Hattat Ahmet Kutluhan: Allah, Hasan Çelebi'ye çok talebe yetiştirmeyi nasip etti

Hattat Ahmet Kutluhan, hocası Hasan Çelebi ile ilgili yenisafak.com'a verdiği röportajda; ''Hamit Aytaç, Osmanlı’dan Cumhuriyet'e köprü olmuştur. Harf inkılabına rağmen bırakmadan, vazgeçmeden, hat sanatını yaşatan ve öğreten biri olmuştur. Hamit Aytaç’ın köprüsünün devamı olan yolu da Hasan Çelebi onlarca öğrencisiyle oluşturmuştur...'' ifadelerini kullandı.

Muhammed Sefa Ulusoy
Hattat Ahmet Kutluhan.

Hat maceranız nasıl başladı?

Her şeyden önce Allah sizi o yöne yönlendirmeyi murat edecek. Ben köyde büyüdüm. İlk okulu köyde okuduktan sonra parasız yatılı olarak Kastamonu İmam Hatip Lisesi’ne gittim. Ailem mollalık yönünden okumuş değil fakat dinini seven insanlar. Musalli (namaz kılan) insanlar. Hatta dedem bir ara köylünün ricası üzerine iki yıl kadar imamlık da yapmış. Henüz okula başlamadığım zamanlarda annem namaz kılarken onu takliden namaz kılmaya çalışırdım. Hat merakımın temellerinin o vakitlerde oluştuğunu düşünüyorum.

İlk olarak, İmam Hatip Ortaokulunda okurken, camilerdeki süsleme amaçlı yazılan yazılar, Çeharyar-i Güzinler, Lafza-i Celaller, İsm-i Nebiler çok dikkatimi çekmişti. Camide oturup uzun uzun o yazıları izlerdim ‘’acaba nasıl yapılıyor? Ben de yazabilir miyim?’’ diye düşünürdüm.

Aradan biraz zaman geçti liseye başladım. Eskiden gömlek aldığınız zaman içinden bir karton çıkardı… o kartonlardan birini aldım ve boş bir zamanda camide oturdum, kurşun kalemle Lafzatullah’ı çizdim. Bu çizim bana çok estetik gelmedi. Bizim kırsal kesimde tarlalar vardır. Bazı tarlalara buğday ekilirdi. Onların dip kısımlarındaki anızlar, ekinin toprağa yakın kısmı pembemsi bir renkte olurdu. O renkli, ‘’Sıbgatallah’’ yani Allah’ın boyadığı renkli sapları kalemle çizdiğim Lafzatullah’a nizami bir şekilde yapıştırmıştım. Bu şekilde bir levha görünümü vermeye çalışmıştım.

Bu çalışmayı yaptığım zaman yaz tatiliydi okullar açıldı Kastamonu’ya gittim ve okuldaki öğretmenlerimizden ikisinin Hat ile iştigal ettiklerini öğrendim.

Hocalarımızdan biri, Rafet Küllüoğlu İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü'nde okurken, Hasan Çelebi’den Hat çalışmış, Mustafa Düzgünman’dan Ebru dersleri almış bir zattı. Geçtiğimiz yıl koronavirüsten vefat etti. Allah rahmet eylesin.

Yaptığım çalışmayı Rafet ‘’Hocam ben böyle bir şey yaptım, bu sanata merakım var, kurşun kalemle çizdim ve saman çöplerini yapıştırdım’’ diyerek hocaya gösterdim. Hoca, ‘’meraklısın, eğer istersen nasıl yapıldığını öğretebilirim’’ dedi.

Ben hemen ‘’çok iyi olur, nasıl başlayacağız’’ dedim. Hoca da ’’Hat, kamış kalem ve is mürekkebi kullanılarak yazılıyor fakat bunları buradan temin etmek zor olur sen bana bir tane dolma kalem getir onun ucunu kesip öyle başlayalım’’ dedi. Ben bir dolma kalem buldum, hoca kalemin ucunu eğimli bir şekilde tırnak makasıyla kesti ve raflarda beklemiş, eskimiş, çizgisiz, kremsi renkte bir defter bulduk bu malzemelerle Rik’a hattı çalışmaya başladık.

Defterin beyaz renkte olmamasının sebebini ise daha sonra öğrendim. Kırık bir renk gözü yormadığı için daha sağlıklıdır. Hatta aharlı kağıtların aharlenmeden önce çay ile boyanması da o beyazlığının giderilmesi ve nohudi bir renk alması içindir…

Rafet hoca ile derse başlayınca benimle birlikte çok sevdiğim iki arkadaşım daha geldi Aziz Tekiner, Tevfik Kalp, toplamda 4-5 kişi olduk. Hocanın daveti üzerine ders göstermek için hafta sonları evine giderdik. Rafet hoca bize İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü’nde okurken Hasan Çelebi’den ders aldığını hatta Hamit Aytaç’a da derse gittiğini fakat Hamit hocanın mesafe olarak uzak olması nedeniyle Hasan hocaya devam ettiğini anlatırdı. "Okul bitti, görev aldım, icazet alamadan İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldım" diye hayıflanırdı… Aradan zaman geçti biz Hasan Çelebi’ye talebe olduk. Birgün Hasan hoca; ‘’Rafet hoca burada bizden ders alırken ayrılmak zorunda kalmıştı icazet verememiştik… Söyleyin bize biraz ders yollasın, Kıt’a çalışsın da icazet vereyim’’ demişti.. Rafet hocaya durumu iletmiştik, 1-2 ders göstermiş fakat Ebru’ya ağırlık verdiği için tam yoğunlaşamamıştı. İcazet alamadan vefat etti.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2021/11/19/03/07/resized_f9256-231d2e801.jpeg

Rafet hoca ile ne kadar çalıştınız?

