Her çeviriyi  okumak  istemiyoruz

Türkiye’de 1940’lı yıllardan itibaren hız kazanan çeviri faaliyetleri bugün edebiyata ağırlığını koyuyor. Artık kitapların kendisi kadar çevirileri de sıkça konuşulur, tartışılır oldu. Edebiyat dünyasında nitelikli çevirinin nasıl olacağı ele alınıyor, kötü çeviriler örnekleriyle sunuluyor. İlgiden memnun olan çevirmenler, okurun artık önüne gelen her çeviriyi okumadığı, seçici davrandığı görüşünde.

Seray Şahinler Demir Yeni Şafak
Türkiye’de 1940’lı yıllardan itibaren hız kazanan çeviri faaliyetleri bugün edebiyata ağırlığını koyuyor

Çevirinin tarihine baktığımız zaman asırlar öncesinden izlere rastlıyoruz önce. M.Ö. gerek Antik Çağ’da gerek Mezopotamya’da, Mısır’da çok dilliğin, çeviri faaliyetinin ilk adımları olduğu kabul ediliyor. Türkçenin çeviri macerasının ise Uygur döneminden itibaren başladığı tahmin ediliyor. Aradan geçen yüzyıllar boyunca başta kutsal metinler farklı dillere çevrildi, ardından edebi türlerin doğuşu sürece yeni bir boyut kazandırdı. Roman, öykü, şiir, deneme gibi birçok tür farklı dillere tercüme edildi.

Tanzimat ile birlikte edebiyatımızda kendini hissettirmeye başlayan çeviri faaliyetleri Cumhuriyet sonrasında hız kazandı; özellikle romanda Bu çalışmalar 1940’lı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde kurulan “Tercüme Bürosu” sayesinde ivme yükseldi. Hasan Ali Yücel’in bakan olmasıyla birlikte faaliyete geçen ve Nurullah Ataç’a emanet edilen büro dünya klasiklerinin dilimize kazandırılması için bir dönüm noktası oldu. Shakespeare’den Tolstoy’a dünya edebiyatının önemli isimleri, Orhan Veli, Sabahattin Eyüboğlu, Nurullah Ataç gibi Türkçenin en iyi yazar ve şairleri tarafından tercüme edildi. Bu süreç, Türkçedeki eser çeşitliliğini geliştirdi, zenginleştirdi. Yaklaşık 70 yıldır hem klasikler hem çevrildiği dönemin güncel yazarları Türkçeye kazandırılmaya devam ediyor.

EN HIZLI KİM ÇEVİRECEK?

Son yıllarda, “Yeni Çıkanlar” ve “Çok Satanlar” kavramının hayatımıza girmesiyle birlikte dünyanın dört bir yanında yayımlanan eserlerden anında haberdar oluyor, Türkçeye çevrilip çevrilmeyeceğini merakla bekliyoruz. Bu noktada yayınevlerinin hızlı adımlarıyla birlikte çok satan kitaplar sıcağı sıcağına Türkçeye kazandırılıyor. Hâl böyle olunca çeviri konusu da tüm hatlarıyla edebiyat dünyasına ağırlığını koyuyor. Artık kitapların kendisi kadar çevirileri de sıkça konuşulur, tartışılır oldu. Nitelikli çevirinin nasıl olacağı ele alınıyor, kötü çeviriler örnekleriyle sunuluyor. Çeviriye olan bu ilgiyi çevirmenlere sorduk…

