SİNEMA TARİHİNDEN NADİDE KARELER

Ali Murat Güven
SİNEMA TARİHİNDEN NADİDE KARELER

alimuratg@yahoo.com

Sinema tarihinde “ayraç” görevi üstlenmiş bir sanatçı ile bilim dünyasında aynı pozisyonda olan iki büyük efsane; aktör, senarist ve yönetmen Charles Spencer Chaplin ve teorik fizikçi Albert Einstein, 1940'lı yılların ortalarında bir Beyaz Saray kokteylinde bir arada…

/resim/site/ek13bc0f2733ba2bcf6by.jpg
Her ikisi de Yahudi kökenli olan bu iki adamın hayat çizgileri pek çok noktada buluşmaktaydı. Anavatanı İngiltere'de son derece sıkıntılı bir çocukluk dönemi geçiren Charles Spencer Chaplin, o henüz 12 yaşındayken ölen alkolik bir baba ile sonradan çıldırıp akıl hastanesine kapatılan bir annenin oğluydu. Çocukluk çağlarında Londra yetimhanelerinde çile dolduran sanatçı, genç yaşlarda ABD'ye göç etti ve kariyerinin en göz kamaştırıcı bölümünü gurbette oluşturdu. Yoksul ve iyi kalpli sokak serserisi “Şarlo” karakteriyle insanlığın kalbinde taht kuran bu üstün yetenekli adam, yaşadığı zorlu hayatın da etkisiyle ömrü boyunca siyasal görüş olarak işçi sınıfından yana tavır alacak ve kendisini “kararlı bir sosyalist” olarak tanımlayacaktı.

Albert Einstein'ın ailesinin ekonomik koşulları her ne kadar Chaplin'inkiyle kıyaslanmayacak kadar iyi olsa da özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren savaş ve kıtlığın acılarından o da yeterince nasibini almıştı. Erken dönem bilimsel araştırmalarını çoğu kez günlerce süren bir açlık eşliğinde yürüten bu eşsiz dâhi, 1933 yılında ülkesi Almanya'da Nasyonal Sosyalist Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte “Burada suyumuz ısındı” diyerek ABD'ye iltica eden Yahudi asıllı bilim insanları kervanına katılacaktı. Aynen kaderdaşı Chaplin gibi Einstein da meslekî kariyerinin zirvesine Yeni Dünya'da ulaşırken, siyasal açıdan “sol”da durmayı yeğledi ve İkinci Dünya Savaşı, İsrail'in kurulması gibi önemli olaylarda günlük siyasetin balçığına bulanmamaya özen gösterdi. Kendisine 1952'de yapılan “İsrail'in ikinci cumhurbaşkanı olma” teklifini “Ben insanlığın ortak ideallerini temsil eden bir teorik fizikçiyim, yerel bir politikacı değil” diyerek reddeden ünlü bilgin, Hiroşima ve Nagazaki saldırılarından sonra da tepkisini, “Atomun gücünü insanlığa hayırlı bir buluş olması dileğiyle ortaya koymuştum. Fakat, insan denen saldırgan mahlûk yine yapabileceği en kötü tercihi yaptı ve onu başka insanları topluca öldürecek korkunç bir güce çevirdi” sözleriyle dile getirmişti.

/resim/site/ek23bc3fcfd3ba2bcfaby.jpg
Gerek Chaplin gerekse Einstein, tamamen para babalarının vicdanına bırakılmış liberal bir ekonominin, zengini daha zengin, yoksulu ise daha yoksul yapacak vahşi bir sisteme dönüşeceğini vurgulayarak, ömürleri boyunca, “devletin gölgesinin girişimcinin üzerinde olacağı”, sıkı denetim altında ve planlı bir karma ekonomik sisteme inandılar. 21'inci yüzyılın kaotik dünyasında yerkürenin dört bir köşesinde ardı ardına patlayan -bu denetimsizliğin doğurduğu- ekonomik krizler de onları her seferinde biraz daha haklı çıkartıyor.

Einstein 1955'te, Chaplin ise 1977'de hayata gözlerini yumdu. Sağlıklarında her ikisi de “ateizm”i reddedip kendilerini “agnostik” (evrenin yaradılışı karşısında bilinmezci görüşe mensup kişi) olarak tanımlamışlardı. Umarız, son nefeslerinde bir adım öteye geçmeyi de başarmışlardır.