İki yıl çalıştık. Tabi Anadolu şartlarında iki yıl iyi. Biz artık burada iki yılı Rik’a hattı için uzun görüyoruz. Rafet hoca ‘’Dolma kalemle hattat olunmaz, kamış kalem ve is mürekkebiyle olunur’’ diyerek İstanbul’dan kalem ve mürekkep getirtti. Eğitime kamış kalem ve mürekkeple devam ettik. Tabi eğitimimiz süresince Rafet hoca bize sürekli İstanbul’u, hocası Hasan Çelebi’yi anlatırdı.

Mesela o zamana kadar Hasan Çelebi’nin yüzünü hiç görmemiştim çünkü televizyonda bir hattat göremezdiniz sadece bir kanal vardı o da TRT. Hat ile ilgili bir program olmazdı, röportaj olmazdı, internet de yoktu ki ismini yazınca hemen göstersin… Rafet hocamız merhum, Hasan hocayı bize anlata anlata tanıttı. Hasan Çelebi’yi daha tanımadan anlatılanlardan dolayı isminden çok etkilenmiştik.

Rafet hoca bir derste bize ‘’Hasan hoca elini kesmiş’’ demişti. Medine’de, Mescid-i Nebi’deki caminin yazılarını yazdığı esnada kamış kalemi açarken bıçak eline kaçmış. Hasan hocaya talebe olduktan sonra ‘’Hocam ben henüz sizi tanımadan elinizi kestiğinizi duymuştum. Nasıl olmuştu o hadise’’ diye sormuştum bu olayı. Hasan hoca da ‘’Medine’deydim o zaman, kalem açarken bıçak kayıverdi. Hatta birkaç gün elim sarılı gezmiştim’’ diye anlatmıştı.

Rafet hoca bize hat merakını aşıladı, sevdirdi, Rik’a yazısında eğitim verdi, Hasan hocayı tanıttı biz tabi bu arada iştiyakla hat çalışıyoruz hocaya akşam ders çıkışlarında öğretmenler odasında ödevlerimizi gösteriyorduk.

Eğitiminizi İstanbul'da alıyorsunuz, üniversite seçiminiz nasıl oldu?

Rafet hoca birgün bizi evine çağırdı, üniversite imtihanları yaklaşıyordu ‘’siz artık ödev göstermeyin. Üniversiteye çalışın. Üniversite çok önemli. Sınava yoğunlaşın İstanbul’dan bir okul kazanın orada Hasan Çelebi’ye gidin’’ diye bize bir hedef gösterdi. Allah nasip etti 1992 yılında liseden 3 arkadaşım ile birlikte Marmara İlahiyat Fakültesini kazandık.

Peki, Hasan Çelebi ile ilk temasınız nasıl oldu?

Üniversiteye kayıt yaptırdıktan hemen sonra Aziz Tekiner, Tevfik Kalp ve ben Hasan hocanın atölyesini aramaya koyulduk. Rafet hoca atölyenin yerini biraz tarif etmişti. Bağlarbaşı’ndan, Selmani Pak Caddesi’nden aşağı yürüyerek Üsküdar’a indik. Allah rahmet eylesin, Taşçı Yusuf Usta vardı Hat yazılarını mermer taşlara en muntazam bir şekilde işlerdi. Hasan hoca; ‘’Yusuf Usta’nın vefatından sonra bu işi bu kadar muazzam yapan kalmadı’’ derdi. Biz kime sorsak falan diye düşünürken Taşçı Yusuf Usta’nın dükkanını gördük, baktık taşlara hat yazılarını kazıyor herhalde bir bilgisi vardır diye ‘’Bu yazılardan yazan, Hattat Hasan Çelebi diye bir hoca varmış, biz ondan ders almak istiyoruz’’ dedik. Yusuf Usta; ‘’Nereden geliyorsunuz’’ dedi, biz de ‘’Kastamonu’dan okumak için geldik’’ diyince ‘’ooo, hemşehrilerim ben de Kastamonuluyum’’ dedi biraz da bizim memleketin şivesiyle. Hoş geldiniz falan dedi sıcak karşıladı sonra yazdığı yazıyı işaretle ‘’bu yazı hocanın’’ dedi. Hasan Çelebi’nin bir yazısını işliyormuş orada. Bir mihrap üstü yazısı olabilir veya bir kapı üstü yazısı tam hatırlayamıyorum. O zaman yazı ile ilgili çok bilinçli değildik tabi. 2 metre boyunda istifli, Sülüs bir yazıydı… Yusuf Usta, Hasan Çelebi’yi kastederek; ‘’onu da hocasıyla ben tanıştırdım’’ dedi. sonradan öğrendik tabi Hasan hoca ‘’Taşcı Yusuf Usta beni Hamit Bey ile tanıştırdı’’ diye hatıratındı yazıyor. Yusuf Usta hocanın atölyesinin yerini bilmiyormuş ama bizi hemen karşı sokakta Sünger dükkanı işleten Hasan Çelebi’nin damadı Abdurrahim Abdülkadiroğlu Bey’e yönlendirdi. Gittik ‘’bizi mermer ustası yolladı Hasan Çelebi’yi arıyoruz, sizin daha iyi bileceğinizi söyledi’’ dedik ‘’nereden geliyorsunuz’’ dedi Kastamonu diyince tevafuk bu ya, o da Kastamonuluymuş güldü, içeri buyur etti, çay ikram etti bize.