Petek Demir İncek, 2017’nin merakla beklenen kitaplarından olan Dan Brown’ın “Başlangıç” romanını Türkçeye kazandırdı. Satış rekorları kıran Dan Brown’ın bu romanı, aylar süren çalışmalar neticesinde, sır gibi saklanan odalarda çevrilmişti. Altın Kitaplar etiketiyle yayımlanan kitabın çevirmeni İncek’e göre, bir kitabın Türkçesini yazmak çevirmek anlamına gelmiyor. Aslolan, orijinal metin hangi zihni süreçlerden geçiyorsa, okura da aynısını anlatmak: “Orijinal metnin okuru kitabı okurken zihni hangi süreçlerden geçiyorsa amaç, Türk okurunun zihnini de aynı süreçlerden geçirmektir. Çeviriyle ilgili diğer kuralları bu temel üzerine oturtunca tıpkı orijinal metin gibi, Türkçesi de çok satmayı hak eden bir kitap çıkıyor karşımıza. Sanırım okur sadece kitabın konusunu değil, onu düşünmeye sevk eden kısımlardaki kelime ve cümle seçimlerini de beğendiğinde çevirmene karşı bir ilgi duyuyor.

Kitabı okura hakkıyla yansıtabilmek için öncelikle metni çok iyi anlamak, içine girmek gerekiyor. Çevirmeni sıkan, boğan, hiç ilgi duymadığı bir konuysa bu dediklerimi yapması pek mümkün değil. Çevirmen metinden kendi zevk almadığında okur da zevk almayacaktır. Her çevirmen her metni çevirmek zorunda değil; aslında kitaba bir göz gezdirdikten sonra işi kabul etmeli veya reddetmeli. Sözgelimi Başlangıç’ı çevirirken editörümüzün düzeltilerine bakıyordum. Dahi fütüristin konuşma yaptığı bilimsel içerikli kısma gelince hiç düzelti göremedim. En çok araştırma gerektiren, en yeni bilgileri içeren bu kısmın daha çok düzelti gerektireceğini sanıyordum; göremeyince bilgisayarda kaybolduğunu sandım. Hülya o kısmın hiç müdahaleye gerek duymadığını söyledi. İşin doğrusu en çok o kısımdan keyif almış, büyük bir zevkle çevirmiştim.”

ÖNCE TÜRKÇEYİ SONRA ALANINI BİLMELİ

Cemal Aydın, Fransız düşünür ve yazar Roger Garaudy’nin eserlerini Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda Antoine de Saint-Exupery’nin “Küçük Prens”ini Türkçeye çevirem isimlerden biri. Aydın, son olarak Feridüddün Attar’ın 4724 beyitten oluşan ünlü eseri Mantıku’t Tayr’ı çevirmişti. Aydın’a göre, çeviriyi iyi yapabilmenin en önemli noktası Türkçeyi çok iyi bilmekten geçiyor: “İyi bir çeviri için üç önemli özellikten bahsedebiliriz: Yabancı dili, kitap çevirisi yapabilecek kadar iyi bilmek; cümlelerin anlam karşılığını en doğru şekilde verebilmek için Türkçeyi çok çok iyi bilmek; hangi alanda çeviri yapıyorsa o alanla ilgili bilgi sahibi olmak. Edebiyat çevrelerinin çeviriler üzerinde kafa yorması, hem Türkçe adına hem de çevirmenlik ahlâkı adına olumlu bir gayret. Çevirinin dil kalitesi Türkçenin doğru kullanımının da bir ölçüsü. Edebiyat çevrelerinin bu konuda dikkati, Milli Eğitim programlarını hazırlayanlara da bu anlamda ışık tutabilir. Okuyucu açısında ise, dikkatli okuyucular çevirinin dili iyi olmazsa, kitabın yazarının ne demek istediğini yeterince anlayamaz ve oradan hareketle bir fikir de üretemezler.

Zahmetli eserlerden kasıt ciddi fikir kitapları olsa gerek. Eğer bu konuya gerçekten ilgi artmışsa, düşünce dünyamızda güçlü bir uyanış başlamış demektir. İletişim ağının genişlemesi, dünyanın sınırlarını daralttı. İnsanlar artık dünyada olup bitenlerden anında haberdar oluyorlar. Bu hız algı anarşisini de beraberinde taşıyor. O yüzden insanlar ciddi fikir adamlarının bu konular hakkındaki düşüncelerine ihtiyaç duyuyorlar. Eserleri okumakla yetinmeyip üzerinde konuşup tartışma alanlarına da taşıyorlar. Fikir eserlerinin ilgi görmesi gelecek adına umut verici bir durum.”

