- Öncelikle yeni çıkan kitabınızda hayatını mercek altına aldığınız ‘’Salahi Dede’’ ismi gerçek bir isim midir, yoksa mahlas olarak mı kullanılıyor?
Bu ismi Safer Dal, onun bu musikideki bu kültürdeki pozisyonundan dolayı veriyor. İlk olarak Safer Dal, Kitapçı Selahaddin Efendi’yi ‘’Salahi Dede’’ olarak adlandırmaya başlıyor. Biraz da Dedelik bizde musikide mahareti işaret etmesi açısından kullanılan bir kavramdır. Hatta musikimiz açısından çok önemli bir zat, benim de hocam olan Cinuçen Tanrıkorur bir eserini geçince Hammamizade İsmail Dede Efendi’ye ithaf ile ’’Dede mi oldun be mübarek’’ diyor. İsmi Salahaddin Demirtaş…
- Kitapçı Selahaddin Efendi ya da namı diğer Salahi Dede kimdir ve musiki kültürümüze ne gibi katkıları olmuştur?
1925 senesinde çıkarılan Tekkelerin ilgası kanunundan önce 1912 yılında doğmuş bir zat. Babası Demirtaş Hüsamettin Efendi devrinin önemli Zakirbaşılarından birisi. O dönem tabi bir çöküş dönemi veya bir geçiş devri. O geçiş sürecinde yetişmiş insanlarımız özelde Tekke kültürü bağlamında genelde ise her açıdan azalmış. Çünkü çökme tek bir yerde olmaz. Bir yükseliş söz konusu olduğunda her şey yükselir. Çöktüğünde her şey çöker. Kanuni devrini hatırlayalım denizlerde Barbaros, Kürsüde Zenbilli Ali Efendi, Ebussuud Efendi yahut Yahya Efendi, padişah Kanuni Sultan Süleyman, mimar Mimar Sinan… yani yükselme olduğu vakit her yerde olur. Konumuza dönecek olursak; Salahi Dede’nin babası çok itibar gören bir insan neden? Yetişmiş adam kalmadığı için şenlendirmeye gidiyor meclisi. Babasının her usulü bilmesi ve her tekkeye gitmesi hasebiyle beklenen, özlenen bir zat olduğunu görüyoruz.
Salahi Dede’nin hatıratında zikrettiği bir ifadesi ve çift manalı bir söz var diyor ki; Benim bu bilgim birikimim; yolda gitmekten. Yolda gitmek, Tarikata da yol deniyor biliyorsunuz bundan dolayı bu sözün hem tarikat anlamı olmuş oluyor hem de zahiri manası ise babası ile bir tekkeye gitmek üzere yola çıktıkları zaman babası Demirtaş Hüsamettin Efendi o gece gidecekleri tekkede ne okuyacaksa, ne icra edecekse onları yolculuk esnasında okuya okuya gidermiş. Bir bakıma talim ediyor. Yolda gitmekten kastı o. Dolayısıyla babasından meşk ediyor. İlk hocası babası oluyor. Her tarikatın kendine has olan üslubunu, usulünü bu şekilde meşk etmiş. Tasavvuf Musikisi daha doğru ifadesiyle Tekke Musikisinin önemli bir bestekarıdır bu zat.