Abdurrahim Bey, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde görev yapmış Türkiye’nin ilk profesörlerinden biri de olan Allah rahmet eylesin, Prof. Dr. Abdulkerim Abdulkadiroğlu hocanın da küçük kardeşi imiş, sonradan öğrendim tabi… Çok mütevazı bir insan hala görüşürüz.

Abdurrahman Bey, bizi ağırladı sağolsun sonra atölyeyi tarif etti. Tarif üzere Taygar Hamza Camii’nin kıble tarafında tam karşısındaki atölyenin önüne geldik. Kapı kapalıydı, acaba bura değil mi ki diye tereddüt ettik. Oradan bir komşu dükkan sahibine sorduk o zat da ‘’hocanın yeri burası, doğru buldunuz fakat hoca az evvel çıktı. Cumartesi günleri ders veriyor, siz o gün gelin’’ dedi. Bizim gittiğimiz gün hafta başıydı. Pazartesi ya da Salı…

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2021/11/19/03/09/resized_45872-655d7fa77.jpeg

Heyecanlı bir bekleyiş olmuştur herhalde sizin için...

Hem de nasıl... Çok heyecanlı bir bekleyiş almıştı bizi. Giderken boş gitmeyelim, az çok hat kültürümüz de var, arkadaşla beraber birer ‘’Rabbi yessir’’ yazıp öyle gidelim dedik. Kalemlerimizi amatörce kendi açabildiğimiz kadar hatta Sülüs’e göre biraz da genişçe açarak yazdık. Atölyenin yerini de öğrendik artık. Cumartesi günü atölyenin önüne geldik. Atölyenin cami şeffaf bir kağıt ile kaplıydı, içeri görünmüyordu. Kapı örtülmüştü ama kilitli değildi, ittirsek açılacak şekildeydi… Saat 12-1 civarında gelmiştik kapıyı ittirdik ve içeri girdik. Fazla değil 3-4 kişi anca vardı. Atölyenin 15 metrekare bir girişi vardı sonra 2 basamakla çıkılan yüksek bir zemin vardı hocanın masası o yüksek yerdeydi. Hoca içeri girenleri direkt görebiliyordu. Arkada ise bir lavabo vardı, çay demlemek için malzemeler vardı.

Hocayı ismen tanıyoruz ama sima olarak ilk defa görüyoruz. Hoş geldiniz, buyurun dedi. Ben o anda başka bir dünyaya girer gibi, boyut değiştirir gibi anlatılamayacak bir duruma geldim. Hani bazen diliniz tutulur, şoke olursunuz ya o şekilde… Arkadaşım biraz daha cesaretliydi. ‘’Biz Kastamonu’da Rafet hocadan hat çalışmıştık, buraya okumaya geldik, size yolladılar, sizden hat çalışmak istiyoruz’’ deyince hoca; ‘’gelin, buyurun oturun’’ dedi. Oturduk, hoca ödev bakıyordu ödevler bittikten sonra ‘’gelin bakalım’’ dedi. Önce arkadaşım gösterdi hazırladığı yazıyı, arkadaşım seviye olarak biraz ilerideydi, memlekette Sülüs de çalışmıştı. ’’Sen ilerletmişsin ama, baştan başlatırız, sabredebilecek misin?’’ diye sordu arkadaşım da ‘’Edeceğim inşallah’’ diye cevap verdi. Bana ‘’sen ne yazacaksın’’ diye sordu; ‘’ben de memlekette Rafet hocadan Rik’a yazmıştım uygun görürseniz Sülüs başlamak istiyorum’’ dedim ‘’tamam’’ diyip teker teker bizim kalemlerimizi açtı. Hoca her ders kalem açmazdı, ilk başlarken açardı o kadar zaten biz de ‘’Hocam kalemimiz bozuldu, açar mısınız?’’ diye soramazdık, bizim jenerasyonda her ders kalem getirmek yoktu, sadece ödevlerimizi getirirdik. Hasan Çelebi ile ilk tanışmamız böyle olmuştu.

Artık Hasan Çelebi talebesi oldunuz, hocanın derslerdeki tavrı, yaklaşımı nasıldı?

Bizim Anadolu coğrafyasında bir mahcubiyet vardır, insanlarla yeni tanıştığınızda sanki her an birileri sizi azarlayacakmış gibi hissedersiniz… Hasan hocanın bizi ilk gelişimizdeki karşılaması unutulmazdı… o kucaklayıcı, kol kanat gerici, ‘’ne demek buyurun, hoş geldiniz’’ demesi, sıcak karşılaması bizi çok rahatlatmıştı. Örneğin ilk dersimize Rabbi yessir ile başlamıştık 4 ay boyunca hoca bütün harfleri bize tek tek yazmıştı ama bir kez olsun yüzünü ekşitmezdi. Sabırla her hafta yeniden Rabbi yessir’i baştan sonra yazardı. Memnuniyetsizlik ifade edecek en ufak bir hareket görmezdik. Kendisi 2 yıl boyunca Rabbi yessir yazmış, belki kendi 2 yılının yanında bizim 6 ayımızı az mı görüyordu? Bilemiyorum ama ‘’Rabbi Yessir’in en az 6 ay süresi vardır’’ derdi bu söz de birkaç aydır geçemeyenlere büyük bir moral olurdu. ‘’Hocam, 2-3 aydır yazıyorum halen geçemedim’’ diyenlere ‘’daha dur bakalım en az 6 aylık bir süreci var bunun’’ diye moral verirdi.