OKUR HER ÇEVİRİYİ OKUMAK İSTEMİYOR

Ödüllü çevirmen Ülker İnce ise birçok kült eseri dilimize kazandıran çevirmenler arasında yer alıyor. İnce, Dilek Dizdar ile birlikte çeviri atölyelerine katılıyor. İkili geçtiğimiz yıl çeviri yapan ya da yapmak isteyenler için bir klavuz niteliğindeki “Çeviri Atölyesi” adlı kitabı yayımlamıştı. Bugüne dek Harper Lee’den “Bülbülü Öldürmek”, Oscar Wilde’dan “Dorian Grey’in Portresi”, F. Scott Fitzgerald’dan “Uçarı Kızlar ve Filozoflar” adlı kitapları çeviren İnce’nin geçen yıl yayımlanan, 997 sayfalık “Dostoyevski - Çağının Yazarı” adlı eserde imzası var. Usta çevirmen, çeviriye olan ilgiyi okurların bilinçlenmesiyle ilişkilendiriyor. İnce’ye göre, okur artık önüne koyan her çeviriyi okumuyor ve çeviride belli nitelikler arıyor: “Okurlar çevirileri tartışıyorsa, belli aktarımların nasıl yapılması gerektiği konusunda kafa yoruyorsa, çok iyi. Bu, okurların bilinçlenmeye başladığı, hatta daha da bilinçleneceği anlamına gelir. Önüne konan her çeviriyi okumak istemediğini, çeviride belli nitelikler arayacağını gösterir. Çevirmenler uzun yıllar okurların çeviriden öncelikle ve sanki yalnızca metne “sadakat” bekledikleri bilgisiyle hareket etti. Okurların sadakat beklemesinde bir yanlışlık yok elbette, çevirmenlerin bu beklentiyi karşılamak istemesinde de bir sorun yok. Sorun “sadakat”ın sorgulanmamış olmasında. Sorgulanmadığını, üretilen çevirilere baktığım zaman açıkça görüyorum, çünkü bir metne “sadakat”ın, o metni o metindeki sözcük ve yapıların erek dildeki karşılıklarıyla aktarmak olduğu inancının sonuçları, o zor okunan, zor anlaşılan çevirilerde çok açık olarak görmek olası. Zaten Dilek Dizdar’la birlikte Çeviri Atölyesi – Çeviride Tuzaklar kitabını yazmamızın en önemli nedeni de bu. Çevirmenlere “sadakat”in ne olduğunu sorgulamaya davet etmek, dümdüz sözcükleri ve yapıları aktarmak olmadığını göstermek, en önemlisi de nasıl ve ne oranda sağlanabileceğine işaret etmek istedik.

Zor bir metnin çeviri serüvenini merak eden, bu serüvene ilgi duyan, ortak olmak isteyen okurlar varsa onlar aslında o metni merak ediyorlar. Bir çevirmenin serüveninin bir bölümü öncelikle çevireceği metni çözümleme, derinlikli bir şekilde okuma serüvenidir çünkü. İkinci yarısı da ana dilin kullanım alanındaki debelenmeleri kapsar, ikisi birlikte büyük bir yolculuk. Yolculuk öyküleri insanların her zaman ilgisini çeker. Yolculuklar öngörülmez rastlantılara, beklenmedik keşiflere gebedir. O bakımdan okurların ilgi ve merakını normal karşılıyorum.

YAZARI HAKKIYLA OKUMAK İÇİN

Seçkin Selvi, çeviri dünyasının önemli isimleri arasında. Paul Auster’in birçok eseriyle birlikte Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık”, Nobel ödüllü Alice Munro’nun “Sevgili Hayat” adlı romanların çevirmeni. Selvi, Paul Auster’ın bin 128 sayfalık “4 3 2 1” adlı romanını Türkçeye kazandırdı. Selvi’ye göre, iyi çeviri, yazarı olması gerektiği gibi yansıtan, yani o yazara özgü biçemi zedelemeden aktaran çeviri. Usta çevirmen, edebiyat çevreleri ve okurların yabancı bir yazarı hakkıyla okumak ve değerlendirmek için çeviriye önem verdiğini vurguluyor.

