Türk düşüncesinin umudu Ahmet Hamdi Tanpınar

Ercan Yıldırım son dönemde artan Tanpınar kitapları üzerinden düşünce hayatımızı değerlendiriyor. Kültürel, ontolojik, fikri ve siyasi kriz yaşayan kesimlerin Tanpınar ismi etrafında uzlaşıya vardığını ifade eden Yıldırım, yazara kendi dünya görüşünü ve konjonktürel siyasallığını yükleme gayretinin şimdi de Tamnpınar’ın başına geldiğini söylüyor.

Yeni Şafak

ERCAN YILDIRIM

Türkiye’de son yıllarda Tanpınar yayıncılığında önemli bir artış yaşandı. Bunun sonucu olarak Tanpınar hakkında yazılan kitaplar, makaleler, ilmi ve anma toplantıları hemen her kesimde yaygınlaştı. Enteresan olan Türkiye’nin bugününe, fikri, siyasi ve kültürel bakımlardan muhalefet eden, yaşadığı çağı beğenmeyen, maddi zenginliğe, tüketim kültüründeki çeşitliliğe, iletişim kanallarındaki çoğulculuğa rağmen, kültürel, ontolojik, fikri ve siyasi kriz yaşayan kesimler Tanpınar ismi üzerinde adı konulmamış bir uzlaşıya vardı.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kimliğinden ziyade, eserleri üzerinden kurulmak istenen akrabalık, yakınlık ve mensubiyet ilişkileri giderek Tanpınar’ın romanları üzerindeki büyülü atmosferi çok daha değerli kılmaya yönelirken, sadece edebiyat bahsinde değil, eserlerindeki tarih ve gelecek algısına, estetik yaşam ve atmosferin de eşlik etmesi, Tanpınar cazibesini katladı. Sadece doğu – batı ya da ârâf değil bilakis dönem, dönemin nereye gideceğinin belli olmayan sonu, bizatihi sürecin kendisi, çekici hal almaya başladı.

Tanpınar ilgisinin esasında birinci nedeni kültürel, edebi ve fikri arayış temelli atmosfer ütopyası iken daha gözle görünen, öne çıkan kısmı Tanpınar modernliği üzerinden kurulmak istenen siyasallıktır. Bu siyasallık, modernleşme çabasının kendisine vurgu yapmasına rağmen hem Kemalizme hem İslamcılığa hem de Türkçülüğe büyük oranda rezerv koyan kimliktedir. Belki farklı kesimlerin Tanpınar ekseninde geliştirdikleri arayışı kendi kimliklerinin ya da ideolojik arayışlarının “Tanpınar imgesi” üzerinden yeni bir modernlik arayışına bağlandı.Peki bu tam olarak “icat edilen Tanpınar imgesi” üzerinden bir modernlik tanımlaması mıdır?

YENİ SEKÜLERLİK İNŞASI

“Açık yapıt” sahibi, Osmanlı’dan tevarüs ettiği için bir ideolojide donup kalmamış dolayısıyla farklı kimliklere ve aidiyet unsurlarına hitap eden her yazarın başına gelen sonrakilerin sahiplenme tutkusu, yazara kendi dünya görüşünü ve konjonktürel siyasallığını yükleme gayreti elbette şimdilerde Tanpınar’ın da başına geldi.

Tanpınar’ın romanlarındaki karakterlerin ve atmosferin kendisi, edebiyatının çoklu kültür unsurları nedeniyle estetik bir boyutta olması bir tarafa yaşam tarzıyla da Tanpınar, icat edilmeye çalışılan sekülerliğin kapılarını araladı.

Tanpınar ilgisinin, Tanpınar üzerinden inşa edilmek istenen modernliğin fakat asıl önemlisi yeni sekülerliğin cüretini, bizzat yazarın kendisi verdi; 2007 yılında yayımlanan günlükleri, oradaki “Tanpınar gerçeği”, eserlerindeki Osmanlı bakiyesi, muhafazakarlık ve yaşam biçimiyle şahsının hayat tarzı, bugün için neoliberal kültürde izleri kalınlaşan sekülerliğin kalıcı bir kimlik olarak Türkiye’ye yapışması yolunda modernleştiricileri, uzun yıllar, Kemalizm, sol ve liberalizm arasında dönüp duran kesimleri cesaretlendirdi.