Bir hat talebesi hocasına nasıl ödev gösterir? O süreci bize anlatabilir misiniz?

Ödevi hocanın önüne koyuyoruz. Hoca bizim kalemimizin ölçüsünde bir kalemini alıyor kırmızı mürekkeple tarif ediyor. Mesela şu harflerin ölçüsü 5 nokta olacak diyor.

Hat sanatındaki harflerin ölçüleri o yazdığımız kalemin ağzından çıkan noktayla belirleniyor. İşte bunların bazı kuralları var. El meleke kazanana kadar bu noktayı tutturmak zor. Hoca harfi yaparak noktalarını koyar. Bu şekilde ödev kontrolünü yapar. Ödevde 3’ten az hata olursa o dersi geçmemizi söyler yani bir sonraki derse geçmiş oluyorsunuz.

Mesela biz Hasan hocaya ödev göstermek için gittiğimizde içeride birçok öğrenci olurdu, kimse sıranın kimde olduğunu bilmezdi fakat Hasan hoca kimin önce geldiğini kimin sonra geldiğini dikkatle takip eder, talebelerini ona göre çağırırdı.

Hoca bize ödevleri yeniden yazmıyordu. Osmanlı hattatlarından ekol bir hattat vardır, Mehmet Şevki Efendi… Onun bir meşk kitabı var, bir sonraki ödevde hangi harfler varsa o kitabı takip ederek yeni ödevimizi yazıyorduk. 3’ten fazla yanlış çıkarsa olmuşlar da dahil yeniden yazmamız gerekirdi ödevi. Ödevini gösteren gitmekte serbestti ama biz gitmezdik. Özellikle Aziz Tekiner, Tevfik Kalp ve ben hocadan istifade edebilmek için ödevlerimizi gösterdikten sonra da atölyede kalır hocamızdan bir şeyler öğrenmeye çalışırdık.

Tabi o zaman şimdiki gibi kurslarda bir izdiham yoktu. Zaten kurs da yoktu 2-3 tane hat versi veren hoca duyardık onlar da; Hüseyin Kutlu, Kocamustafapaşa’da, Fuat Başar, Küçükayasofya’da, Hasan Çelebi, Üsküdar’da vs. Birkaç sene sonra o hocaları da tanışmak amaçlı ziyarete gitmiştik… 1992 yılında Hasan Çelebi’ye ödev gösteren toplamda 8 kişi falandık…

Hat sanatına ve Hasan hocaya rağbet ne zaman, nasıl oluştu?

Hat sanatına ve kurslarına talebin arttığı yıl ise 1994’tür.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı olduğu zaman Cemal Reşit Rey gibi Tarık Zafer Tunaya gibi bütün salonları geleneksel sanatçılarımıza açtı. Buralarda bilabedel sergiler açabilirsiniz dedi. O süreçten sonra her hafta bir yerde Hat, Ebru, Minyatür vs. sergileri açılmaya başladı. Biz 1994 öncesinde bu salonların önünden bile geçemezdik, o saloların 100 metre yanına yaklaşamazken içine girdik hem de sergilerle, sanat eserleriyle… İlk kez o salonlara girdiğimizde ‘’vay be! Buralar neymiş… Saray gibi’’ falan dediğimizi hatırlıyorum. Bu sergiler vesilesiyle hat sanatı da Hasan Çelebi de çok tanındı. İnsanlar bu sergilere gelip gittikçe acaba kim yapıyor, nasıl yapılıyor diye merak etmeye başladı ve bunun neticesinde Hasan hocaya da çok talebe gelmeye başladı.

Peki icazet sürecinizde neler yaşadınız? İcazet almanız ne kadar sürdü?

‘’Rabbim kolaylaştır, Zorlaştırma, Rabbim hayırla sonuçlandır.’’ anlamına gelen; ‘’Rabbi Yessir ve la tüasir Rabbi temmim bil hayr’’ duasının tamamı yazılıyor ondan sonra harflere başlanıyor. Biz de öyle yaptık. Ben Rabbi Yessir’i 6 ayda geçtim. Elif ba’nın yarısı bir derstir diğer yarısı başka bir derstir sonra harflerin birleşimleri vardır bütün bu eğitimler toplamında 5 yıl sürdü ama icazetimi 6. Yılda aldım.

Öncelikle öğrenci çalıştığı yazıdan sülüs ve nesih bir çalışma hazırlıyor buna kıta deniyor… Üst kısım sülüs yazı ve alttaki 2 satır yazı da Nesih yazıdan oluşuyor.. talebe böyle bir çalışma hazırlar.. Altındaki İnce yazılar da ders veren hoca ve başka bir hoca da icazetnameye şahit olduğuna dair bir yazı yazar.

Üst kısımda bulunan yazılar Kıt’a şeklinde isimlendiriliyor.

Tezhipte, ‘’Koltuklu Yazı’’ deniyor bu Kıt’a yazılara, Sülüs yazıda da Kıt’a deniyor. Sülüs Nesih Kıt’a ismi bu… İcazet aşamasında eski hattatlardan üstatlardan birinin bir yazısı örnek alınarak taklit edilir. O da hocaya birkaç kere ders olarak gösterilir ve hoca artık tamam deyince hocaya teslim edilir. Hoca altına icazet yazısını yazdıktan sonra icazetnameyi bize verir. Tezhip yaptırırsınız, çerçeve yaptırırsınız. İcazetnameyi böylece hazırlarsınız. İcazet töreninde de törenden önce götürürsünüz törenin olacağı yere teslim edersiniz. Törende isminiz okunarak size takdim edilir..

