Kadınların sesine ses veren yazar: Cihan Aktaş

Öykücülüğünün 40. yılını kutlayan Cihan Aktaş, Kar Gibi Patiskalar’da hayatımızın kıyısında köşesinde varlığını çok da fark etmediğimiz kadınların iç sesini kelimelere döküyor. Her ânını planlı, programlı, kontrollü yaşamak isteyen modern zaman insanın hallerine de ayna tutuyor.

Fotoğraf: Arşiv

ZEYNEP SANCAR

Anlamak, anlaşılmak insanın hayatta belki de en çok ihtiyaç duyduğu şeylerin başında geliyor. En çok da yakınlarımız tarafından ne hissettiğimizin, ne düşündüğümüzün biz söylemeden, kendimizi anlatmaya çabalamadan fark edilmesini bekliyoruz. Bu olmadığında çatlaklar, kırılmalar yaşanıyor. Öykü yazarlığının 40. Yılını kutlayan yazar Cihan Aktaş’ın Kar Gibi Patiskalar adlı son kitabı işte bu kırılmaları ince, nahif bir yerden dikkatimize sunuyor.

Aile olmanın, birlikte ortak bir an, hayat ya da anılar inşa etmenin giderek zorlaştığı zamanlardayız. Birey olmanın, kendi çizgileri, sınırları, kararlarının her şeyin üstünde ve ötesinde olduğu kabulünün dayatmaya dönüştüğü bir neslin gerilimini konu alıyor ilk hikâye: Küçük Bir Özür. Muhtemelen kitaptan öğrendiği ebeveynlik ve kişisel gelişim kurguları ile her ânı ölçülü biçili bir hayat ideali ile mutlu olacağını zanneden gençler çoğu kez hayatın olağan akışı karşısında hem kendilerini hem de etrafındakileri fena halde hırpalayabiliyor. İsmihan tam da böyle bir karakter. Bir aile buluşmasında küçük çocuklarıyla güzel zaman geçirmek için uzun uzadıya planlar yapmasına rağmen aile fertlerinin anlık bir kararı onun bütün hesaplarını alt üst ediyor. Bu küçük değişiklik üzerine çileden çıkan İsmihan, haklılığını sert ve ölçüsüz tepkileri ile ortadan kaldırır. Annesi Safiye kızının tavır ve davranışları ile aslında bu kaçınılmaz sonu kendi elleriyle hazırladığını şöyle özetliyor: “Tatilde değil de temalı bir kampta gibiydiler, İsmihan’ın birçok şey sığdırma telaşı yüzünden diken üstünde geçiyordu günler. O, bu yolculuğu yaşlıları kendi eleştirileri doğrultusunda eğittiği bir atölye sayarmış gibi davranıyordu.” Genç kadının özellikle annesine yönelik eleştirileri aslında bir çok ailede, anne-kız arasında sıklıkla yaşanan gerilimleri, sorgulamaları hatırlatıyor, öylesine tanıdık. Yeni neslin hayatı kolaylaştırmak adına her ânı planlama tutkusu belki de kendilerine yaptıkları en büyük kötülük… Hikâye bu anlamda kuşak çatışmasının ötesinde bir okuma ve düşünme sürecine kapı aralıyor.

