CİHAN AKTAŞ
Çocukluğumun geçtiği kasabadaki evlerin pek çoğunda küçük de olsa bir kitaplık bulunurdu. Bu kitaplıkta da mutlaka Reşat Nuri Güntekin, Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa ve Halide Edip Adıvar’dan bir veya birkaç kitap yer alırdı.
Halide Edip romanlarını sevdiren ilk sebep, konularının çeşitliliği içinde kahramanlarıyla bağ kurmanın kolaylığıydı. Mücadeleci, coşkulu, haysiyetli, bir davaya tutkuyla bağlanabilen kadınlardır çoğu. Geç dönem eserlerinden Sinekli Bakkal’ın kahramanı Rabia olsun, Yeni Turan’ın kahramanı Kaya olsun, Ateşten Gömlek’in kahramanı Ayşe olsun, dünyaya eleştirel gözlerle bakan, sorumluluk alan, samimi ve özverili bir karaktere sahiplerdir.
Batı tarzı roman yazan ilk kadın romancımızdır. Şerif Aktaş, ‘‘Bu romanlarda, müstesna yaradılışlı kadın kahramanların ruh halleri eserlerin özünü teşkil eder’’ diye belirtir. (1)
Yazarın okuyucusuyla bağ kurmaktaki başarısı, yeteneğinin yanı sıra doğduğu çevre ve
dönemle de yakından ilgili olmalı. Çökmekte olan bir imparatorluğun merkezinde doğdu. İstanbul’un merkezi semtlerinde, Yıldız Sarayı’na yakın bir evde ve Üsküdar’da büyüdü. Kolejde okurken ayrıca özel dersler aldı, istediği kitaba ve dergiye ulaşabilirdi. Koskoca İmparatorluğun kaynadığı bir dönemde, siyasete uzak duramayacak ölçüde ilgiliydi vatanın meseleleriyle. Bütün bu yönleriyle bir erkek çocuk hâleti içinde büyüdüğünü anlatır Mor Salkımlı Ev’de, öyle ki babası onu ‘‘Hâlit’’ diye çağırırmış. Bu erkek çocuk hâletini, mevcut kadınlık durumlarına dair tepkilerinin yanında, daha küçük yaşta belirginleşen kamusal talepleri de biçimlendirmiş olmalı.
ANNESİZ BÜYÜDÜ
Annesiz büyümekle birlikte babasının desteğini her zaman yanında buldu. Yine de sevgiye açtı ve aşka kapılmaya açıktı. Bu özelliği de birçok kahramanında fark edilebilir. Özellikle Handan’ın aynı adı taşıyan kahramanının Halide Edip’i yansıttığı düşünülür. Kolejin son sınıfındayken, hocası, matematik dehası Salih Zeki’ye aşık oldu. Öyle ki, ‘‘Onun kölesiydim, zihninin kölesi,’’ diye anlatacaktı hislerini ileride. Yine de, tesadüf eseri aldatıldığını öğrenince, sineye çekmedi bunu, kumalı bir hayata razı olmadı. Böylelikle dokuz yıl süren evliliğini sonlandırmakta tereddüt etmedi. Oğullarını yanına aldı.
Gözünü budaktan esirgememe huyunda ise babasını her kritik durumda yanında bulacağını bilmenin payı büyük kanımca. II. Meşrutiyet’i takiben, kendi ifadesiyle, ‘‘Birdenbire karışan parti siyasetinden daima uzak kaldığı’’ hâlde, imzasız tehdit mektupları almaya başlamıştı. Tanin’de kadın meseleleri alanında yazdığı eleştirel yazılardı sebebi. 31 Mart vakasından sonra, evlerinin civarındaki bazı ittihatçıların evlerinin hücumlara maruz kalması üzerine, çocuklarıyla birlikte Mısır’a gitti. 1909’da Salih Zeki ikinci evlilik kararını ona bildirdiğinde ise, çocuklarını alıp Yanya’ya doğru yola çıktı. Babası orada Reji’nin başında bulunuyordu o dönemde. Cemal Paşa’nın çağrısı üzerine 1916’da iki kız okulu ve bir yetimhane açmak üzere Suriye ve Lübnan’a doğru yola çıktı. ‘‘…fakat çirkin bir tarzda Cemal Paşa’nın kudretine dayanarak o diyarda keyif sürdüğümü sanmayın’’ diye altını çizer Mor Salkımlı Ev’de. (…) …ben Arap diyarına, bilhassa en çok aralarında kaldığım Lübnan’a, acı günlerinde gittim ve insan takatinin tahammülü derecesinde de kendi mahdut sahamda onların dertlerine ortak oldum.’’ (2)
MİLLİ MÜCADELE MİTİNGLERİNDE
Muhtemelen mesele, Reşat Nuri’nin Feride’de, kendisinin ise Rabia’da çizdiği ‘‘neşe’’ hâline benzer bir tutumdan duyulan rahatsızlıktı. Ortam elbette kasvetliydi, öksüz ve yetim çocuklarla ilgileniyor, onları hayata kazandırmaya çalışıyordu. Peki, neşe onlara da iyi gelmez miydi? Kadın yazarların çoğu bu tür suçlamalardan muzdarip olmuş ve olmayı sürdürmektedir.