Sizin icazet töreniniz nerede yapıldı?

İrcica’da ( İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırmaları Vakfı ) olmuştu. O zaman Yıldız Sarayı’nın içerisinde Çit Kasrı diye bir yer vardı o yapılmıştı icazet töreni.

Peki, eğitiminizi 5 yılda tamamlamışsınız ama icazetinizi 6. yılda aldığınızı söylediniz. Neden böyle bir gecikme yaşandı?

Hasan hoca bana 1997 yılında bir Kıt’a hazırla, icazetini verelim dediğinde benim bir görev değişikliğim oldu. İmam-hatip olarak Beylikdüzü’ne gittim. İlk görev yerim memleketteydi ama o zamanlar İlahiyat okuyanlara kolaylıklar sağlanırdı.

İstanbul İl Müftülüğü’ne memur olarak geldim. Hem okula gidiyor hem de memur olarak çalışıyordum. Ekstra Cumartesi ve Pazar günleri okula gittiğim günlerden eksik bıraktığım mesaiyi tamamlamak için çalıştığım olurdu hatta bazen gece bekçisi izne ayrılırdı ara ara gece bekçiliği yaptığım yani müftülükte geceleri kaldığım zamanlar olurdu.

O zaman Selahattin Kaya İstanbul müftüsüydü, çok yardımları dokundu, Allah razı olsun. Allah hayırlı bir ömür versin. Hep hayırla anıyorum. Onun sayesinde hem okudum hem çalışabildim…

Üniversite biter bitmez müftülükteki görevimden kendi isteğimle ayrıldım ve Üsküdar civarından uygun bir cami bulamayınca Beylikdüzü Gürpınar Merkez Camii’ne atamam oldu, o zamanlar Büyükçekmece Müftülüğüne bağlıydı.

Ben de, Hasan hocam da imamlıktan emekli, İstanbul’da Hat ile uğraşmak için en uygun meslek İmam-hatiplik diye düşünüyor ve çok istiyordum.

Hocayı örnek alıyordum. Ben Beylikdüzü’ne görev için giderken hocama veda etmeye gelmiştim çünkü o zamanlar Üsküdar ve Beylikdüzü mesafe olarak ulaşım hizmetlerinin de gelişmemiş olmasından dolayı gidiş geliş için pek elverişli değildi bu durumdan sebep büyük bir moral çöküntüsü yaşıyordum… Veda etmek için Hasan hocama geldiğim zaman ‘’hocam artık gelemeyeceğim’’ dediğim de hoca bana milat olacak bir moral verdi. Dedi ki; ‘’üzülme, senin haftada bir gün iznin vardır, iznini cumartesi gününe yazarsın, böylelikle gelebilirsin’’ Ben tabi nasıl bir neşe içerisindeyim anlatamam. Ben böyle bir izin günümün olacağını vs. Bilmiyordum. Göreve başladığım gün ilk iş olarak hemen izin günümün Cumartesi olması için dilekçe verdim ve derslere devam ettim.

Tabi benim hem atanmam hem de düğünümün olmasından dolayı oluşan yoğunluk sebebiyle Eylül ayındaki merasime icazetnamemi yetiştiremedim. Hoca ‘’Ne yazacaksın’’ diye sordu ‘’ne yazayım hocam’’ dedim. ‘’Hemşehrinden olsun, Tosyalı bir hattat’’ dedi. Hemşehrim dediği; Ayasofya’nın yazılarını da yazan Kazasker Mustafa İzzet Efendi… Kastamonulu bir zat aynı zamanda müfredatını da takip ettiğimiz bir hattattı. İcazetnamemde ne hazırlayacağıma karar verme süreci biraz uzun sürdü… Tabi Mustafa İzzet Efendi demir leblebi bir hattat, taklit edilmesi zor bir hattat. Kitapları araştırıyorum, 1-2 fotokopi buluyorum ‘’hocam bunu çalışayım mı?’’ diye soruyorum bana cevabı; ‘’Cesaretin var mı?’’ şeklinde oluyor… yani seni zorlar demek istiyor. Başka bir yazı getiriyorum yine aynı cevap.. Mesela ya Nesih satırlar fazla oluyor veya üstteki Sülüs çok yoğun oluyor, harf sayısı çok oluyor, bazı çetin harfler var… Mesela hocaya yine Mustafa İzzet Efendi’nin bir Kıt’asını gösterdim, ‘’kerimen’’ kısmındaki iki üstünü, Tenvin’i o kadar muntazam çekmiş ki… Taklidi çok zor. Hoca; ‘’bir gün bu yazı elime geçti Hamit Aytaç hocama ders olarak götürmüştüm, Hamit hoca yazıyı görünce ayağa kalktı ve yazıyı öptü. Sırf bu iki üstünün hatırına yaptı bunu’’ diye hocasıyla bir hatırasını anlatmıştı bana. ‘’Hamit Bey en çok ondan etkilenmiş’’ derdi.

Artık nihayet karar verdik. Sabancı’nın köşkündeki Hatlar katalog olarak basılmıştı. Oradan Sabancı koleksiyonundan bir Kıt’a seçtik; “Ulemâu ümmetî ke enbiyâi benî İsrâîl” yani “Benim ümmetimin uleması, İsrailoğulları’nın nebileri gibidir” anlamına gelen hadisçilerin zayıf bir hadis dedikleri bir hat yazısı. Bunu Sülüs Nesih bir levha olarak çalışmış Mustafa İzzet Efendi. Bu yazıyı ödev olarak hocaya gösterdim, çalıştım. Hocanın ödevlerden birine ‘’tamam, bu olmuş’’ demesi birkaç ders sürdü. Tamamlayınca hocaya bıraktım. Bir tarafına hoca; ‘’Ene Muallimü’ül fakir’’ diye ‘’ben hocası Hasan Çelebi’’ anlamında icazet yazısını yazdı.

