alimuratg@yahoo.com
Sinema tarihinde “ayraç” görevi üstlenmiş bir sanatçı ile bilim dünyasında aynı pozisyonda olan iki büyük efsane; aktör, senarist ve yönetmen Charles Spencer Chaplin ve teorik fizikçi Albert Einstein, 1940'lı yılların ortalarında bir Beyaz Saray kokteylinde bir arada…
Albert Einstein'ın ailesinin ekonomik koşulları her ne kadar Chaplin'inkiyle kıyaslanmayacak kadar iyi olsa da özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren savaş ve kıtlığın acılarından o da yeterince nasibini almıştı. Erken dönem bilimsel araştırmalarını çoğu kez günlerce süren bir açlık eşliğinde yürüten bu eşsiz dâhi, 1933 yılında ülkesi Almanya'da Nasyonal Sosyalist Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte “Burada suyumuz ısındı” diyerek ABD'ye iltica eden Yahudi asıllı bilim insanları kervanına katılacaktı. Aynen kaderdaşı Chaplin gibi Einstein da meslekî kariyerinin zirvesine Yeni Dünya'da ulaşırken, siyasal açıdan “sol”da durmayı yeğledi ve İkinci Dünya Savaşı, İsrail'in kurulması gibi önemli olaylarda günlük siyasetin balçığına bulanmamaya özen gösterdi. Kendisine 1952'de yapılan “İsrail'in ikinci cumhurbaşkanı olma” teklifini “Ben insanlığın ortak ideallerini temsil eden bir teorik fizikçiyim, yerel bir politikacı değil” diyerek reddeden ünlü bilgin, Hiroşima ve Nagazaki saldırılarından sonra da tepkisini, “Atomun gücünü insanlığa hayırlı bir buluş olması dileğiyle ortaya koymuştum. Fakat, insan denen saldırgan mahlûk yine yapabileceği en kötü tercihi yaptı ve onu başka insanları topluca öldürecek korkunç bir güce çevirdi” sözleriyle dile getirmişti.
Einstein 1955'te, Chaplin ise 1977'de hayata gözlerini yumdu. Sağlıklarında her ikisi de “ateizm”i reddedip kendilerini “agnostik” (evrenin yaradılışı karşısında bilinmezci görüşe mensup kişi) olarak tanımlamışlardı. Umarız, son nefeslerinde bir adım öteye geçmeyi de başarmışlardır.