O kültür tohumu toprağa henüz yaşı ufacıkken atılmış. Ondan sonra o tohum patlayacağı zaman ne patlayacak? Ne ektiysen o patlar. Tasavvuf ekilmiş, Tasavvuf musikisi ekmişler, tekke musiki ekmişler ondan sonra da bunların eserleri çıkmaya başlamış ama hizmeti sadece bu eserleri vermekle sınırlı değil. Musikimiz açısından, tekke musikimiz açısından Salahi Dede’nin en büyük özelliği bu azın azı kalmış olan tekke kültürüne babası vesilesiyle son derece hakim olması. Bu kültürün yaşamasına, o ekollerin devamındaki, özellikle zikir usulünün devamında öğrendiklerini taliplilerine vermesi en büyük hizmeti. Salahi Dede hatıratında anlatıyor; Evlerde oturup iki tane ilahi geçeceğimiz zaman dışarı ses gitmesin diye pencerelere yatakları, yastıkları dayardık diyor. Mesela bir eve meşke gidiyorlar ‘’Buyruğun tut rahmanın’’ ilahisini okuyorlar. Başlıyorlar ‘’Buyruğun tut rahmanın, tevhide gel tevhide, tazelensin imanın, tevhide gel tevhide’’ dedikten sonra ‘’hak la ilahe illallah’’ şeklinde nakaratı var o kısmı besteye uygun şekilde ‘’ray ra ra ray ray ray ray ray ram’’ şeklinde söyleyip aslını okuyamıyorlar. La ilahe illallah dedik diye problem çıkmasın şeklinde düşünüyorlar. Bunlar ve benzeri hadiseler hep o dönemde yaşanmış. Sonra Salahi Dede askerliğini yapıp dönüyor ve Muzaffer Ozak ile tanışıyor Albay Selahaddin Gürer vasıtasıyla. İlk önce Muzaffer Ozak’ın muhasebeciliğini yapıyor. Albay Selahaddin Gürer, besteleri de olan muhtelif tarikatlardaki zikir usullerinin bugüne gelmesinde çok önemli bir büyüğümüzdür. İki tane Selahaddin’imiz var birisi Salahi Dede, Kitapçı Selahaddin Bey ya da namı diğer Kitabi Selahaddin Bey ( Selahaddin Demirtaş ) diğeri Selahaddin Gürer Albay Salahaddin Bey. Muhasebeci olarak vazifeye başladığında Muzaffer Efendi’nin yanında bir de Ali Bilici var. O zaman Muzaffer Efendi Salahi Dede’nin ismi ve Ali Bilici’nin soyadından oluşan Salih Bilici yayın evini kuruyor. Ondan evvel Ergin kitabevi var ve bu yayın evini onlara devrediyor. Muzaffer Efendi’nin vefatına kadar birlikte bu işlere devam ediyorlar. Yani Salahi Dede muhasebecilik işinden artık kitapçılık işine, yayıncılığa geçiyor. 1960 ihtilalinde Arapça kitap basmaktan hapis yatıyorlar. Bastıkları kitap ise Mızraklı İlmihal. 90 gün hapis yatıyorlar. Bu sürenin 33 günü Tabutluk denilen hücrede geçiyor. Sonrası koğuşta. Kitapta fotoğrafları bulunuyor. Bu olaylardan sonra 80 darbesine kadar yine yayıncılığına devam ediyor ama 80 ihtilalinden de sonra artık eski sıkıntıların da tesiriyle birlikte emekli oluyor biraz bu işlerden elini eteğini çekiyor hatta bunun üzerine Safer Dal Hazretleri, vakfa da gelmekten çekinen Salahi Dede’yi ondan istifade etmek adına meşk için evine davet ediyor. Önemli olan bir başka veçhe ise Salahi Dede bir tavrın, bir yaşayışın aktarılması noktasında örnek aldığımız şahsiyetlerden biridir. Eski usullere vukufiyeti o dereceydi ki mesela sen bir usul yapıyorsun; ‘’Bu falan tarikatın usulüdür. Bu tarikatın usulünde yoktur’’ diyerek uyarıyor.
Salahi Dede bizim musikimizde bir efsanedir
- Peki ‘’Salahi Dede’’ kitabını yazmak fikri nasıl ortaya çıktı?
2010 yılında Salahi Dede’nin kızı Semra Hanım, Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorünü Araştırma ve Yaşatma Vakfı’na gelmişlerdi ki Salahi Dede’nin bu vakıfta birçok hizmetleri vardır. Semra Hanım’ın ziyareti vesilesiyle, sohbet esnasında Salahi Dede hakkında birtakım çalışmalar yapılması ihtiyacı dillendirildi. Vakfımızın mütevelli heyeti başkanı Ömer Tuğrul İnançer Beyefendi Salahi Dede ile ilgili bir kitap çalışması yapılmasını ve bu çalışmayı da ‘’Enes yapsın’’ şeklinde bir ifade ile bu vazifeyi bana tevdi etti. O esnada ben vakıfta yoktum. Gıyabımızda böyle bir vazifelendirme oldu sonra meseleyi bana ilettiler ve ben de Semra Hanım ile irtibata geçtim, böylelikle kitabımızın oluşmasını sağlayacak olan bilgi kırıntılarını teker teker toplamaya başladım.
