Öğrenci yurtlarının ve asker ocağının sert ve soğuk yüzüdür çelik bardaklar... İçine doldurulan içeceğin lezzeti, o sert ve çelikten kabın soğuk keyfiyetine bürünür. Ne
çay
ın çaylığı bilinir, ne ayranın ayranlığı... Sarıkamış'ın eksi yirmilerinde çarşı iznine çıktığım ilk gün, zaman kaybetmeden bulduğum mekanın ince belli bardakla çay içebileceğim bir kahvehane olduğunu dün gibi hatırlarım. Kışlaya dönerken elimde olan altılı
ince belli bardak
paketine, bir çocuğun uyumaya giderken oyuncak ayısına sarıldığı gibi sarıldığımı da...
Çünkü ince belli bardakta başka bir şey vardır Paşabahçe imzasından başka. Nice değme tasarımcılar, cüret edememiştir onun formunu değiştirmeye. O, çayı soğutmayan kavisli ince beline bir iki çizgi denemesi atan da pişman olmuştur. Hele o tavşan kanı rengi yok mu... Belki de en sevdiğimiz yanı içindeki rengi, iç dünyasını bize göstermesidir. Yani güvenilirdir. Işığa tutunca, size sinemada bir film izlemiş hissi uyandırır. Farklı dünyalara götürüp getirir.
Hangi ecnebi memleketine gitsem gözlerim aynı zarif nesneyi arar. Heyhat ki, her arayışımın sonu hüsran olur. Elbette, bu memleketin hava sahasından geçen bir rüzgarın uğramadığı bir ecnebi semtinde ince belli bardak ne arayabilir ki? Bir kere, içine dolduracağı bizim çayımız kadar sıcak bir nesnesi yoktur ki, ince belli bardağı olsun. İstisna yok mudur? Bir kaç yıl önce bir Avrupa ülkesinde evine misafir olduğum ecnebi bir gelinimizin dolaptan çıkarıp getirdiği ay- yıldızlı ince belli bardak takımını görünce ne kadar mutlu olduğumu söylesem azdır. Hatta, evin esas oğlanı olan bizim Türk delikanlının kupalarda, fincanlarda çay içmeye çoktan alıştığını da yine bizzat o ecnebi gelin hanım söylemişti. Aynı köyün sakini olduğumuz, aynı ecdadın mirası üzerinde oturduğumuz bizim karşı mahallenin çocukları, gün gelir, neredeyse komşu köyün çocukları kadar yabancılaşır ince belli bardağa, o esas oğlan gibi... Yani durum epey vahimdir ama ümidi de yitirmemek gerekir. Kim bilir, belki kalın kupalarda içe içe, ince belli bardağın tadı unutulmuştur. Bu durumda işbaşa düşer ve ocağa yeni bir çay konulur. Su kaynar, çay da demini bulunca servis edilir. Lakin, bilmek lazımdır ki, öyle her daim aynı keyifle içilmez demli ve taze çay. Stresli, meşakkatli bir haftanın ardından Pazar sabahı kahvaltıyı yapınca başlar asıl keyif.. Eşofmanlar üzerinizde çayınızı alıp bir köşeye kurulur, bir kaç yudumda koca bir haftanın yorgunluğunu atarsınız. İşte o çay size güzellik katar, sağlık katar. Bu arada bardak dudaklarınızda gezinirken duyduğunuz hafif acımsı tad, usta yazarların makalesi misali bir birikimin, bir demin, bir olmuşluğun işaretidir. Yani tam da zamanında yudumladığınızı anlatır size… Bazen de dem aynı demdir, tad aynı tad, tazelik aynı tazeliktir, ama ağzını yakmasın çocukların diye bir masal miktarı bekletilip öyle servis edilir…
Hele bir de dudak payı meselesi vardır ki, sorma gitsin. Mesela, bir kadının mahremini dışarı taşırmadan, aynı zamanda o kadının zerafetinden bir şey eksiltmeden giydirmek ihtiyacı duyan bir modacıdan daha meşakkatlidir işi, çayı servis edenin. İçenin gözünü doyurmak ile servis ederken dökmemek arasında bir çizgide gider gelir...
Çay demini alır, servis edecek usta eller de bulunur. Fakat başka bir nokta var ki hepsinden mühim. Bu soğuk havalarda elinize bardağınızı alıp, çayımızı içmek için karşı mahalleden yola düşmüşseniz, bardaklarınızı ısıtmanızda fayda vardır.
Çünkü bizim çayımız elbette her daim ikram için hazırdır ama aynı zamanda hem çok taze, hem demli hem de çok sıcaktır. Sonra bardağınız çatlar maazallah..
Afiyet olsun...