İmece usulü İstanbul’da var oldular

Hem Anadolu’dan hem de Balkanlar’dan göç alan Esenler semtinin kuruluş hikayesini yazar Cihan Aktaş Rüzgarla Geçinmek adıyla kitaplaştırdı. İki yıl boyu her hafta semte gidip görüşmeler yapan Aktaş, yolu, elektiriği ve suyu olmayan semte göç eden insanların İstanbul’da var olma mücadelelerinin temelinde imece usulü dayanışma olduğunu söylüyor.

Ayşe Olgun Yeni Şafak
Esenler semtinin kuruluş hikayesini yazar Cihan Aktaş Rüzgarla Geçinmek adıyla kitaplaştırdı.

Yazar Cihan Aktaş tam iki yıl boyu her hafta Esenler’e giderek burada göçle gelip kendilerine İstanbul’da bir yaşam kurmuş insanlarla görüştü. Sokak sokak ev ev Esenler’i gezen Aktaş bu görüşmelerden yola çıkarak Eserler’i anlatan bir kitap yazdı. Rüzgarla İyi Geçinmek adlı kitap geçtiğimiz hafta Esenler Belediyesi Kültür Yayınları arasında okurla buluştu. Kitaptan yola çıkarak Esenler’in hikayesini Aktaş’tan konuştuk.

* Esenler bölgesiyle ilgili önemli bir alan araştırması kitabına imza attınız. Kitap yazılmadan önce Esenler’de görüşmeler yaptığınızı alan üzerine çalıştığınızı biliyoruz. Kitabın biraz arka planından bize bahseder misiniz? Böyle bir çalışma nasıl ortaya çıktı?

İki yıl önce Esenler Belediyesi Başkan Yardımcısı Hasan Taşçı beni aradı. Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu, Şehir Tutulması isimli kitabımı okumuş, “Cihan Aktaş’a Esenler’in hikayesini yazdıralım” demiş Hasan Bey’e. Şehir Düşünce Merkezi gibi belediye tarafından şehircilik sorunlarını araştırma, bunlara karşı çözüm ve teklifler sunma amaçlı olarak tasarlanmış bir kurumun desteğiyle çalışacaktım. Öğretici bir çalışma sahası uzanıyordu önümde, roman çalışmamı bir süre yavaşlatmaya değerdi. Evlere, iş yerlerine, derneklere, kahvelere, lokantalara gittim, sokak röportajları yaptım. Şehir Düşünce Merkezi’nden Belgin Behiye Turgut çoğu zaman yanımdaydı.

* Esenler’in göç alarak kurulan İstanbul›un diğer semtlerden en önemli farkı neydi?

Röportajlar aktıkça temalar, imgeler belirginlik kazanmaya başladı. Esenler’in geçirdiği yerleşim aşamalarını öğrenmeden İstanbul’un sorunlarını gerçek anlamıyla konuşamazsınız. Bayrampaşa adına açılan otogarın zamanla Esenler Otogarı olarak tanınmasının bir anlamı var. Esenler, “Osmanlı ahalisi”ni bir araya getiren, zorlu tarihi tecrübelerin harmanlandığı bir yerleşim. İstanbul’a yakınlığına karşılık aldığı hizmetler açısından bir Anadolu köyü ıssızlığı var arka planında. Hüzünlü ve zorlu var olma mücadelesinin etkisiyle belki de göçmene, mülteciye açık kucağı.

İLK GÖÇMENLER KAVALA’DAN

* Esenler’e göç eden insanların hikayesini dinlediğimizde şunu görüyoruz. Belirttiğiniz gibi bölgede göçten önce Rumların yaşadığı köyler var. Daha sonra mübadeleyle buraya Selanik ve Kavala bölgesinden gelen köylüler var. Özellikle yetmişli yıllardan sonra ise Anadolu’dan buraya yoğun bir göç var. Yüz yıl içinde bu üç büyük göçü karşılaştırınca nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Esenler’in tarihini bu üç göç üzerinden nasıl okumalıyız?

