Usta yazar ve eleştirmen Necip Tosun’un, “Ülkemizin kaderinin ironik bir destanı” olarak nitelediği Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün pek çok açıdan detaylı tahlili okurla buluştu. Ketebe Yayınları’nın ‘Keşif’ dizisinden “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü-Bir Tahlil” adıyla çıkan kitap, basıldığı günden bu yana geçirdiği süreçleri detaylı bir tahlille ele alıyor. İlk baskısı 1961 yılında Remzi Kitabevi’nden çıkan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yayın hakkı 1976 yılında Dergâh Yayınları’na geçmişti. Yayınevi, bine yakın nüshasının kapakları ve ön sayfaları değiştirilerek okuyucuya sunulduğunu açıkladı. Tosun kitabında, “Demek ki 1961 ilâ 1976 arasında kitap neredeyse hiç satılmamış” diyerek anlatıyor bunu.
Peki ne olmuştu da kitap seksenlere kadar satılmamış, seksenden sonra ise Türk Edebiyatı’nın en önemli eserleri arasına girebilmişti? Hem sağ kesime hem de sol kesime belli ölçüde yakınlığı olan yazar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Doğu ve Batı arasında sıkışıp kalan Türk toplumuna ve Cumhuriyet sisteminde yeni açılan kurumlara güçlü bir eleştiri getirmişti. O dönem sol sosyalist çizginin atakta olduğu bir dönemdi. Fakat ideolojilerin zirve yaptığı bir dönem olduğu için, Tanpınar gibi ortada duran yazarlar sahiplenilmedi.
MÜŞTEREK ADRES OLDULAR
Orhan pamuk şansını kaybetti
Kendiliğinden gelişen müşterek adresler, Türk edebiyatının mihenk taşlarını oluşturdu bir şekilde. Saatleri Ayarlama Enstitüsü son kırk yılda üzerine en çok konuşulan eserlerden biri oldu. Teklifleri, itirazları ve vurguladığı sorunları itibarıyla etkisini günümüzde de sürdürüyor. Müşterek adreslerin en önemli özelliğinin çok iyi edebiyatçı olması gerektiğini söyleyen Necip Tosun, “Bu saydığımız isimlerin neredeyse ideolojilerini aşan bir edebi nitelikleri var. Ülkemizin günümüzde de müşterek yazar arayışına doğru gideceğini düşünüyorum. Bunlardan biri Orhan Pamuk olabilirdi, ama son çıkışlarıyla o şansını kaybetti. Oysa Tanpınar’la Oğuz Atay’ın durduğu yeri çok iyi fark etmişti. Yazarlığını baştan buraya oturttu, başörtüsü aleyhinde konuşmadı, mütedeyyin çevrelerin sıkışmışlığını savundu. Her iki kesime sıcak gelen o müşterek adresi oynadı, ama sonradan tavrı değişti. Özellikle Kürtler ve Ermenilerle ilgili açıklamaları muhafazakâr çevreyi biraz ürküttü. Son romanı doğrudan seküler, laik, Cumhuriyet ideolojisinin ilk dönemlerindeki gibi saldırgan bir yapıya dönüştü. Çok öfkeli, kendisine yakışmayan mesajlar verdi. Dolayısıyla o müşterek adresliğini kaybetti” diyor.