Tanpınar’ın günlükleri, günlüklerindeki yazar, siyasetçi, Osmanlı adamı, hoca, âşık, aile üyesi kimlikleri etrafındaki “Tanpınar gerçeği”; para için milletvekili ve üniversiteye hoca olmak amacıyla türlü ilişkiler kuran, kazandığı paralarla hem bohem hayatı yaşayıp hem aile fertlerine bakan, evlenmeyen, asistanlarına farklı gözle bakan insan gerçeği, tam da bugün kutsanmış para ve kariyer odaklı sekülarizm ile taban tabana oturmaktadır. Sadece laik seküler kesimlerin değil, milliyetçi, muhafazakâr ve İslamcıların da yükselen dindarlıkla birlikte genişleyen sekülerizmden bahsettikleri bir ortamda Tanpınar, muhafazakâr ama seküler kimliğiyle önemli bir başvuru kaynağı haline geldi.

Tanpınar günlükleri seküler kesimlere, sekülerizme güç kattı.

Sol liberal kesimleri heyecanlandıran ve atağa çıkmalarına neden olan günlükler, muhafazakâr ve İslamcı çevrelerde belirgin bir hayal kırıklığı yaşattığı için bu kesimlerin vurguları daha çok onun eserlerine yöneldi. Eserlerindeki Osmanlı atmosferi, geleneksel duyuş ve düşünüş biçimiyle, modernleşme arasındaki süreç ve zihin kayması, muhafazakâr – İslamcıların daha çok değer vermesine, incelemelerini bu tarafa kaydırmalarına, günlüklerle açılan yaranın kapanmasına evrilirken, İslamcılar bu süreçte günlüklerdeki birtakım ibareleri kullanmayı da ihmal etmedi.

MUHAFAZAKÂR MI MODERN Mİ?

Tanpınar ilgisi üzerinde günlükler kadar etkili olan bir diğer gelişme kitaplarının YKY tarafından basılması oldu.

YKY’nin Tanpınar’ı yayımlaması, İletişim’in Cemil Meriç’i yayınlamasından daha çok ses getirdi. Bunda elbette Tanpınar’ın kitaplarının Dergâh patentinden alınmasının verdiği zafer duygusu kadar Tanpınar’ın Cemil Meriç’ten çok daha kapsayıcı olmasının payı vardır. YKY’nin Tanpınar yayımlaması Tanpınar’ın muhafazakâr değil modern olduğunu göstermek için bir gerekçe olduğu kadar, Cemil Meriç üzerinde kurulamayan etkinin Tanpınar vasıtasıyla gerçekleştirilmesi üzerineydi.

Kemalizmin, Türk modernleşmesinin başarısız olduğu, bütünleşmiş bir sekülerizm ve İslami damarlarından kesilmiş bir muhafazakârlık ya da modernlik inşa edememiş olmasının, Tanpınar yayıncılığıyla bağı vardır. Tanpınar’ın modernleşmeyle hesaplaşıp hesaplaşmadığının sorgulanması, onun daha çok modern olduğunun öne çıkarılması modernleşmenin onun nezdinde yeni bir yol açabileceği kanaatlerini ortaya koymaktadır.

YKY’nin Tanpınar yayımını biraz da Tek Parti dönemi aydınlanmacı yayıncılığıyla örtüştürmek, Hasan Âli Yücel anlayışıyla özdeşleştirmek, yeni bir modernleşme atağının hatta “Rönesans”ın başlangıcı gibi görmek üzerinden yapılan yorumlar sol liberal kesimleri çok da heyecanlandırmadı. Tanpınar’ı muhafazakâr değil modern olarak değerlendiren isimlerin kitaplarına YKY ve sol kesim iltifat etmedi. Tanpınar’ın günlükleri üzerinden hem içki içip oruç tutan, bekâr hayatı yaşayıp Süleymaniyesiz Türkiye’nin imkânsızlığını işaret eden entelektüelin Türk düşüncesinin içinde bulunduğu krizi aşabileceği umut edildi.

İsmet Özel’in dediği gibi edebiyat Tanpınar’a geriledi; dahası fikriyatın Tanpınar’da derinleşip, donması, içinde bulunduğumuz krizin çok daha büyük olduğunu gösterir.