Saha çalışmalarında ve okumalarımda ilçenin bir Rum köyü olarak oluştuğu 1000’li yıllardan bugüne değişmeden kalanları tespit etmek önemliydi benim için. Esenler, Litros ve Avas isimli iki Rum köyü temelinde gelişen bir ilçe. İki köy Rum isimlerini 1939’a kadar koruyor. 1924’te mübadele ile gelen Kavalalı ve Selanikli Müslümanlar Rum evlerine yerleşiyorlar, kolay bir süreç değil, öylece bırakılıyorlar Rum nüfusun henüz tamamen gitmediği, gitmek istemediği köylere. O yıllarda Litros ve Avas’ta Arnavut Müslüman göçmenler vardır az sayıda da olsa. Mübadiller yaralı, ancak çok çalışkan insanlar. Yeni yurtlarına tutunabilmek için sağlam bir muaşeret esasında yoğun bir şekilde çalışıyorlar.

YOKSULLUĞA KARŞI DAYANIŞMA

* İstanbul’da uzun yıllar göç alan bölgelere belediye hizmeti götürmediğini okuyoruz kitapta. Bu durum insanların İstanbul’un merkeziyle ilişkilerini nasıl etkiliyor? (Eğitim sağlık kültürel ve sosyal bağlar açısından)

Kendi haline terk edilmiş köylerde insanlar dayanışma yoluyla yoksunlukların üstesinden gelmeye çalışıyor. 70’lerde belediye getirip su borularını Oruç Mahallesi’ndeki sokağa bıraktığında mahallenin kadınları kanal açıp su borularını yerleştiriyor. TEK elektrik direklerini getirip bırakıyor Havaalanı Mahallesi’ne, mahallenin erkekleri dikiyor bu direkleri. 90’larda halkın çöp dağlarıyla mücadelesi belediye seçimlerinin sonuçlarında belirleyici oluyor. 80’lerde evlilik nedeniyle öğrencilik yıllarını Esenler’de geçirmiş bir doktor, Hatice Gazel, Esenler’de oturmanın, “bir halkanın dışında olmak anlamına geldiğini” iş hayatında karşılaştığı yorumlar üzerine fark edebildiğini söyledi bana.

Çamurlu yollar üzerine anlatılan pek çok “geri çekilme” hikayesi var. Her yaşta insan minibüs durağına ağırlaşan çizmelerle yürüyor 90’ların ortalarına kadar, o çizmeleri ya bakkala ya da durağın yanındaki bir konteynera bırakıyor bir torba içinde. Köy bu denli çamurla kaplıyken evlerde su da yok o tarihlerde. Esenler’de yaşayan ailelere Anadolu’dan gelen misafirler İstanbul’a gelmediklerini düşünürlermiş. Gerçi benzeri bir izlenime Esenler halkı da sahipmiş. Eminönü’ne gidecekler, İstanbul’a gidiyorum, diye çıkarlarmış yola. Alt yapı zorlukları yüzünden döneminin ıssızlığını özleyip özlemediklerini sorduğumda yaşlı sakinlerin hemen hepsi, eski komşulukları özleseler de belediye hizmetleri nedeniyle bütün kalabalığına rağmen Esenler’in şimdiki halini tercih edeceklerini belirttiler.

OTURMUŞ BİR MUŞARETE UYUM

* Göç edenler arasında köylerdeki imece usulünün devam ettiğini okuyoruz. İlk göç edenlerle sonraki göç edenler arasında nasıl bir ilişki oluyor?