İcazetinizin şehadet kısmını kim yazdı?

Davut Bektaş yazmıştı. Davut Bektaş, hocamızın kıdemli öğrencilerinden biridir, şu anda Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde Hat hocası olarak çalışmaya devam ediyor.

Artık icazetimi almış oldum… Hasan Çelebi hocamın oğlu Mustafa Çelebi Beyefendi müzehhipti. 1998 yılında hocanın atölyesini Tezhip atölyesine çevirdi. Sadece Hasan hoca Cumartesi günleri ders yaparken gelmezdi atölyeye onun dışında hafta içi daha çok o çalışmalar yapardı atölyede. Hasan hoca bana icazeti verdikten sonra tezhibini falan yaptırırsın demişti. Ben de Mustafa Çelebi’ye ‘’ağabey ben Hattı bu atölyede öğrendim, icazetimi bu atölyede aldım, hoca bana bu atölyede emek verdi, bu atölye madem tezhip atölyesi oldu icazetnamemin tezhibi de yine burada yapılsın’’ dedim sağolsun kabul etmişti böylelikle tezhibini de hocamızın oğlu Mustafa Çelebi Beyefendiye yaptırmış oldum.

1998 yılıydı Hasan hoca ‘’bir kişiye merasim yapılmıyor, en az 2-3 kişi olmalı ki bir tören yapılabilsin’’ dedi. ‘’Tamam’’ dedim ve hoca merasim zamanı bana haber eder evden getirir salona teslim ederim diyerek icazetnamemi evime astım.

1999 yılında kısa dönem er olarak askere gittim. Her Cumartesi hal hatır sormak için Hasan hocamı arıyordum. Askerliğimi Malatya’da yapmıştım. Hocanın da Malatya’da bir ahbabı varmış Feyyaz Yaşar isminde emekli bir müftü… Feyyaz hocanın numarasını vermişti, ziyarete git diye tembih etmişti. Askerden bir arkadaşımla birlikte Feyyaz hocanın ziyaretine gittiğimizde Hasan Çelebi’nin talebesi olmanın ne demek olduğunu çok iyi anlamıştım. Hocanın selamıyla geldiğimiz için harika bir izzet ü ikram ile karşılanmıştık, o zaman kendi kendime ‘’hocanın ismi yetiyor, selamıyla geldiğimiz için nasıl bir hürmet gördük’’ diye düşünmüş çok etkilenmiştim.

Hasan hocam bir gün telefonda ‘’2 Eylül’de icazet töreni düşünülüyor, gelebilir misin?’’ diye sordu, ben de ‘’hocam iznimi kullandım, askeriyeden izin almak da zor’’ demiştim. Hocam; ‘’O zaman yerine vekaleten birini yolla, kardeşin falan yok mu?’’ diye sorunca ‘’köyde ağabeyim var’’ dedim ‘’tamam telefon et, ağabeyin gelsin, bir gün önceden icazet merasiminin yapılacağı İrcica’ya icazetnameni teslim etsin, tören günü de senin yerine ona takdim ederiz belgeyi’’ dedi.

Biz askere gitmeden önce, ben askerdeyken yerime vekaleten bir hocayı görevlendirirlerse evin diğer odalarında kalabilsin diye bütün eşyalarımızı bir odaya toplayıp kilitlemiştik. Ağabeyim gitti, kilitli evden, kilitli odadan o kadar eşyanın arasından icazetnamemi buldu ve bir gün öncesinden İrcica’ya teslim etti.

Daha sonra arkadaşlarım bana anlattılar, tören başlamış icazet alacak 4 kişi varmış, sıra bana gelince ismim okunmuş ve hoca müdahale edip; ‘’Ahmet Kutluhan askerde olduğu için onun yerine icazetnameyi ağabeyine vereceğiz’’ demiş ve böylece ağabeyimi sahneye davet ederek benim yerime ona icazetnamemi vermişler.

Hatta ağabeyim bir keresinde Hasan hocayı ziyarete gelmişti, hoca; ‘’İcazeti sana verdik ama icazet almakla Hattat olunmuyormuş değil mi?’’ diye bir şaka yapmıştı, gülüşmüştük.

Uzun yıllar Hasan Çelebi’ye talebelik yaptınız, bu süreç halen de devam ediyor… Elbette birçok hatıranız vardır fakat unutamadığınız hadiseler var mıdır?

Bana görevli olarak 2 defa Hacca gitmek nasip oldu. İkisinde de Hasan hocam Hacca geldi… Hac esnasında görevlerimi yaptıktan sonra hemen hocamın yanına gelirdim. İlk Hac 45 gün sürmüştü ama hoca çok değil 10 gün kalmıştı. İkincisinde ise 2 hafta kalmıştı. Devamlı hocanın yanında vakit geçirirdim, beraber tavaf yapardık, vakit namazlarına giderdik… Hoca ile beraber 2 kez haccetmiş olmamı unutamam.

Peki, Hasan Çelebi nasıl bir hocaydı?