İNSAN KADAR ÇEVİRİ VAR

Sevin Okyay, çevirinin emektar isimlerinden biri. J.K.Rowling’in dünyayı kasıp kavuran romanı Harry Potter’ı Türkçeye kazandıran Okyay’ın Alberto Manguel, Jonathan Franzen gibi yazarların eserlerinde de imzası var. Okyay, çeviri konusunun konuşulması ve tartışılmasının edebiyat dünyası için çok faydalı olduğu görüşünde: “Mukayese etmek çok iyidir, kimsenin aleyhine olmaz. İnsan kadar çeviri vardır hayatta. Kendi yaptığınızı da yeri geliyor beğenemiyorsunuz. Çevirilere ilginin artması çok güzel bir şey. Ben çok memnunum. Vaktiyle iyi yayınevi diye bilinen yayınevleri tarafından öyle güzel kitapları, öyle marjinal klasikleri o tecrübesiz insanların eline verilerek o kadar ziyan edildi ki… Kimsenin çevirmenlere çok para verdiği de zaten yok. Mesela çok sevdiğim bir kitabın çevirisine beş sayfa dayanabildim. Bunu yapan çocuğun kabahati yok bunu ona verende kabahat. Hepimiz hatalar yaparak üzülerek sevinerek böyle öğrendik. İlk kitabınızda her şeyi çeviremezsiniz. Her kitabı çevieyim dersen hem yazana hem okuyana hem çevirene yazık olur. Çünkü okur bir daha okumak istemez o kitabı.”

EDEBİYATIN KİLİT TAŞI

Henry James, Oscar Wilde, Luigi Pirandello gibi yazarların eserlerini Türkçeye kazandıran başarılı çevirmen Fuat Sevimay, son olarak James Joyce’un “çevrilemeyen kitabı” Finnegan Uyanması’nı Türkçeye armağan etti. Sevimay, bu çeviriyle İKSV tarafından düzenlenen Talat Sait Halman Çeviri Ödülü’nün de sahibi oldu. Bir metnin farklı çevirilerinin dilin derinliğini kavramak adına bir fırsat olduğuna dikkat çeken Sevimay’ın görüşleri şöyle: “Çevirmen yalnızdır çünkü metne kapaklanıp bir başına kafa patlatır. Yalnızdır çünkü iş bittiğinde bazen kitapta adı bile anılmaz veya bir köşeye sıkıştırılır. Yalnızdır çünkü adı kapakta olsa bile çoğu okurun dikkatini dahi çekmez. Bu kısır döngü son yıllarda sanki azıcık kırıldı ve kırılması da gerekiyor zaten. Türkiye, dünyada en çok çeviri yapılan ülkelerden birisi ve dilimiz çokça çevirmenlerin olumlu/olumsuz etkisi altında. Sıkça duyduğumuz çevirisi takır tukurdu, kitabı yarım bıraktım ifadesi veya duymaya başladığımız Malina harika fakat Ahmet Cemal de nasıl güzel çevirmiş arkadaş yahut Dostoyevski’yi bir de şu çevirisinden oku, müthiş lezzetli gibi sözler yerli yerine oturmaya başladı. Çünkü, evet, çevirmen edebiyatın kilit taşlarından birisidir aslında.

Aynı metnin farklı çevirilerinin ele alınması da dilin derinliğini kavramak adına müthiş fırsat sunar bir yandan. Telif eserler bu imkanı sağlamaz çünkü orada yazarın dili mutlak kabuldür. Bu göreceli tarafıyla da çeviri ilgi alanı haline gelmeye başladı.

