Şiir yazmak benim için varoluş kipi

Harun Karaburç
00:004/01/2011, Salı
G: 4/01/2011, Salı
Yeni Şafak
Şiir yazmak benim için varoluş kipi
Şiir yazmak benim için varoluş kipi

Sen'im adlı ilk şiir kitabı geçtiğimiz aylarda yayınlanan Sevinç Ergiydiren, şiir yazma serüvenini bir varoluş kipi olarak görüyor. Edebiyat araştırmacısı olan yazara göre bu süreç, otantik bir esinleme

Sen'im, Sevinç Ergiydiren'in ilk şiir kitabı. Daha önce Edebiyat Araştırmaları, Edebiyat Eleştirisi Üzerine Bir Deneme ve Eleştiride Fenomonolojik Yaklaşımlar isimli kitapları yayınlanan Ergiydiren bugüne kadar defter defter şiir biriktirmiş. Onu bu kitabı yayınlama konusunda cesaretlendiren ise hocası Hilmi Yavuz olmuş. Ergiydiren kelimenin şiirini yazmış Kalkedon Yayınları arasından çıkan bu kitapta. Çünkü yazara göre şiir, varlıklar dünyasının bizde yarattığı duyuşların, öznel izlenimlerin, imajların dilsel mekânda bir üretimi.

Sen'im sizin ilk şiir kitabınız. Nasıl karar verdiniz bu kitabı yayınlamaya?

Beş yaşımda başladığım okul hayatı, okuma-yazma macerası şiir yazmayla paralel gitti, o tarihten itibaren de hep yazdım. Şiir benim için bir varoluş kipiydi. Ama yayınlama konusunda endişelerim, kaygılarım oldu. Sanki bütün iç dünyamın ifşa edilmesi gibi geliyordu. Hilmi Yavuz benim Boğaziçi Üniversitesi'nden hocam. Onun pek çok dersine girdim, birlikte moderatörü olduğum pek çok konferans yaptık. Onun, eşimin ve şiirlerimi bilen birkaç yakın arkadaşımın cesaretlendirmesiyle kitap vücuda geldi.

Mistik şiire yönelişiniz nasıl oldu?

Ortaokuldayken Yunus Emre'nin şiirlerini, Mevlana'nın, Hayyam'ın, Yahya Kemal'in rübailerini, babamın kitaplığındaki pek çok çeviri şiir kitaplarını ve hatta Eflatun'u, Sokrates'i okumaya başlamıştım. Dünyayı, varlığın anlamını çok sorguluyordum. Bunlar beni mistizme çekti diyebilirim. Şiir bir duyuş işidir. Bu anlamda mistiklik ile şiir bana yakın akraba gibi görünür. Her ikisinde de duyulan, fakat açıklanamayan bir taraf vardır. İnsanın aşkın tarafıyla, çoşkusuyla, çevresi arasındaki açıklanamaz çelişkinin sesi olarak ortaya çıkar.

Mallarme'ye göre şiirin özü kapalılık ve anlamsızlıktan ibarettir. Siz kendi şiirlerinizi kapalılık ve anlamsızlık açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şiir hiçbir zaman bir açıklama değildir. Düzyazı kavramlar üzerine inşa edilir ve bir açıklamayı içerir. Şiirse, tüm öznel algının biçimlendirdiği metaforlar, imajlar üzerine inşa edilir. Yani hayatın bizde bıraktığı izlenimin, duyuşun deyiş haline getirilmesi, Yahya Kemal'in deyişiyle 'kalbedilme'sidir. Varoluşun kaotik yapısını, hayatın sonsuz algoritmalarını, zihnin, düzyazının verili dili daima indirger. Bu anlamda şiir, indirgeme değil, adı konulamayana ilişkin bir sezgi, eskilerin deyişiyle bir tesir-i sihirkârî, yani sihirli bir tesirdir. Mallerme, “Anlamı kesin olsa bayatlar, bütün o müphem edebiyatlar” der. Kendi şiirlerimle ilgili bir değerlendirme yapamam, onlara nesnel bakamam. Bu iş, 'örnek' okur'un işidir.

Şiir ile ses arasında nasıl bir bağ vardır sizce?

Şiir bir yerde sestir. Şiirin temel unsuru sestir. Haşim, “Şiir sözden ziyade musikiye yakın, bir 'ara konum'dur” der. Bu anlamda bir büyü üretimidir, bir telkindir şiir. İnsanı büyüler ve bunu ses, ritim ve vezinle yapar. Ancak modern şiir, ritmi, vezni, mimesis'i, narrasyonu reddeden bir şiirdir. 'Das Man'ın bütünlüklü dünyasının ortak dilinin şiiri değildir. Parçalanmış insanın, şizoid dilidir. Modern şiir, ritmi bir uyuşturucu, bir hipnoz olarak görülür. Veznin kalıpları, toplumsal normların, tarihsel kesitteki temel çelişkilerinin dildeki ifadesidir. Rus formalistleri, edebilik ölçütünü 'yadırgatma' olarak ortaya koyar. Fakat 'üstü örtülü' hakikati ışıtan sanatın, özelde şiirin, yani hüznün muhalefetinin dili, her zaman bir güçlü bir ses yaratır; çünkü bütün varlık kategorilerinin, kokuların, seslerin, renklerin birbirine cevap verdiği, birbirini yankıladığı bir harmonik söyleyiş atmosferi içinde bir dile geliştir.


Jean Cocteau “Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü” der. Kelimelere bu kadar bağlanan biri olarak bu konuda ne söylemek istersiniz?

Şiir tam da bu. Varlıklar dünyasının bizde yarattığı duyuşların, öznel izlenimlerin, imajların dilsel mekânda bir üretimidir şiir. Orada verili anlamda masa masa değildir, kuş da kuş değildir. Çünkü o bize ait bir duyuştur. Kendimizin ürettiği bir varoluş biçimidir. Fakat daima bir usta-çırak ilişkisi içinde yol alır. Gadamer'in yorumbilimi için söylediği umdeyi şiir için söyleyebiliriz. Şiir, geçmişle şimdinin, bugünün şairleri ile önceki şairlerin ufuklarının kesişmesidir. Bu anlamda bir taraftan geleneğin yeniden üretimiyse bir yandan da, sizden önceki şairlerin aşılmasıdır. Kendi dilini yaratması, Mallerme'nin dediği gibi, 'kendi ismini cins isim yapıp, şiirini özel isim' yapmasıdır. Ancak bunu yapabilmesi, geçmişi, yani geleneği temüllek ederek, yani onu mülk edinerek onun şimdinin ufkuyla aşılabilmesidir. Necatigil, bu gerçeği 'şiir geçmişe yapılan atıflarla ilerler' dile getirmiştir. Hilmi Yavuz'un 'sahih şiir' kavramı da buna işaret eder.


gitsek...

kendimizin olmadığı

          bir yere

bir unutuş atının

          kanadında dört nala

bir Simûrg'a varsa

          yolculuk

ne yol kalsa

          ne varlık