Atina'da yaşayan İngilizce öğretmeni Vassilis Barounis, 2000'li yılların başlarından bu yana, Türk sinemasının 1950-1980 arasına dönemine ait bir düzineden fazla “kayıp” filmi kendi imkânlarıyla yok olmaktan kurtarıp, dünyanın dört bir köşesindeki kült film meraklıları ve sinema akademilerinin arşivlerine kazandırdı. Kültür Bakanlığımızın dev bir bütçeyle yapması gereken bu işi tek başına, ortaya memur maaşını ve sinema sevgisini koyarak yapan Barounis, en çok da “ses ve görüntülerini aylarca restore ettikten sonra düşük bir ücretle piyasaya sürdüğü DVD'lere Türkiye'deki sinema çevrelerinden hemen hemen hiç talep olmamasına” şaşırıyor.
Onun hayattaki en büyük saplantısı, Yeşilçam'ın küf kokan arşivlerinden, oyuncuları ve yönetmenleri dahil artık hiç kimsenin adını bile anmaya tenezzül etmediği, korku, bilim-kurgu, western ya da serüven türündeki bir takım “acınası” Türk filmi denemelerini ne yapıp edip gün ışığına çıkartmak; sonrasında da pek çoğu hurdaya dönmüş olan bu “yapıtları” dijital ortamda sabırla, kare kare restore edip, İngilizce ve Yunanca altyazılı olarak özenli bir DVD baskısıyla dünyanın dört bir köşesindeki “derin” sinemaseverlere sunmak…
Vassilis, halen eşi ve küçük kızıyla birlikte başkent Atina'da yaşayan, orta hâlli bir Yunan vatandaşı. Komşudaki bir çok memur gibi o da hayatını 1500 Euro dolayında bir aylık gelir eşliğinde, kıtı kıtına sürdürüyor. Kendisinin Türklerle hiçbir ırkî bağı yok, ayrıca kendi hâlinde bir Hıristiyan. Ancak, kalbinde öyle bir “Türk sineması” sevgisi var ki onu üç yıl önce bir tesadüf eseri tanıdığımda, tutkuyla bağlı olduğu bu alandaki akıllara durgunluk veren inadını; Yeşilçam'ın artık tarihe gömülmek üzere olan bazı film şirketlerinden samanlıkta iğne ararcasına bulup yayın haklarını satın aldığı, sonrasında da üzerlerinde aylarca teknik çalışmalar yürütüp yepyeni bir tasarımla piyasaya sürdüğü “Kült Türk Filmleri DVD Serisi”ni görünce, ne yalan söyleyeyim, ondaki bu istikrar ve kararlılığı ciddi bir biçimde kıskanmıştım.
Bu güzel adamı, 2005 yılında, aynı kategorideki filmlerin ülkemizdeki rakipsiz uzmanı olan rahmetli dostum, sinema yazarı ve araştırmacısı Metin Demirhan'ın aracı olmasıyla tanıdım. Vassilis, Metin'e -kendisinden Türk sinemasıyla ilgili bir doküman, bir film ya da bir araştırma istediğinde bu talebi çok yavaş yerine getirdiği ve o dillere destan rahatlığıyla insanı sinirden çatır çatır çatlattığı için- “Soul-taking guy” (Ruh sökücü herif) derdi. Bu komik tâbir de üçümüzün arasında Metin'in gevşekliğini tanımlamak için zamanla âdeta bir mottoya dönüşecekti.
Yeşilçam'ın artık tarih olan bir döneminde, acıklı ekonomik koşullar altında, ancak tartışılmaz bir meslekî coşku eşliğinde çekilmiş olan “trash” Türk filmlerine, onları çeken yapımcı ve yönetmelerin ya da oyuncuların dahi göstermediği yüksek bir saygıyı gösteren Vassilis Barounis, hiç kuşkusuz ki Türk sinemaseverlerine bu kısa haberden çok daha geniş bir çerçevede tanıtılmayı hak ediyor. Onu da yakın bir zamanda yine ben yapacağım inşaallah. Ancak, geçtiğimiz günlerde şirketinin internet sitesine yeniden girdiğimde, kendisinin, geçen yılın sonbaharında kaybettiğimiz ortak arkadaşımız Metin Demirhan'a bir vefâ gösterisi olarak, piyasaya sürdüğü son üç DVD'nin kutularının üzerine “Metin Demirhan Collection” ibaresini eklediğini görünce, dayanamadım ve bu sıra dışı sinemasal karakterden sizi daha fazla zaman yitirmeksizin haberdar etmeyi istedim. Kendisiyle yaptığım geniş çaplı bir röportaj ise pek yakında internet sitemizde yayımlanacak.
Ha bu arada, sözlerimi tamamlarken, Vassilis'in çok şaşırdığı bir olayı sizlere aktarmayı da bir borç biliyorum. Yeşilçam'ın artık adını bile anmaya tenezzül etmediği bu itilip kakılmış filmleri Beyoğlu'ndaki izbe depoların derinliklerinden (hem de bir sürü umursamaz Türk filmcisiyle kafa göz yarılarak yapılan İngilizce telefon görüşmeleri trafiğinin ardından) bin bir rica eşliğinde bulup çıkarttıran, onların master kasetlerini “korsan” olarak değil telif bedellerini paşa paşa ödeyerek satın alan, sonrasında ise “sözde” master durumdaki bu hurda kasetleri (bazılarının üzerinde stüdyoda bizzat çalıştığım için çok iyi biliyorum) insanı canından bezdiren bir emekle derleyip toparlayan ve sonuçta da maliyetlerini bile tam olarak karşılamayan bir fiyatla dünyanın her yerine kargoyla gönderen bu çılgın adam, fantastik Türk sinemasının klasikleşmiş örneklerini koruma ve dünyaya tanıtma yönündeki bütün gayretlerini rağmen, Türk sinemaseverlerinden neredeyse hiç sipariş alamadığını şaşkınlık içinde ifade ediyor bana. Ve bütün samimiyetiyle soruyor:
“Yahu, ben maddî imkânları son derece sınırlı bir Yunanlı olarak, bu filmlere bütün hayatımı ve varımı yoğumu döktüm. 70 milyonluk koskoca Türkiye'de kendi sinemasının tarihinden bu tür marjinal örnekleri arşivine katmaya hevesli olan 20-30 tane sıkı sinemasever yok mudur? Piyasaya sürdüğüm kült filmler için ABD'den Japonya'ya kadar neredeyse her ülkeden sipariş alıyorum. Ancak, birkaç meraklı haricinde Türkiye'den yıllardır tık yok. Bu nasıl bir iştir?”
Pek çok genç sinemaseverin “bilet bedeli” ödeyerek sinemaya gitmeyi ya da “yasal DVD satın almayı” artık tamamen unuttuğu, her türlü sinemaseverlik faaliyetinin bütünüyle “korsan kültürü” üzerinden yürütüldüğü böylesine kendine özgü bir ülke için, cevabı oldukça zor bir soru tabiî bu. Dolayısıyla, ben de cevabı henüz bulamadım!