Her şeyden önce çok iyi bir öğreticiydi ama öğretmek sadece harfleri göstermek değildir hoca aynı zamanda bir eğiticiydi. Hasan Çelebi’den ders alan bir talebe Hattat olduktan sonra hocanın o eğitim metodunu örnek almıyorsa hocadan sadece yazı öğrenmiştir o yılları maalesef boş geçirmiştir diye düşünüyorum. İcazet almak üstat olduğunuz anlamına gelmiyor ben icazetimi aldığım zaman hocam ‘’asıl şimdi başlıyor’’ demişti… İcazet aldıktan sonra da hocanız ile irtibatınızı koparmayacaksınız yoksa yeteneğiniz yavaş yavaş geriler, ödev göstermeye devam edeceksiniz. Mesela benim talebeliğim ile birlikte hocam ile birlikteliğim neredeyse 30 yıl olacak icazetten bu yana 23 yıl olmuş ama halen her ders gösterdiğimizde bir şeyler öğreniyorum hocadan.

Bir başka hususiyeti ise; icazet almış ve üzerinden yıllar geçmiş talebeleri bile ders gösterirken hataları çıkacak olsa ‘’sen artık icazet aldın, neden hata yapıyorsun’’ gibi ifadeler asla kullanmaz yeni başlamış bir talebe gibi şefkatle, anlayışla ‘’şunu şöyle yapsan daha iyi olur’’ diyerek öğretmeye devam eder… işte bu müthiş bir eğitim metodudur.

Bütün öğrencileriyle kırmadan, incitmeden, yorulmadan, sabırla ilgilenirdi halen de öyledir. Mesela bizim öğrencilerimizden teberrüken Hasan Çelebi hocamıza ders göstermek isteyenler olur, onlara bile sabırla teker teker tatlı dille nasihatler eder, sabır ve şefkatle dersini kontrol eder.

Hasan hocanın bu eğitim modelini uygulayabilen bir talebesi bu sanatı ileriki bir nesle aktarma, öğretme noktasında başarılı olmuştur diye düşünüyorum.

Hasan hocada Hattın dışında bir şeyler gördüğünüzü söylediniz, onlar neydi?

Hocada müthiş bir feyiz vardır… O yüzden ben en çok hocayı sevdim. Hattan önce hocayı sevdim. Hocaya olan sevgimiz bize hattı sevdirdi ve devam etmemizi sağladı diyebilirim. Bizler mütedeyyin ailelerin çocukları olarak harama helale dikkat eden bir kültürün içerisinden geliyoruz… Hasan hocada müthiş bir ihlas ve takva gördük o yönleri beni çok etkiledi. Onun kırmızı çizgileri vardır ehli sünnet noktasında, takva ve ubudiyet noktasında, kulluk noktasında Kur’an ve Sünnet’in çizgisinden ayrılmaz, en ufak bir taviz vermez o çizgilerinden. Mesela hoca 1972 yılında sakal bıraktım derdi… Sakal bırakmanın toplum nezdinde bazı kesimlerce hayatı zorlaştıran bir takım neticelerinin olması bile hocayı bu kırmızı çizgilerinden vazgeçirememiştir. Giyim kuşamına, tıraşına azami özen gösterir çok dikkat eder, dış görünüşüne önem veren bir insandır. Hocanın öyle bir namaz kılışı vardır ki… Ben hayatımda hiç kimseyi böyle ihlas ile huşu ile namaz kılarken görmedim… İbadetini iliklerine kadar hissederek, sindire sindire yapardı. Hoca ile namaz kılacaksanız, hiç aceleniz olmayacak, iyi bir vakit ayıracaksınız, işiniz var diye namazı aceleye getirmeyeceksiniz…

Asude bir hayatı vardır, acele etmez, teenni ile hareket eder, vakurdur, ihtişamlı bir görüntüsü vardır.

Benim çocuklar kundaktan beri hoca ile görüşürler. Henüz ufaktılar biri 5-6 diğeri 10 yaşlarındaydı evde kendi aralarında konuşurlarken kulak misafiri olmuştum… Küçük oğlum ağabeyine diyor ki; ‘’Abi, hoca dede (Hasan Çelebi’ye hoca dede derlerdi) ne kadar sevimli ya, insanın böyle yanaklarını tutup sıkası geliyor’’ yani kelimenin tam ifadesiyle çocuktan al haberi… Çocukların dilinden anlar, onları sevindirmesini iyi bilirdi.

Hasan hoca, evine her gidişimizde çocuklara harçlık verirdi. Hoca bir keresinde çocuklara harçlık vereceği zaman almamışlardı benim gözüme baktılar hoca da ’’alın alın, babanız versem nasıl alır değil mi?’’ deyince gülüştük ve ‘’alırım tabi hocam veriyor, hocanın verdiği alınır’’ demiştim çocuklar harçlıklarını böylece almışlardı…

Hasan Çelebi’den tevarüs ettiğiniz hasletleriniz var mıdır?

Hocanın atölyeyi kapattığı 2000 yılında, Tarih Tabiat Vakfı diye bir vakıf kuruldu. Bu vakfın kurucuları ve mütevelli heyetine Büyükşehir Belediyesi’nden başkan başta olmak üzere (o zaman Ali Müfit Gürtuna idi) Belediye'nin ileri gelenleri, mesela bir Bakan vardı Veysel Eroğlu… Onların kurduğu bir vakıf. Bu vakıfta hoca ders vermeye başladı. Üsküdar Doğancılar'da Şimdi Tügva olarak kullanılan bir bina var. Eski Üsküdar Belediyemiz… Ahşap, adı İbrahim Paşa Konağı.