- Kitabı hazırlamadan önce Salahi Dede’yi ne kadar tanıyordunuz?
Salahi Dede bizim musikimizde bir efsanedir. İsim olarak biliriz. Bazı insanlar vardır ki biliriz ama tanımayız. Bilmek başka şeydir tanımak başka şey. Dolayısıyla Salahi Dede’yi biliriz, görmüşüzdür, duymuşuzdur, ne iş yaptığını, çalışmalarını biliriz ama nasıl bir adam? Hangi hizmetlerde bulunmuş?O perdeyi aralamak lazım. Mesela bir çok hocamız var bir çok üstadımız var beraber yer içeriz fakat araştırma yapan birisi gelse sorsa ‘’askerliğini nerede yapmıştır?’’ bilmeyiz. O konuyu hiç paylaşmadıysak bilemeyiz. Dolayısıyla ismen bildiğim, bu musikideki kıymetini, yerini ve hacmini bildiğim bir zattı fakat biyografik manada benim de malumatım yoktu. Çoğu şeyi bu çalışma vesilesiyle kitabı hazırlarken öğrendim.
- Materyal toplama süreci nasıldı, zorlandınız mı?
Zeki Altun kitabı ile birlikte bu kitap ikinci biyografi çalışmam. İkisinde de aynı şeyi yaşadım o da şu; bizim kültürümüz malesef yazılı bir kültür olmadığı için, hep sözlü olduğu için insanlar hakkında yazılı kaynak bulmak çok zor. Hele bu, daha yeni rahmetli olmuş, daha tarihe de mal olmamış kişiler hakkında ise çok çok daha zor. Hep tevatür hep rivayetler şeklinde bir bilgi aktarımı söz konusu. Bu noktada mesela bazı yakınlarım ‘’Falan falan isminde bir büyüğümüz var, Salahi Dede ile çok yılları birlikte geçti mutlaka onunla görüş’’ dediler gittim o zat ile görüştüm. Salahi Dede ile çok muhabbet etmiş olan, seyahat etmiş olan, ona yetişmiş olanlardan mülakat usulüyle bilgiler aldım. Bir yapboz gibi düşünelim bu işi. Birisi doğum tarihini söyledi, birisi askerliğini söyledi, birisi görev yaptığı yerleri söyledi, birisi kitapçılığa ne zaman başladığını söyledi, birisi başka bir şey ötekisi başka bir şey söyledi derken ben oradaki bilgileri cımbızlayarak bu yapbozu tamamlamış oldum.
- Kitabın içeriğinde okurları neler bekliyor?
