İstanbul Modern, evde kalıp sosyal etkileşimi sınırladığımız salgın günlerinde dijital platformlarda sürekli güncellediği içeriklerine bir yenisini daha ekledi.
İstanbul Modern’in yeni çevrimiçi sergisi “Pandemi Günlerinde Fotoğraf”, dört duvarın sınırlarına hapsolduğumuz günlerde “fotoğrafa dair neler yapabiliriz” sorusu üzerine beraber düşünebilmek amacıyla farklı kuşaklardan fotoğraf sanatçılarını bir araya getiriyor.
Sergi, İstanbul Modern Fotoğraf Bölümü ve Danışma Kurulu’nun davetiyle projeye katılan 43 sanatçının pandemi günlerinde gerçekleştirdikleri yeni çalışmaları izleyiciye sunuyor.
Geleceğe kültürel bir miras
Tüm dünya, hareket ve etkileşimin kısıtlama altında olduğu günlerden geçerken müzenin Fotoğraf Danışma Kurulu üyeleriyle birlikte bir girişimde bulunduklarını dile getiren İstanbul Modern Fotoğraf Bölümü Yönetici Demet Yıldız, “Kolay tarif edilemeyen, belirsiz ve tekinsiz bir zamanın içinde varoluşu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bu dönem bazılarımız için yeni keşiflere vesile olurken bazılarımız için de geçmiş pratiklerini gözden geçirme ve onlara yeni anlamlar kazandırma süreci olabilir. Hissettiklerimiz ile gördüklerimiz karşısında keşfedeceğimiz yeni anlamların gelecek kuşaklar için önemli ve anlamlı bir kültürel miras olacağına inanıyoruz” dedi.
Fotoğrafik imgenin “şimdiye” tanıklığının ötesinde gelecekle olan güçlü ve sarsılmaz bağını hatırlatan sergiye katılan sanatçılar şöyle sıralanıyor:
Sanatçılar fotoğraflarını anlatıyor
Çevrimiçi sergi kapsamında, sanatçıların pandemi günlerindeki çalışmalarını anlatan metinler de yer alıyor.
Emin Özmen: Eve yürürken, her zaman her koşulda o terkedilmiş binanın giriş katında oturmakta olan bir grup adamın yine aynı yerde sohbet ettiklerini görüyorum pencereden. Maske yerine kullandığı o bez parçası, elindeki tesbihi ile tam ortada oturan adam aniden dikkatimi çekiyor; kısa bir tereddüdün ardından, girip bir portresini çekiyorum.
Yusuf Sevinçli: Bugünlerde sürekli yaptığım gibi salondaki koltuğumda sakin sakin otururken dışarıda gözüme takılan kargaları telefonum ve bir dürbün yardımıyla çektim. Salgın hakkında bir değerlendirme değil, fakat her şeyin duruyor hissi verdiği bir dönemde zamanın hâlâ aktığına dair küçük bir gözlem.
Ani Çelik Arevyan: Yıllar önce doğadan alıp stüdyomda kurguladığım “ölü-doğayı” aslında doğaya borçlu olduğum bir yaratımı, natürmortları, kendi izlerimle birlikte, organik, yeşil, canlı bir doğaya geri veriyorum. İnsan genelde doğada iyi izler bırakmadı, onu kendi için dönüştürdü, doğal habitatı bozdu. Doğa, bizlere ilham olurken ve sonsuz bir yaratma olasılığı sağlarken, ona yeterince değer veremedik. Ve bu fotoğraflarda, doğanın gücünü ve büyüklüğünü kabullenip, belki de tuvallerinin başından yeni kalkmış bir ressamın izlerine bakıyoruz.
Canan Erbil: Aylardır kulaklara çalınan “içeride kalmak” ifadesi, tekrarlandıkça zihnimde birinci anlamını yitirmeye, esasında söylenme amacını bilmeme rağmen kafamın içerisinde kendisini yeni bağlamlara oturtmaya başladı. İç ve dış nerede başlayıp nerede biter? Bu sınırın belirleyicisi kimdir yahut nedir? Kendi kapalı havzasını yaratan bu zaruri içeride kalma hali, şimdiki zamanı sündüren, giderek Bergson’un mekânda ölçülen zaman diye ifade ettiği “homojen zamanı” iç içe olmaktan çok daha uzak bir yere taşıyan ve içeriye doğru katlanarak büyüyen klostrofobik bir alan yarattı. Bu seriyle birlikte kendi mültecisini yaratan mekanların izini sürmeyi ve sezgilerimle elde edebileceğim gerçek bir zaman algısı edinmeyi amaçlıyorum.