Biz de zaman zaman çalışmalarımızı hocaya göstermek üzere oraya götürüyorduk. 2007 yılıydı, konağın bir odasını sınıf yapmışlar, Hasan hoca; ‘’şuraya otur da yeni öğrencilere de sen bak’’ dedi. Bana böyle bir görev verdi, bir vazife tevdi etti. Bu benim için dünyada üniversite imtihanı kazanmaktan daha öte bir sevinç olmuştu. Bir nevi beni yanına asistan yaptı.

Hasan hoca, ‘’hocam ben sizden ders almak için geldim falanca kişi yolladı beni’’ diyerek gelenlere ‘’hoşgeldin sefa geldin’’ der ve (bana hep Ahmed Efendi diye hitap eder, hala öyledir.. Ahmet dediğine hiç şahit olmadım. Birkaç sefer de Ahmedim demiştir) ‘’Kalemlerinizi Ahmed Efendi açıyor, ilk derslere o bakıyor. Ondan bir başlayın hele’’ derdi…

2007-2008 eğitim-öğretim döneminde bir yıl hoca ile aynı odada ders yaptık. Sonra yaz ayı oldu, tatil oldu. Dersler Eylül ayında başlardı. Eylül ayının ilk Cumartesi günü biz konağın arka bahçesinde toplandık. Hocayı bekliyoruz… Hoca geldi, hocanın eski öğrencileri de var. Geçen sene bizden başlayanlar da var. Hoca ‘’çocuklar, ben artık dinlenmeyi hak ediyorum siz Ahmed Efendi ile devam edin, ben de bugün bunu söylemeye geldim, bana müsaade edin’’ diye bir konuşma yaptı. Tabi biz üzüldük. Hocanın buraya her hafta gelmesi güzel bir şey oluyordu. Her cumartesi benim için şarj olma günüdür. Bu şarjla bir hafta idare ederim. O süre bir haftayı aşarsa, hocayı göremezsek benim ikinci hafta şarjım bitik olur. Benim böyle bir haletiruhiyem var diyeyim…

Bana böyle bir görev verildi. O göreve 2008 senesinde tek başımıza başladık, devam ettik. Hoca eğitim-öğretim konusunda, ders gösterme konusunda bize nasıl davrandıysa, nasıl ödev kontrol ettiyse, kontrol ederken neler söylediyse, tamamen onu taklit etmeye çalıştım, tamamen onu yapmaya çalıştım.

Nedir bunlar? İşte şimdiye kadar konuştuklarımız şeyler. Aylarca, yıllarca aynı şeyi hataları yapsa hiç kimseye bir şey demeden ‘’olacak ha gayret inşallah, şöyle yap’’ diyerek moral verirdi.. Bir de hoca hiç kimseyi geri çevirmezdi. Yapamazsın edemezsin demezdi. Biz de aynı şekilde, talebe geliyor mesela hocam biz de ders alabilir miyiz diye soruyor gelin buyurun derdi hocamız, onu uygulamaya çalıştık.

Hasan hoca ders vermeyi bırakınca başta bizden olmak üzere talebeleri tarafından ‘’hocam, artık sizi göremez olduk, görmek, bulmak istiyoruz, nerede bulalım nasıl yanınıza gelelim’’ şeklinde birçok talep olmuştu. Hasan Çelebi, belediye başkanı Hilmi Türkmen’e; ‘’Haftada bir, Yedi Hilal Kütüphanesinde ziyaret amaçlı, hasbihal etmek için bana bir yer verin’’ diye talepte bulunda başkan bey ‘’tamam hocam ora senin’’ dedi… Hoca ile buluştuğumuz bir gün merhum Emin Işık geldi o Fatih’in Mahkemesi denilen yere, yanımıza girdi, hocayı görünce; ‘’işte bu el öpülür’’ dedi ve hocanın elini bir tuttu öpmek için eğildi hoca öptürmedi… Bu sefer Mevleviler'in yaptığı gibi eğilip birbirlerinin ellerini öptüler...

Hasan Çelebi’nin hat sanatındaki yeri sizce nedir?

Hamit Aytaç, Osmanlı’dan Cumhuriyet'e köprü olmuştur. Harf inkılabına rağmen bırakmadan, vazgeçmeden, hat sanatını yaşatan ve öğreten biri olmuştur. Hamit Aytaç’ın köprüsünün devamı olan yolu da Hasan Çelebi onlarca öğrencisiyle oluşturmuştur..

Hamit Aytaç’tan birkaç kişi ders almış, Hamit bey hocalık yapmış tabi fakat bu işi devam ettiren, çok talebesi olan, çok hattat yetiştiren Hasan Çelebi’den başka bir öğrencisi olmamıştır.

Hamit Aytaç’ın bir başka talebesinin Hasan hoca ile ilgili ’’Bu bir nasip işi, çok talebe yetiştirmeyi Allah Hasan Çelebi'ye nasip etti’’ dediğini duymuştum…

Bunda bir hikmet var o da hocanın öğretim ve eğitim metodudur. Kol kanat gererek kırmadan, üzmeden, moralini bozmadan göstermiş olduğu o müşfik eğitim-öğretim metodudur diye düşünüyorum..

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ahmet Kutluhan kimdir?

1975 yılında Kastamonu, Tosya'da doğdu.1997 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Üsküdar Gülfem Hatun Camii’nde İmam-Hatip olarak görev yapıyor. Üsküdar’da bulunan yazıhanesinde ve Balaban Tekkesi Kültür Evi’nde hat dersleri vermeye ve Hüsn-i Hat çalışmalarına devam ediyor.

HAYAT
Yazar Enes Ergür: Salahi Dede bizim musikimizde bir efsanedir