Milli Mücadele saflarındayken de çektirdiği bazı fotoğraflar nedeniyle ‘‘pozcu’’ olarak nitelendirenler oldu. Oysa erkek savaşçıların pozları benzeri şekilde değerlendirilmedi. Yıllarca dernek faaliyetlerinde bulunmuş, Sultanahmet Mitingi gibi büyük mitinglerde konuşmuştu. Milli Mücadele'ye katılacağı zaman, Mehmet Akif gibi kişiliklerin de yaptığı şekilde Özbekler Tekkesi’nden doğru çıkmıştu bu yola. Cesareti nasıl göz ardı edilebilir?
Ayrıcalıklı pek çok ailenin kızı aynı dönemlerde Batı’yı asrilik düzeyinde takip ediyorlardı. Halide Edip ayrıcalıklı bir yer tanısaydı kendine, şu soruyu sormazdı: ‘‘Neden bütün insanların paylaşamayacağı rahmetten ben istifade edecektim…’’ Sürekli tetikte tutan ve sorumluluk yükleyen bu soru nedeniyle durmak oturmak nedir bilmedi.
Dil ve kamuda eksik olmanın maduniyet oluşturduğunu erken yaşta fark etmiştir. Bu nedenle de en çok mütedeyyin kadınlara zarar verecek olan devrimleri eleştirmekten geri durmamıştır. Falih Rıfkı’ya, ‘‘Hem efendim, bizim peçelerimize, perdelerimize ne karışıyorsunuz?’’ diye sormuştu. (3) Handan’la aynı yıl, 1912’de yazdığı ütopik romanı Yeni Turan’ın Kaya’sı, Yeni Osmanlılar Partisi Başkanı olan eşiyle gittiği Avrupa başkentlerinde kendi tasarımı Müslümanca bir giysiyle dolaşıyordu. Şapka Kanunu’ya yönelik itirazlarda bulunanların ekonomik sebepler dahil birçok haklı temele dayandığını düşünüyordu. (4) Cumhuriyetçiliğinin yanı sıra demokrattı ki bunun o dönemde o kadar sık rastlanır bir nitelik olmadığı açık. Tahsilin sıkı bir merkeziyetçiliğe tabi olmasına hiçbir zaman inanmadı. (5) Din konusunda da bütün tebaaya aynı mesafede yaklaşma fikrine yakınlık duymaktaydı. Takriri Sükun Kanunu’nun çıkmasını takiben eşi Adnan Adıvar’la birlikte Türkiye’den ayrılıp İngiltere’ye gitti. Kalemi hiç susmadı. Hint Müslümanları 1935’te Milli Cephe’yi kurma amacıyla bir kampanya düzenlediklerinde, onu da davet ettiler.
Hayat ve insan ilişkilerinin makul ve geliştirici olacağı bir devrin hayalini kuruyordu. ‘‘İnsan sürülebilir, imha edilebilir, ama fikir öyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirden devire atlar geçer ve kendini gösterir,’’ diye yazmıştı. (6) Pozitivist bir eğitim verilen okullardan mezun genç kızlar arasında, başörtüsünü özgürleşme sembolü gibi görüp benimseyenler hiç az değildir. Şule Yüksel Şenler Anadolu’da verdiği konferanslarda genç kız ve kadınlara tesettürü sevdirirken bir toplumsallaşma ufku da açtı, ancak daha sonra kamusal alan mücadelesinden geri çekildi. Bu itibarla 80’lerin başında tesettürü benimsediğim dönemde benim için, dil ve kamusal mücadele arasındaki bağ konusunda Halide Edip’in tespit ve sorgulamalarının daha ilham verici olduğunu söyleyebilirim.
Romancının gücü bu: Kendini münezzeh kılmıyor, karışıyor sayfalara, samimiyetiyle inandırıyor.
Memleketlerinde bir süreliğine unutuluşa terk edilmiş olan birçok yazar gibi yüz yıldan bu yana kuşaklara öğretiyor bu düsturu Halide Edip: Bir meselesi olan sahih edebiyatın peşindeyseniz, zaten onun içindesinizdir.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 20, 1 (2013) 1-12.
Mor Salkımlı Ev, sf. 223, Özgür Yayınları, 2000.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, sf. 410, Sena Matbaası, İstanbul, 1980).
Halide Edip Adıvar, Yale Review, 1929 Güz Sayısı, sf. 30’dan; H. Kodalak- M. Yılmaz, Şapka Kanunu ya da Bir Devrin Anatomisi, Teklif Dergisi, 15 Ocak-15 Şubat 1989, sf. 20. Mor Salkımlı Ev, sf. 254.A.g.e., sf. 146.