Öncelikle bir kişinin biyografisini yazabilmek için o kişinin eserlerinin olması çok önemli çünkü kimi anlatsanız biyografisini 3 sayfada bitirirsiniz en fazla 10 sayfada biter. Şurada doğdu, şuralarda çalıştı, şu hocalardan ders aldı, şu talebeleri yetiştirdi, şu kadar sene vazifede bulundu ve vefat etti. Bunlar ne kadar zenginleştirilmek istenirse istensin 10 sayfa ancak olur. İşi büyüten, hacmini genişleten metinler ise yaşadığı bazı olaylar, bazı hatıralarıdır. Fakat bunlar da bir yere kadar kitabın hacminde etkili oluyor. Mesela eser vermemiş büyüklerimiz için ne yapıyorlar? Hatıra kitapları çıkartıyorlar. Herkes o zat ile ilgili bir şeyler anlatıyor, yaşadıklarını, paylaştıkları anıları vs. Çünkü yazacak materyal bitiyor. Hayatı ile ilgili bilgileri mülakatlardan çıkarttık. Artı fotoğraflar. Ailesinden ve ahbabından, yaranından temin ettiğimiz fotoğraflar ve bestelemiş olduğu eserlerin notaları kitabımız bu ana başlıklardan oluşuyor. Tabi bu arada ses kayıtları var… Mesela Salahi Dede’nin evladında ve yahut da talebelerinde olan ses kayıtları var bu kayıtlarda ilahiler okumuş. Bu noktada hürmetle yad edelim; Salahi Dede’nin talebelerinden Güner Aygün’den çok istifade ettim kitabın hazırlığı esnasında. O bana bir liste verdi. Zamanında Salahi Dedenin yazdırdığı bir liste bu. Salahi Dede ‘’Benim bestelerim bunlardır’’ diye yazdırmış. Hamdolsun araştırmalarımız ve bu kitap neticesinde şu an elimizde o listede bulunan eserlerden daha fazla eseri var.
Salahi Dede’nin 37 tane bestesi var
- Musiki dünyası için de önemli bir keşif olmuş…
Tabi… Neticede o listeler sayesinde elimizdeki eksik eserleri ses kayıtlarından bularak temin ettik. Onları notaya aldık. Salahi Dede gün gelir notaya alırlar diye okumuş bırakmış. Hatta kitaptaki ifadeyle söyleyecek olursam; Hazretin ismine kayıtlı 29 beste vardı elimizde. Bu çalışma neticesinde 8 eser daha bulmuş olduk. Kasetlerde kalmış veya müsvedde olarak kenarda duran eserlerin de ilavesiyle Salahi Dede’nin repertuardaki eser sayısını 37 ye ulaştırdık. Bu çalışma yapılmasaydı elbet birisi bulurdu ama bu çalışmada bizim iftihar vesilemizdir ki kenarda kalmış, belki kaybolacak, belki unutulacak gidecek 8 tane daha Salahi Dede eserini tespit etme imkanı verdi bu çalışma bize.
- Son olarak Salahi Dede besteleri müzikalite açısından nasıldır?
Salahi Dede’nin 37 tane bestesi var. 1.000 bestesi olan birisine denilse ki; ‘’Şu 1.000 besteni bir kenara koy, Salahi Dede’nin bir bestesi senin olsun’’ Kabul eder. Bu o insanların düşük seviyede beste yaptığını söylemek için değil, Salahi Dede’nin bestelerini tebcil etmek için, onun yüksekliğini, kadr-i balasını ifade etmek için söylediğim bir şey. Hakikaten her bir eseri müzikal olarak çok güzel olmasının yanında ilahilerinin tamamı fonksiyoneldir. Yani ne demek fonksiyonel? Tekkede musiki bir fonksiyon için vardır. O fonksiyon da Zikrullah’a refakattir. Tekkelerde Esma’ül Hüsna’dan terkip edilmiş bazı esmalar söylenirken onun ritmik ve dinamik yapısına göre ilahi okunur. Bu vazife Zakirbaşılara aittir. Salahi Dede aynı zamanda önemli bir Zakirbaşıdır. Dolayısıyla eserleri o neşeye uygundur. O ritmik, dinamik yapıya uygundur bu da onun müziğinin kalitesini gösterir.
- Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Öncelikle röportaj için Yeni Şafak ailesine, size ve bu çalışmayı neşre layık gördükleri için de İz Yayıncılığa çok teşekkür ediyorum.
Cumhur Enes Ergür kimdir?
1974 yılında İstanbul Fatih’te doğdu. İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarında eğitim aldı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu’nda ses sanatçısı olarak göreve devam etmektedir. 2011 yılında “Salâhi Dede – Salâhaddin Demirtaş Hayatı ve Eserleri” kitabı 2021 yılında “Salâhi Dede” ismi ile, 2020 yılında “99 Bestekârdan İlâhîler” ve yine 2021 yılında “Zeki Altun” isimli kitabı neşredildi.