KÜLTÜREL MÜSLÜMANLIK TÜRKİYE’Yİ TAŞIR MI?

Sol liberal kesimlerin Tanpınar üzerinden bir meşruiyet arayışında olması, Türkiye ve milletle olan uyumsuzluklarını Tanpınar üzerinden aşmak, açılım yapmak çabaları nereye kadar gider çok da kestirilemez. Sol liberallerin bilhassa İslam’a en alt seviyeden yaklaşarak milletle irtibat kurma çabaları, Tanpınar’a enstrümental yaklaşmaları, samimiyetlerini de gösterir hal aldı.

“Kültürel Müslümanlık” vurgusuyla Tanpınar’ı özdeşleştirip, Müslümanlığı bir kültür seviyesinde sabitlemekle sol ve liberallerin, Türkiye’de fikre, siyasal hayata, millet mensubiyetine ne derece ciddi yaklaştıklarını da göstermektedir. Bu açıdan sol liberal kesimin neoliberal İslamcılığa, 2000’lerdeki İslamcı iktidara, Türkiye’nin yarısının ittifak ettiği bu “siyasal durum”a karşı, darbe girişimleri, cumhuriyet mitingleri ve Gezi olaylarından çok daha etkili olarak entelektüel düzeyde Tanpınar ile cevap vermesi, bir nebze için umut verici oldu. Fakat son yıllarda Akif ve İstiklal Marşı üzerinden şekillenen genel mutabakata sol ve liberallerin dâhil olmaması, bunda ayak diretmesi, yine öne çıkan Necip Fazıl ile hiçbir yakınlık kurmadan ona karşı klasik tepkileri göstermesi sürece ne kadar uzak ve yabancı durduğunu gösterir. Sorulması gereken soru sol ve liberallerin bugünkü muhafazakârlığı doğru anlayıp anlayamadığıdır. Sol liberal kesim İslamcıların 2000’lerden sonra neoliberal İslamcılıkla vurguladıkları muhafazakâr anlayışı anlayabilmişler midir, Tanpınar ile bu muhafazakârlığa bir cevap verilebilir mi, kültürel Müslümanlık ile neoliberal dönem muhafazakarlığı izah edilebilir mi, yine kültürel Müslümanlık yoluyla sol liberallerin millet gerçeğine nüfuz edebilme ihtimalleri var mı?

Soruları çoğaltarak gidebiliriz: Tanpınar muhafazakarlığı Türk düşüncesine bir açılım sağlar mı, siyasallaşan muhafazakarlığa entelektüel alt yapı oluşturabilir mi? Muhafazakar ve İslamcı kesimlerin içinde bulundukları krizi aşma sürecinde Tanpınar dili, hassasiyetleri çıkış için referans teşkil eder mi?

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kültür yoğun bir edebiyatçı olması, tam anlamıyla geçiş dönemi aydını özelliği göstermesi nedeniyle her kesimin, her görüşün aradığı değerlerden biraz bulabilmesini sağlar. Sol liberallerin cesaretini artıran da biraz 27 Mayıs’ı alkışlayıp oruç tutan kimliğidir. Muhafazakârların Tanpınar’ı hem sol liberallerden hem yeni dindarlıktan ve neoliberallikten korumaya çalıştığı bir ortamda, Tanpınar üzerine yapılan okumalar, yeni araştırmalar hep belli bir mensubiyeti, siyasal kaygıları ve aslında çözülmekte olan “üç tarzı siyaset” ideolojilerini gözetmektedir. Bu bakımdan muhafazakârların, bu sol liberal ilgi ile neoliberal İslamcı kültür arasında, Tanpınar ile ilgili yapılan toplantıdaki konuşmaları toplayan kitaba “Tanpınar Zamanı” adını vermesi herkesin kendi Tanpınar’ına karşı yapılan bir atak olarak gözükür.

