının yanında yaşaması için Washington'daki Forks kasabasına gönderdiğinde de genç kız hayatında fazlaca bir şeyin değişmeyeceğini düşünmektedir.
Kahramanımız, kısa bir süre sonra, oldukça yakışıklı ve o oranda da gizemli bir genç adam, Edward Cullen (Robert Pattinson) ile tanışır. Edward sahip olduğu müthiş zekâyla âdeta Kristen'in ruhunu okumaktadır. Bu iki insan çok geçmeden tutkulu ve alışılmışın dışında bir romantizm rüzgârına kapılırlar. Edward, dağ keçisinden bile hızlı koşup, gitmekte olan bir otomobili elleriyle durdurabilmek gibi sıradışı yeteneklere sahiptir ve 1918'den bu yana azıcık bile yaşlanmamıştır. Çünkü, bütün vampirler gibi o da ölümsüzdür. Fakat, ne kurt gibi sivri dişleri vardır, ne de insan kanı içer. Edward ve kendisi gibi vampir olan anne-babası, hayat tarzlarındaki seçimleriyle bu ürkütücü türün içinde eşi görülmemiş bir ailedir. Fakat, genç adamın, tam 90 yıldır sabırla beklediği ruh eşi güzel Bella ile yakınlığı arttıkça, onu kontrolden çıkarabilen eski “koku güdüsü”yle savaşmak da gitgide zor bir hâl almaktadır. Bu arada, Cullens'ların çok tehlikeli vampir düşmanları James (Cam Gigandet), Laurent (Edi Gathegi) ve Victoria da (Rachelle Lefevre) kasabaya Bella'yı bulmak için gelmişlerdir.
Kadın yazar Stephanie Meyer'in aynı adlı çok satan romanından yine bir kadın yönetmen tarafından sinemaya uyarlanan “Alacakaranlık”, başından sonuna dek cins-i latife özgü duyarlılıklarla bezeli bir romans örneği olarak, ülkesi ABD'de -özellikle bu kategorideki izleyici grubu tarafından- baş tacı edildi ve beklenmedik bir gişe hasılatı toparladı.
Olağanüstü bir sinema dili içermese de ilginç konusu ve başarılı oyunculuklarıyla, özellikle âşıklara hoşça vakit geçirtebilecek bir seyirlik…
Ovid adlı küçük Colorado kasabasında cenaze levazımatçılığıyla uğraşan gizemli Ernie Bishop, kaçırdığı gençleri iş yerinin bodrum katına kapatarak, onlara akla hayâle gelmeyecek işkenceler yapmaktadır. İnsanların vücutlarında açtığı yaraları küçük bir ayna kullanarak izlemeyi zevk edinmiş olan caninin son kurbanı ise Joan Burrows (Angela Bettis) adlı bir genç kızdır. Ancak çekirge son sıçrayışında yakayı kaptıracak ve Joan bu sadist manyağı öldürerek, onun yeraltında gizlenmiş vahşet krallığından kaçmayı başaracaktır. Olaylar duyulduktan sonra, Joan da kasabanın kahramanına dönüşür.
Genç kız, dehşet verici hatıralarını geride bırakabilmek amacıyla bir süre sonra Denver kentine yerleşir ve hayatına başarılı bir gayrimenkul danışmanı olarak devam eder. 16 yıl sonra yeğeni Olympia'nın (Kirty Bliss) mezuniyeti için kasabaya geri dönen kahramanımızla birlikte “Bishop efsanesi” de tekrar canlanacaktır. Olympia'nın arkadaşları teker teker yok olmakta ve katil geride tüyler ürpertici ipuçları bırakmaktadır. Joan önceleri Bishop'un geri döndüğünü düşünerek aklını kaçırma noktasına gelir. Fakat, kısa süre sonra Olympia da ortadan kaybolunca, kendini toparlayarak katilin peşine düşer. Buna karşılık, kasabada gelişen olaylar, rastlantılar ve bütün ipuçları Joan'u zanlı olarak göstermektedir.
Son 40 yıldır artık iyice bayatlamış ve insanoğlunun kolektif belleğine de yeterince zarar vermiş olan bir sinemasal türün, üç boyutlu çekilmekten başka hiç bir özelliği bulunmayan yeni bir örneği daha… “Teksas Katliamı” ve “13'üncü Gün” serilerinden bu yana neredeyse her varyasyonu beyazperdeye uğramış olan sapık katillere özel bir ilgi duymuyorsanız, uzak durun.
Elliot, Giselle'e sırılsıklam âşık olmuştur, fakat tam da o sıralar Bay Weenie bir grup şımarık ev hayvanı tarafından, sahibine götürülmek üzere kaçırılır. Boog, Elliot, McSquizzy, Buddy ve ormanın diğer bütün sakinleri birleşerek, sosise benzeyen arkadaşlarını kurtarmak için ortaklaşa bir plân hazırlarlar. Bu plân da kahramanlarımızı ev hayvanlarının dünyasına götürecektir. Ancak, rakip gayet dişlidir ve düşmanları olan evcil hayvanlar, ellerinde rehin tuttukları Bay Weenie'yi kıyasıya savaşmadan bırakmama kararındadırlar.
“Çılgın Dostlar”, ülkemizde iki sezon önce gösterilen ve özellikle de geniş perdede yüksek bir seyir zevki sunan usta işi reel çizimleriyle göz doldurduğunu hatırladığımız bir gençlik serüveninin ikinci bölümü. Yalnızca ilköğretim çağındaki çocuklar değil, bu türün nitelikli örneklerini izlerken ortama uyup ellerinde patlamış mısırlarla doyasıya eğlenmesini bilen ebeveynler için de hoş bir hafta sonu seçeneği oluşturabilir. Özellikle de öykünün ilk bölümünü izleyip beğenenlerdenseniz…
