Av. Dr. Abdullah Musab Şahin - İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ateşkes çağrılarına rağmen İsrail’in şiddetli saldırıları devam ediyor. Hamas tarafı ve arabuluculuk rolünü üstlenen Katarlı temsilciler bu saldırgan tutum sebebiyle müzakerelerin yavaşladığını ifade etti. Öte yandan İsrail’e yönelik uluslararası sivil kamuoyunun tepkileri batılı siyasetçilerde de tavır değişikliğine sebep olmaya başladı. İlk olarak Joe Biden kriz sonrasına dair bir öneri olarak iki devletli çözüme işaret etti. Daha sonra uzun süredir rafa kalkmış bu çözüm önerisine yönelik çağrılar diğer batılı devletler ve bazı Arap ülkeleri tarafından tekrar edildi. Bu sebeple İsrail ilk günlerdeki gibi batılı devletlerin koşulsuz desteğine sahip olmadığından uzlaşmaya mecbur kalacak ve bir noktada çatışmalar duracak. İlk olarak esir takası amacıyla ateşkes tekrar gündeme gelecek. Bir süre sonra öfkenin yerini siyaset ve akıl aldığında dünya onlarca yıldır devam eden bu probleme yönelik cevaplanması gereken bir soruyla karşılaşacak. İki devletli çözüm hâlâ mümkün mü?
7 EKİM’DEN ÖNCE RAFA KALKMIŞTI
Bir asra yaklaşan sürede Filistin ve İsrail arasında yaşanan problemlerin çözümüne yönelik ortaya atılan fikirlerden en çok rağbet göreni iki devletli çözümdür. Bu öneri ilk defa 1937 yılında toplanan Peel Komisyonu tarafından ileri sürüldü. Toprakların Ürdün Nehri ve Akdeniz arasında bölünmesi ile iki bağımsız devletin, Filistin ve İsrail’in kurulması gündeme gelmişti. Ortaya atılan bu plan o dönemde karşılık bulamadıysa da ilerleyen senelerde defalarca gündeme geldi. Örneğin, 1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu iki devletli çözümü öneren meşhur kararı aldı. Taksim kararı olarak da bilinen bu karar o dönemde 33 devletin lehte, 13 devletin aleyhte oy kullanmasıyla kabul edildi. Bu karara göre Kudüs için istisnai bir hüküm önerilmişti. Kudüs iki devletten birisi yerine BM yönetimine bırakılmaktaydı. İsrail’in kurulması ve sonraki senelerde yaşanan çatışma hali sebebiyle bu öneri de pratikte bir karşılık bulmadı. Oslo sürecinde bu çözüm bazı revizyonlarla tekrar gündeme geldi. 1993 ve 1995 senelerinde ilk defa taraflar doğrudan müzakere sürecine dahil olarak siyasi çözüm arayışına girdiler. Bu müzakereler neticesinde iki devletli çözüm üzerinde anlaşıldı. Anlaşmalarla taraflar önce geçici Filistin yönetiminin kurulması daha sonraki süreçte de Filistin’in bir devlet olarak tanınması üzerinde anlaşmışlardı. Buna rağmen, o günden bugüne geçen süreç Oslo müzakerelerinin tam aksi istikametinde ilerledi. İsrail tarafından devlet düzeyinde benimsenen ırkçı ve saldırgan tutum sebebiyle iki devletli çözüm tekrar gündeme gelmedi.
Yakın döneme kadar İsrail’in Filistin topraklarını acımasızca işgal etmesine, yerleşimcileri bu bölgelere yönlendirmesine ve ırkçı bir rejim dayatmasına karşı çıkma yönünde uluslararası arenada bir istek ortaya çıkmadı. Bu da yerleşimci Yahudilerin sınırsız haklarla donatıldığı, buna karşılık İsrail vatandaşı Filistinlilerin daha az hakka sahip olduğu bir İsrail’in doğuşuna sebep oldu. Batı Şeria ve Gazze’de İsrail’in baskısı ve ablukası altında yaşayan Filistinler için ise en temel haklara erişime bile müsaade edilmedi. Bu durum çeşitli uluslararası kuruluşların raporlarından da takip edilebilmektedir. Görüldüğü üzere, 7 Ekim’den önce iki devletli çözüm İsrail tarafından rafa kaldırılmıştı.
ULUSLARARASI TOPLUM BASTIRIYOR
İsrail’in kurulduğu günden beri en büyük destekçisi ABD, bu tavrını devam ettiriyor. Çatışmaların durdurulması çağrısında bulunan bir BM Güvenlik Konseyi karar taslağının kabul edilmesini engellemek için veto hakkını kullandı. Öte yandan İsrail’in Gazze’deki sivillere yönelik akıl dışı saldırı yöntemiyle ilgili ciddi endişelerini dile getirerek iki devletli çözümü önerdi. Bu çelişkili tutum içinde iki devletli çözüm önerisi tekrar gündeme gelmiş oldu.
7 Ekim öncesinde yirmi yıla yakın süredir rafa kalkmış gibi gözüken iki devletli çözüm bu açıklamalar sonrasında tekrar tartışmaya açılmış oldu. ABD başkanı Joe Biden ve Avrupalı bazı siyasiler iki devletli çözüm çağrılarını devam ettiriyor. Arabuluculuk rolüyle ön plana çıkan Katar tarafından da müzakerelerin devamlılığı için çabalar devam ediyor, adil ve kalıcı bir çözüm için iki devletli çözüm öne çıkarılıyor. Görüldüğü gibi uluslararası toplum arasında siyasi bir çözüme yönelik talepler artıyor. Kalıcı barışın siyasi bir çözümle sağlanması noktasında iki devletli çözüm orta doğunun şartlarına en uygun, en az kötü seçenek gibi gözüküyor. Gerçekten de bu çağrılar ve bölgedeki son gelişmeler dikkate alındığında, iki bağımsız devlet çağrısı hiçbir çözümün olmadığı şu ortamda tartışmaya açılabilecek tek öneri.
GARANTÖRLÜK ŞART
İsrail bir noktada durmak zorunda kalacak ve müzakereler başlayacak. İki devlet çağrısına dayanan müzakerelerin uzun vadeli olarak problemlere çözüm üretebilmesi için benzer uluslararası ihtilaflarda arabuluculuk rolünü başarıyla üstlenen Katar tarafından yürütülmesi ve bazı asgari gereklilikleri içermesi gerekiyor. Uluslararası arenada sınırları belli, Gazze ve Batı Şeria ayrımının olmadığı, Doğu Kudüs’ü içeren bir Filistin’in tanınması ve Filistin’in halkı tarafından seçilen gerçek ve meşru bir hükümet tarafından yönetilmesi şart. Dolayısıyla İsrail’in iyi niyetine bağlı olan ve Filistin’den ziyade İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışan bir Filistin otoritesi olmamalıdır. Ayrıca iki devletli çözümün garantörlükle desteklenmesi gerekir.
Uluslararası hukukun işlediği, BM kararlarına uyumun sağlandığı bir dünyada Filistin bu taleplerini müzakerelerde gündeme getirebilirdi. Artan kamuoyu baskısı burada oldukça önem taşıyor. Bu yüzden eğer uluslararası aktörler ateşkes sonrası siyasi çözümü gösterecek yeterli siyasi iradeyi daha açık şekilde ortaya koyabilirse iki devletli çözüm 7 Ekim öncesine göre daha mümkün gözüküyor. İki devletli çözüm için uluslararası toplumun şimdiye kadar gösterdiğinden daha çok kararlılık göstermesi gerekiyor.