SAFİYET VE SAMİMİYET ARAYIŞI

Son yıllardaki Tanpınar yayınlarında bilhassa akademik eğilim ağırlık kazansa da, Tanpınar’ı özellikle edebi yönden inceleyen eserler öne çıkar. Bazı yayınevlerinde onun tüm yönlerini göz önüne alarak hazırlanan umumi “Ahmet Hamdi Tanpınar” başlıklı incelemelerin yanı sıra vefatının 50. yılı olması hasebiyle anma toplantılarının kitaplaştırılması da söz konusu oldu. Talebelerinin hala hayatta olmasından dolayı tanıklıklara dair eserlerle birlikte talebelerinden Orhan Okay ve Turan Alptekin’in kitapları monografi tarzını yansıtır.

Tanpınar’ın zihni arka planını inceleyen müstakil kitaplar maalesef çok az yayımlanıyor. Bunlardan biri Şerif Eskin’in Dergâh Yayınları’ndan çıkan ve onun Bergson ile ilişkisini inceleyen Zaman ve Hafızanın Kıyısında kitabı. Mehmet Aydın’ın Kayıp Zamanın İzinde incelemesi de Tanpınar’ın zihin dünyasını oluşturan isimleri ele alıyor. Yine Dergah’tan Mehmet Erdoğan onun eleştiri anlayışını incelerken, Murat Koç fikri ve edebi temalarıyla ilgili değinilerde bulunur. Nezahat Özcan, Nesrin Tağızade Karaca, Tahir Abacı gibi isimler onun eserlerindeki musiki ve resim unsurlarını incelerken, Oğuz Demiralp’in Kutup Noktası’ndaki, Mehmet Samsakçı’nın vurguları da Tanpınar incelemelerinde yerini alır. Sefa Kaplan’ın anlatı tarzındaki çalışmasının yanında son yıllarda Tanpınar’ın estetik yönüne olduğu kadar kadın ve aşk hususunda da incelemeler yayınlanmaya, makaleler yazılmaya başladı. Handan İnci ve İbrahim Şahin’in kitapları Tanpınar’ın eserlerindeki kadın ve aşk, haz ve günah konularına değinir. “Tanpınar’a dönmek” biraz da, bugünden kaçmakla ilgili olsa gerek.

Tanpınar ilgisinin esasında siyasallık ön plana çıkmasına karşın daha çok romanları üzerinde yoğunlaşması, romanlarındaki estetizmin, kadın – erkek ilişkilerinin, “düzeyli hazzın”, safiyane aşkların, bozulmamış İstanbul’un, manasıyla bütünlüğünü koruyan mimarinin, sahih musikinin bugün için çok daha fazla aranmasıyla; hayatın katılığının Tanpınar’ın yekpare zaman romantizmiyle aşılmak istenmesiyle izah edilebilir.

Anlaşılan sağ ya da sol fark etmeksizin tüm kesimlerin üzerinde ittifak ettiği hatta yeni sekülerlik ve modernlik arayışındakilerin de itiraz edemeyeceği husus, bugünkü kültürel ortamın bize olan yabancılaşmasının bir kaçışa, arayışa ve nostaljiye yönelmiş olmasıdır. Tanpınar’a dönmek aslında safiyet, samimiyet, sahicilik arayışıdır.

Bu bakımdan Sabahattin Ali, Sait Faik, varoluşçular, Yusuf Atılgan ya da Kerime Nadir’e yoğunlaşmaktan ziyade Tanpınar üzerine odaklanılması Türkiye’nin yaşadığı estetik, kültür krizinin yani esasında modernlik krizinin bir sonucu. Ne kadar kaliteli de olsa bu isimler modernin cephesini kullanmayı tercih etmişlerdir.

Tanpınar’a dönmek biraz da siyasal ve fikri bakımdan “taşların yerine oturmadığı” döneme, tercihlerin netleşmediği, kafa karışıklığının, arayışın, yeni ve eski karşısındaki tedirginliğin yol açtığı üretkenliğe dönme arayışıdır. Bugün için sabitlenmiş modernlik tercihi, kimseyi mutlu etmediği gibi nostaljiye yönlendirmiş, kaygılılık halinin sürekliliğinin bile ontolojik tutarlılıklar sergilediğini göstermiştir.

Tanpınar’a dönmek biraz da Fatih – Harbiye çıkmazını aşmak istememenin; Fatih’te ikamet ettiği halde Harbiye kültüründen daha ileride yaşayanların “kafa karışıklığı” özlemlerinin bir sonucudur!