Sanıyorum çevirmenlere dair bu

ilgi daha da artacak ve bu tartışmanın nüvelerini edebiyat ortamı toplayacak. Olması gereken de bu.”

BİR DİLİN VERİMİNİ TAŞIYOR

Adonis’in Kudüs Konçertosu’nu Türkçeye çeviren İbrahim Demirci ise çevirinin bir dilin verimlerini başka bir dile taşımak olduğunu söylüyor: “Bu taşıma, nakil, aktarma işi bazı yönleriyle çok olağan ve sıradan bir iştir; bazı yönleriyle olağanüstüdür. Çelişkili görünen bu durum, aslında “dil”in kendisinde de karşımıza çıkar. Varlıklara adlar vermek, durumlar ve olaylar arasında bağlar kurmak, bunlardan sonuçlar çıkarmak, yeryüzünde yalnızca insan türüne özgü bir olgudur. Bu ayrıcalığın ancak “metafizik”le “ilâhî mevhibe” yahut “tanrısal bağış”la açıklanabileceğini düşünüyorum. Tırnak içine aldığım üç kavram arasında ilişki olduğu kesin ama “özdeşlik” olduğunu söyleyemeyiz. Bu durum, bütün çevirilerde de aşağı yukarı böyledir. Aşağı yukarı dememin sebebi, doğada ve insan zihninde objektif / nesnel ortaklık alanlarının bulunduğuna, bulunması ve korunması gerektiğine inanışımdır. Fakat biliyoruz ki insanların dünyasında “yalan”, “yanlış”, “iftira”, “bühtan”, “zan” gibi söz ile özün, dil ile gerçeğin arasını açan olgular da vardır. Dolayısıyla hem bilgili hem dürüst hem dikkatli olmak gerekiyor. Çeviri çalışmaları, öteden beri insanların ve toplumların birikimlerini paylaşmalarına yardımcı olmuştur. Çeviri yoluyla başkalarını tanımak ve onlarla tanışmak elbette önemlidir ama kendimizi tanımak daha önemlidir diyenler olabilir. Bu ikisinin birbiriyle ilişkisiz olduğunu sanmak vahim bir aldanıştır. Hem tanıyalım hem tanışalım, ne aldanalım ne aldatalım!

SORUNLARDAN BİRİ DE İNTİHAL

Dosyayı Çeviri Derneği’nin görüşüyle kapatıyoruz. Derneğin çeviri hakkındaki görüşleri şöyle: “Sadece bir ya da birkaç yabancı dil bilmenin her talep edeni çevirmen yapmayacağı bir gerçektir. Çeviri için beklenen nitelikler, dil bilmeyi zaten varsayarsak eylemi gerçekleştirecek kişinin metin oluşturabilme, biçim, biçem, söylem çözümleme, kültürel, felsefi yeterlilikler v.s. gibi özellikleri kendinde barındırması gerekir. Çeviri metnin okunabilir olması, estetik niteliklerini saklı tutması onun okurunu mutlu ettiği gibi, yeni okurlara ulaşmasını da kolaylaştıracak ve kitabın okunurluğu artacaktır. Tüm bunlar, nitelikli kitabı seçmek kadar nitelikli çevirmeni seçmeyi de gerektirmektedir.

Yayın piyasası, çok satacağını umduğu ya da gördüğü (klasikler veya çok satan kitaplar) eserleri kolaycı yöntemlerle yayımlamaya çalışanları da içinde barındırmaktadır. Bu nitelikli ve işine gerçekten saygı duyarak yapan yayıncı ve çevirmeni de küstürmekte ve alanla bağlarını koparmasına neden olmaktadır. Bu alanda önemli konu intihaldir. Aylarca çalışıp emek verdiği ve kendi kimliğini kattığı çevirilerinin sonraki süreçte başkaları tarafından kesilip biçilip kullanıldığını görmek bir çevirmen için tarifi zor bir kederdir; ancak bunun salt keder olarak kalmaması ve sorunun ciddiyetle ele alınması gerekmektedir.”