Onu Bir Demet Tiyatro'da yaptığı eşsiz makyajların yanı sıra Laz Bakkal'ın karşısındaki pencerede laflayan Arnavut kadın olarak tanıdık. Makyözlüğün ötesinde şarkıcılık ve bazen de oyunculuk yapan Yugoslav asıllı Suzan Kardeş yeni albümü Bekriya Balkaniya'yı çıkardı. Sanatçı albümünde Balkanlar'da bir dönem birlik içinde yaşayan ülkelerin dillerini kullanmış. Suzan Kardeş'le yeni albümünü konuştuk.
Aslına bakarsanız albüm yapmak benim kararım değildi. Benim bu konuda bir çabam olmadı yıllardır. Hep lafı edilirdi ama. Sezen Aksu ile beraber bunun şakasını yapardık ama asla gerçek olacağını düşünmezdim. Kız kardeşime dinlesin diye iki tane şarkı okudum stüdyoda. Derken bu bir albüm oldu. Ama biz bunu piyasaya çıkacak gibi değil de kendimiz için okuduğumuz bir albüm olarak görüyorduk. Sonra DMC aldı ve yayınladı.
Birinciden sonra ben dur durak bilmeyen biri olduğum için Sezen Aksu'yu rahatsız etmeden ikinci albümü yapmaya başladım. Çünkü o çok yoğun, ben araya girip de bana albüm yapalım diyemezdim. Ama tabi Sezen Hanım'a dinletmek için de fırsat kolluyordum. Tüm şarkılarımı okuyup bitirdikten sonra geriye tek bir şarkı kalmıştı. Sezen Aksu 'Selanik Türküsü anneannemin çok sevdiği bir eserdi. Bunu ben okuyayım' dedi. Bana söz verdi senin her albümünde bir tane parça okuyacağım, uğur olsun diye. Selanik Türküsü de bu albümün uğuru oldu.
Ben 22 yıldır Sezen Hanım'la çalışıyorum. Onun hem makyözü hem kuaförüyüm. Hep böyleydi yıllardır. Kendi aramızda eğlenceler olurdu. Herkes şarkı söylerdi ben de dahil. Sezen Aksu o dönemlerde bana 'Senin sesin toprağın altından geliyor' derdi. Çok hoşuma gidiyordu tabi. Sezen Hanım albümlerimle ilgili 'Ben durup dururken makyözüne albüm yapacak kadın değilim. Senin bir hikayen var ve bu hikayeyi herkesin bilmesini istiyorum' derdi. Beni hiç yalnız bırakmadı.
Kosova doğumlu olduğum için o zamanlarda kulağımda kalan şarkıları paylaşmak istedim. Zaten ben o kültürle yaşıyorum burada. Rumeliliyim ben. Ben bu ruhla yaşadığım için bundan sonraki albümlerde de beni anlatan işler hep olacaktır. Ben ayrılan büyükleri bir araya getirmeye çalıştım. Herkesin şarkısı var orada. Herkese orada yaşadıkları barış zamanını hatırlatacak. Çünkü ne olursa olsun müziğin içinde kin yoktur. Eskisi gibi bir araya gelemeyiz belki ama biz o günleri unutmayalım istiyorum.
İnsan kendi sesini tanımazmış ya benimki de öyle. Hep soruyorum çevremdekilere, benim sesim kime benziyor diye. Güzel diyorlar ama bir benzer arıyorum. Kendine has, eski ses diyorlar. Ailede müzisyen çok zaten. Amcam caz şarkıcısıydı, bir amcam da Saraybosna'da müzik öğretmenidir. Babam keman çalmamı çok isterdi. Ben dahil kimse benim şarkıcı olmama ihtimal vermezdi.
Bizim hala orayla bağımız var. Akrabalarımız orada. Hala evimizde o dili kullanıyoruz. Zaman zaman gizli konuşmamız gereken şeyler olduğunda oradaki dilimizi hatırlarız. (Gülüyor) Bizim orada da ana dilimiz Türkçe'ydi. Biz Osmanlı torunlarındanız.
Valla mümkünse makyaj yaparken şarkı söyleyeyim. Zaten bütün ekip arkadaşlarımla beraber şarkılar söyleriz. Ben ikisini ayrı düşünemiyorum. Makyözlük benim mesleğim, şarkıcılık beni mutlu eden bir şey, ikinci baharım gibi. Şarkı söylemeye başladıktan sonra benim artık makyözlük yapmadığımı düşünenler olabilir ama gözlerim kör olana kadar devam edecek bu iş.
Deneme makyajlarında çok heyecanlanırım ben. Ama çok yakın zamanda Haluk Bilginer'e yaptığım Atatürk makyajı heyecanlı bir işti. Siz ne kadar makyaj yaparsanız yapın oyuncu o havaya giremiyorsa makyaj olmaz. Haluk Bilginer de bunu çok güzel taşıdı. Onun haricinde Cem Yılmaz, Demet Akbağ, Tolga Çevik, Binnur Kaya ve Özgü Namal çok güzel taşır makyajı.
Ben bir dönem makyözlük işini bırakıp kendime bir yer açtım. Burada Balkan yemekleri yapıyordum. O dönemde sinema sektörü bitmişti. Ama seneler sonra döndüğümde gördüm ki ben küsmüşüm ama onlar bana küsmemiş, unutmamışlar beni. O sırada Yılmaz Erdoğan geldi ve 'sit-com projemiz var çalışır mısın' dedi. Ben de 'artık bıraktım bu işleri' deyince 'ama haftada iki kez çalışacağız' dedi. Şükürler olsun ki yaptıkları işler tuttu ve haftada iki kez dedik seneler geçti ayrılamadık birbirimizden.
Annem ev kadınıydı. Bizi,evimizi ve babamı süslemeyi çok severdi. Babam kapıdan çıktığında ayakkabılarını silerdi. Babam ne yapıyorsun dediğinde 'O benim yüzümdür' diyen bir kadındı. Babam gençliğinde Kosova bölgesinin oteller müdürüydü. Bütün sülalemin işi yemekle ilgiliydi. Bekriya köftemiz vardır mesela aile sırrı gibi saklarız nasıl yapıldığını.
Bu şehre geldiğimizde ben sekiz yaşındaymışım. Sene 1969. Buraya taşınmadan iki yıl önce babam bizi İstanbul'a tatile gönderdi. Anneme beğenirseniz orada yaşayacağız bundan sonra demiş. Babam 'Tito ölünce burada kardeş kardeşi vuracak. Ben çocukları kendi öz topraklarımıza götüreyim' derdi. O maksatla gelindi buraya. İyi ki babam böyle bir şey yapmış. Sonra Yugoslavya'da savaş olunca akrabalarımıza biz kucak açtık.
Benim bu konuya dair klasik bir cümlem vardır. Dünyanın her yerinde ölebilirsin, çok önemli değil. Ama İstanbul'da ölmek çok zor. İnsanın canı ölmek istemiyor bu şehirde. Bitmiyor İstanbul, bitmiyor… Ne sokağı, ne gecesi, ne gündüzü bitiyor. Onun için bu şehirde daha yaşayasım, göresim var…