Türk hikâyeciliğinin kilometre taşlarından biri olan Mustafa Kutlu aynı zamanda şair, senarist, yayıncı, köşe yazarı, ressam. Yazdıklarını bu denli zengin kılan, onun çok yönlü bir kişiliğe sahip olması da diyebiliriz. Kutlu, şark hikâyeciliğinin birçok unsurunu, kendi sanatını inşa yolunda kullanır. Şark hikâyeciliğindeki 'az sözle çok şey anlatma' hususunun sanatının esaslı noktalarından birini oluşturduğunu ise her fırsatta dile getirir. Öykülerinde genellikle köyden kente gelen ve geldiğinde köylülükle kentin hızlılığı arasında bocalayan Türk insanın çıkmazlarını ele alır.
YOKSULLAR BİZİ BEKLİYOR
Geçtiğimiz ay son kitabı “Huzursuz Bacak”ı yayınlayan Kutlu'nun hikâyelerinin genelinde yer alan, köyden kente gelen ve iki farklı kültür arasında bocalayan insanların ruh halleri, Türk toplumunun yaşadığı sosyal değişimi yansıtır. Kutlu bunu yaparken adeta okuyucuyla dertleşir, onun hikâyelerinde bizi bize anlatan bir yazar buluruz karşımızda. Çözülen ve dağılan geleneksel hayata dair güçlü gözlemlere sahip olan yazar, bu gözlemlerini ölümsüz karakterlerle yansıtır. Üstelik bunu güzel bir Türkçe ve pürüzsüz bir üslupla zenginleştirir. “Yoksulluk İçimizde” kitabında “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”i haykırır: "Yoksullar bizi bekliyor. İzbelerde, harabelerde, barakalarda, küflü-nemli karanlık odalarda bekliyorlar. Naylon çadırlarda, toprak damlı evlerde, kuş uçmaz-kervan geçmez yerlerde ve şehrin göbeğinde. Kanlı gözlerini ufka dikmiş, bir heykel gibi hareketsiz, sessiz, dalgın bekliyorlar. Bebeler açlıktan ağlıyor, anaların gözpınarlarından yaş yerine kan akıyor. Çocukların dargın bakışlarından çelik parıltılar fışkırıyor. Babalar yumruk sıkıyorlar ve askerdeki oğullar gökyüzünde bir turna katarı arıyor. Dedelerin ağzı kapalı. Nineler ses vermiyor. Gelinler yaslı. Ve çelimsiz genç kızları dengesiz beslenme, akrabaları borç, komşuları ağıt bekliyor. Köşe başlarında, çamurlu ıssız sokaklarda, karın, yağmurun ve gökdelenlerin arasında, dağ başlarında, tarlalarda, kapısına kilit vurulan atölyelerin önünde bekleşiyorlar. İşsiz, umutsuz, aç, yorgun, hasta, küskün, sessiz ve kimsesiz. Siz ey sağlıklı ve varlıklı olanlar. Ey işleri tıkırında gidenler. Ey karnı tok, sırtı pek, yüzü gülenler. Ey seçim kazananlar ve koltuğa kurulanlar. Ey dolar uçuranlar ve muslukların başını tutanlar. Siz ey güç odakları, silah sahipleri, söz ustaları. Beş vakit namazını cemaatle kılanlar. Gece teheccüte kalkanlar. Zikir ile coşup nara atanlar.
Defalarca hacca gidenler. Bir koyup beş kazanan tüccar, yağlı müşteriye yaltaklanan esnaf; aracılar, tefeciler, bankerler. Ey mangalda kül bırakmayan siyasiler. Bilim babaları, akademisyenler. Emirle demiri kesebilenler. Unutmayın. Önümüz kış ve yoksullar sizi bekliyor." “Yoksulluk İçimizde” kitabında ise yoksulluğun güzel yanlarını, yoksulluğumuzla övünebileceğimizi öğretir.
KENTLERİN UĞULTUSU
Annesini kaybeden bir çocuğun babası ile yaşadığı uzun, çalkantılı, dokunaklı bir macerayı dillendirir “Uzun Hikâye” kitabında. Karslı bir işçinin sanayileşme karşısındaki çaresizliğini adeta bir dervişin gözüyle “Yokuşa Akan Sular” hikâyesinde bulursunuz. “Ya Tahammül Ya Sefer” adlı hikâye kitabı ise bir zamanların idealist ağabeylerinin sonradan sermaye ve makam sahibi olmaları sonucunda uğradıkları değişimi hüzünlü bir şekilde anlatır. Tek bir metinden oluşan uzun hikâye kitabı “Tufandan Önce”de siyasi bir meseleyi ele alırken bireyden çok topluma dikkat çeker. Bir şeyhin dramını anlattığı “Sır” kitabında bir gazeteci, bir ilim adamı, bir siyasetçi ve daha pek çok tipin tekke ile olan bağlantılarında yatan şahsî dramlarını da ortaya koyar. “Menekşeli Mektup” hikayesinde yazarın bir Hac yolculuğu tecrübelerinin duygusal anlatımı, okuyucuyu başka alemlere götürür.
SİNEMA TADINDA HİKÂYELER
Mustafa Kutlu, tercih ettiği sinematografik anlatım tarzıyla hikâyenin içeriği arasında birlik kurma yolunu tercih eder. Onun birçok öyküsünün film tadında olması da bundan kaynaklanır. Yazarın “Kapıları Açmak” adlı senaryosunun ünlü yönetmen Osman Sınav'ın sinemada ilk çıkışı olması bu anlamda güzel bir örnek teşkil eder. Kutlu, bu hikâye kitabında İstanbul'daki hayatından vazgeçip memleketine dönen Zehra karakteri üzerinden Türkiye'deki değişimi anlatır. “Mavi Kuş” hikâyesini de bu çerçevede ele almak gerekir. Anadolu'nun ücra bir kasabasında, bir eski otobüsle civardaki bir tren istasyonuna yapılan yolculuğu anlatan kitap, Ömer Kızıltan'ın yönettiği bir sinema filminin senaryosu olarak başarısını kanıtlamıştı.
Kutlu'nun hikâyeleri çok şey öğretir okuyucusuna. Kullanılmaya kullanılmaya unutulmaya yüz tutmuş halk deyişlerini, kaybedilen değerleri taşır sayfalara. Analık, babalık, hac yolculukları, Müslümanlık, modernlik, saf köylü duygular... Tüm bunları anlatırken farklı bir tarz yaratmaya çalışmayan Kutlu, samimi bir nefes olur anlattığı hikâyelerde. Mustafa Kutlu, “Biz ne kadar değişirsek değişelim, bizde değişmeyen veya değiştirilemeyen bir öz var.” yargısını hikâyeleriyle, yazılarıyla, senaryolarıyla ve yaşamıyla hatırlatmaya devam edecek.