SURİYELİLERDEN BİZE ARTAKALAN HİKÂYELER

Son on yıldır Suriyeliler diyerek bir toplamın içine hapsettiğimiz, binlercesinin yaşadıklarına göz ucuyla bile bakmadığımız Suriyeli mülteciler Şam’ın diktatör Esad’dan kurtarılmasının ardından evlerine dönmeye başladı. Onları misafir ettiğimiz on yılı aşkın zamanda yaşananlar sinemaya, edebiyatımıza neredeyse hiç denilecek kadar az yansıdı. Cihan Aktaş gibi isimlerin kaleminden dökülen Suriyelilere, göçmenlere ilişkin hikâyeler tarihe düşülecek not olarak çok büyük anlam taşıyor bu yüzden. Geyikli Evin Hanımefendisi merdiven silen Ruksan’ın önce kendi ülkesinde sonra da göç etmek zorunda kaldığı Türkiye’de yaşadıklarını konu alıyor. Ülkesinde yokluktan varlığa erişmiş ve mutlu olacakken savaşla birlikte kendini yeniden yokluğun içinde bulan Ruksan’ın gözünden çadır kamplara yapılan yardımları, o yardımları götürenlerin davranışlarını, pandeminin şehirlerimizin ve ülkemizin çeperlerine sığınan bu insanları nasıl etkilediğini fark ediyoruz. Bir yandan kendi hikâyesini yazmaya çalışıyor Ruksan bir yandan kaldıkları evin kapısına asılacak bir torbayla çocuklarını doyurmayı bekliyor. Gelen giden olmazsa merdiven silmeye gidiyor. O da kolay iş değil. Apartmanda ya biri sıkıştırırsa -ki daha önce başına gelmiş- korkusunu bir yana bırakıp cesaret bulması gerek. Ya da bir marketten çöpe atılan tarihi geçmiş paket gıdalardan alıp yedirebilir çocuklarına. Kapısına paket bırakanlardan tek bir kişi ile yakınlık kurmuş, Asiye. Çünkü Asiye güleryüzlü, yardım ederken çocuklarının fotoğrafını çekmiyor, kimseye haksızlık etmemek için çırpınıyor. Geyikli Evin Hanımefendisi yüreğimizi delip geçiyor.

MODERN İNSANIN HASTALIĞI: KONTROLLÜ YAŞAMAK

Sıradan insan hikâyeleri konusunda çok mahir Cihan Aktaş. “Bir Dinlenme Anı: Upuzun” da nefes almaksızın robot gibi çalışması beklenen hastabakıcı Dilnaz’a yakından bakmamıza vesile. İşvereni Özden hanım ve eşi sadece hasta bakıcı olarak değil evin tüm işlerinden sorumlu tutuyor onu. Günlük yarım saat dinlenme hakkı var. Hikâyedeki ipuçlarına bakılırsa Özbek bir bakıcı Dilnaz. Başkalarının annesine bakarken kendi annesi ile yeterince ilgilenmediği için hayıflanıyor. İşvereni kendisiyle mekanik bir ilişki kuruyor ve hastaya da mesafeli bir şefkat göstermesini istiyor ondan. Bu daha da yoruyor Dilnaz’ı. Zira muhatabının bir insan olduğunun farkında. İçinde biriken duyguları mutfakta çalıştırdığı makinalarının sesleri arasında öğütüyor. Modern zaman insanı, bütün duygularını kontrollü yaşamak istiyor, tüm ilişkilerini ölçülü, biçili hale getirme taraftarı. Evinde çalışan bir kadının ‘insan’ olduğu gerçeğini görmezden geldiğinde ona hükmetmenin daha kolay olacağını zannediyor çoğu kişi. Hasta-bakıcı ilişkisi doğru kurulduğunda bu duygusal yaklaşımın şifaya vesile olabileceği ihtimalini yok sayıyorlar. “Ürkekliği Onun da” bir başka hastabakıcı hikâyesi. Bu kez kocası tarafından aldatılan Güler’in annesine baktığı kadın anlatıyor bize olan biteni. Güler’in sorumsuzluğu ve önceki bakıcı gibi annesiyle bağ kuramayışından şikâyetçi kahramanımız. Bir gün haber vermeden ortadan kaybolan Güler’in kendisiyle benzer bir aldatılma hikâyesinin öznesi olduğunu fark edince daha farklı bir muhasebe içine giriyor.

Semtimizde bir meczup varsa hepimiz ona farklı bir hayat biçeriz. Hakkındaki yarım yamalak bilgileri kendimizce tamamlarız, anlamlandırmaya çalışırız. Kitaba adını veren Kar Gibi Patiskalar market kasiyeri Eda’nın yaşadığı muhitin meydanında dolaşan Nebile adlı yaşlı kadının peşi sıra dolaşan merakını anlatıyor okura.

Kalemine sağlık kadınların iç seslerini kelimelere döken Cihan Aktaş. Kelimelerin varolsun…