Köyün yeniden kuruluşu diyebileceğimiz, mübadele sonrası yıllarında, 1920’lerin ikinci yarısında, toplumsal altyapıyı mübadiller belirliyorlar. 1950’lerden itibaren başlayan Anadolu göçü ilk yirmi yıl çok yoğun yaşanmadığı için, Anadolu göçmenleri Esenler ve Atışalanı’na oturmuş bir muaşerete saygı esasında yerleşiyor. Binalar arasında yeterli açıklık var, komşu komşuya saygılı, susuzluk dönemlerinde bahçesinde kuyuları olan olmayanlara su veriyor, imece usulü yapılıyor evler, kapılar açık yatılıyor öyle de bir güven var. Anadolu göçmenlerinin en kıdemlileri, kendilerinin mübadillerden spor faaliyetleri, mobilya, trikotaj ve kuyumculuk alanında çok şey öğrendiklerini belirttiler. Pastane kültürünü de Balkan göçmenleri getirmişler.

1993’de Bayrampaşa Otogarı açıldıktan ve ertesi yıl da Esenler ilçe konumu kazandıktan sonra başka bir merhaleye geçiliyor tabii.

Keşke evi müze yapılsa

* Kitabı hazırlarken birbirinden ilginç insan hikayelerine yer vermişsiniz. Sizi en çok etkileyen hikayeyi kim anlattı?

Gerçekten röportaj yaptığım her Esenlerli’den etkileyici hikayeler dinledim. 1946-47’de kendisi gibi Selanik göçmeni olan kocasının vefatından sonra “erkek gibi pantolon giyen” kızlarıyla birlikte yaşadıkları evi inşa eden Emine Sunal’ın hikayesi beni çok etkiledi. Emine Hanım artık hayatta değil. Böyle bir evin yıkıma terk edilecek yerde müze yapılmasını çok isterdim.

Rüzgarla iyi geçinmek lazım

* Rüzgarla iyi geçinmek ismi niye?

Esenler, “Aretai” yani “Faziletler Tepesi” bilinmiş, çevresini her zaman etkileyen bir yerleşim olmuş tarih boyunca, orduları besleme, su yollarını koruma görevlerini üstlenmiş. Temmuz ayında insanlar montla gezinirmiş 1970’lerde bile. Hemen yakınında, Ferhatpaşa Çiftliği arazisi üzerinde yapılan ORA AVM’nin kapanma sebeplerinden biri, rüzgar faktörünü hesaba katmayışı. Rüzgarla İyi Geçinmek, göçmenlerin geldikleri çevreye saygıyla ve birbirleriyle dayanışarak zorlukların üstesinden geldiği, geceleri kapı açık uyuduğu dönemlerin kitabı. O rüzgar artık yok tepede, ama geriye nasıl çağrılabilir? Bir diğer kitapta bu soruya cevap arayacağım.

Köydeki evinden Esenler’e yapıyor

* Kitapta göç edip kendi elleriyle evlerini yapan insanların hikayesini anlatıyorsunuz. Mimari açıdan baktığınızda bu evler bu kurulan semtler için ne söylersiniz? Nasıl bir tablo ortada? Daha sonra mimaride bu sorunlar ne ölçüde aşılabiliyor?

Mübadiller Rum evlerine yerleştiklerinde zaman içinde bu evlerde bazı değişiklikler gerçekleştirdiler. Bir sonraki kuşak bu Rum evlerinin yerinde ebeveynlerinin köylerinde bıraktıkları evlerini hatırlatan binalar yaptılar. 1960’lardan itibaren başlayan ve 1980’lerde hızlanan bir süreç içinde Anadolu’dan göç edenler ucuza aldıkları arsada gecekondular inşa ettiler. İşsizlik yüzünden, sat bir düğün yap bir tarla mantığı işledi ilk mübadil kuşak arasında 1970’lerde. Parseller küçüldü, gecekonduların üzerinde yükselen önce iki katlı ardından altı yedi katlı binalar projede olması gereken arsa payına doğru genişlediler. Böylelikle de beş yüz metre arayla bir bahçeli evin bulunduğu dönemden apartman koridorları dönemine gelindi.