Stalin yönetimindeki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne bağlı olan Kırım Tatar Türklerinin yaşadığı sürgünün üzerinden 75 geçti. 1944 yılının 18 Mayıs’ında başlayan Kırım Sürgünü, 250 bin kişiyi yuvasından ayırdı. Orta Asya’ya sürgün edilen Kırım Tatar Türkleri 1965’te geri dönüş için çalışmalara başlasa da aradan geçen yıllarda neslin değiştiğini görebiliyoruz. 1991 yılında dağılan Sovyetler Birliği sonrası Ukrayna’ya bağlı bir özerk cumhuriyet olan Kırım, 2014 yılında Rusya tarafından ilhak edildi. Ülkedeki gerginlik hâlâ devam ediyor. Kırım’ın kağıt üstündeki özeti böyleyken 5 yaşında sürgünü yaşayan Alime Abibulayeva’dan asıl yaşananları, etkilenen hayatların dününü ve bugününü dinledik. 80 yaşındaki Abibulayeva, Semerkant sürgününü şöyle anlatıyor: “Kendi dilinde konuşmayacaksın, yazıların olmayacak, Müslümanlığı bırakacaksın deniyordu. Yabancı ülkede akrabamız olduğu için bile baskı gördük. İnsanları hayvan taşınan trenlere bindirdiler ve farklı yerlere gönderdiler. Trenden indirip arabaya oturttular. Barakaların, gecekonduların olduğu bir bahçe avlusunda bizi bıraktılar. Bunları satın alabilirsiniz demişler ama Kırım’dan gelenlerin adını “Satkın”, yani devlete ihanet edenler, satanlar diye çıkardıkları için kimse evini bize satmadı. Erkekler savaştaydı, bütün kadınlar ve çocuklar sürgün edilmişti. Bir çingene aile sağolsun kabul etti de ahırlarında kaldık, ben, babaannem, annem, anneannem, iki kardeşimle birlikte 6 kişi. Tenekelerden leğen yaptık, çatıları kapattık... Önce annem sonra kardeşim hastalandı. Annem hastalıktan kel olmuştu, çok zayıflamıştı. Ekmek olmadığı için annem beslenemiyordu. Tifo hastalığına yakalanmış. Basaklamaya (emeklemeye) başladığı dönemde de kardeşim açlıktan öldü. Ölmeden önce çok ağladı. Ellerini hep anneme uzatıyordu, annem hasta olduğu için emziremedi.”
BİZİ GÖNDERDİLER ONLARI OTURTTULAR
1939 doğumlu Alime Abibulayeva, yolda kaybettikleri babaannesi hakkında şunları söylüyor: “Babaannem Melek, trendeyken öldü. Onu hatırlamıyorum. Annem anlatıyor. Mezarının yarısını taşlarla kapattık, yarısını kapatamadık çünkü tren gitmeye başladı ve çocukları kaybetmemek için koşup trene yetişmiş. Yarısı açık kalan mezarı artık köpek mi yedi, kurt mu yedi bilemiyoruz. Birçok aile ölülerini yolda gömdü. Bütün tren yolu bizim mezarlığımızdır.”
60’lı yıllarda evlerine geri dönmeyi denediklerini söyleyen Abibulayeva, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Annemin doğduğu evi, dedem kendi elleriyle yapmıştı. Şimdi ise Kerç’teki bu evde iki aile yaşıyor. Babamın evinde ise altı aile var. Bizi gönderdiler, onları oturttular. Dedemle yıllar sonra gittik, hatta satın almak istedik. Beni öldürmeye geldiler, yetişin diye bağırmaya başladı yaşlı kadın camdan... Kendi malın, tapun elinde ama hiçbir şey yapamıyorsun.”
KARADENİZ İNADI BİZDE DE VAR
Alime hanımın babası Rusya adına askerlik yaptığı sırada, ailesini sürgüne gönderiyorlar. Hemen ailesini aramak için başvuru yapan babası Boraki, ancak 3 yıl sonra, 1947’de olumlu cevap alabilmiş. Babasının Özbekistan’a gelmesiyle hayatlarının kolaylaştığına değinen Abibulayeva, “Trende kaç gün gittik tam bilmiyoruz. Kimimiz 5 kimimiz 6 diyor uzaklığa göre. Aileleri mahsustan ayırıp farklı yerlerde indiriyorlardı. Bir arkadaşımı annesinden alıp çocuk yuvasına verdiler, soyadını değiştirdiler. Babam bizi buldu ve daha iyi bir yere taşınmamızı sağladı. Annem iyileşti. Çalışmaya başladı, biz de yeni bir eve taşındık ve aynı bahçede üç aile yaşardık. Koruyabildiğimiz kadar birbirimizi koruduk. Kırım, Türkiye, Türkçe geçen gazete veya kitap bulsalar hemen ceza veriyorlardı. Türkçemizi Kiril alfabesiyle yazıp el altından dağıtılan gazeteler çıkarttı bizimkiler. El yazması Kur’an dağıtıyordu annem. Kaç defa evimizi polis bastı. Dedem iki defa Hacc’a gitti. Ramazan gelmeden 2 ay önce yola çıkarlarmış. Namaz vaktini göğe bakıp bilirlerdi. Ruslar, kendi dinlerine girmemizi istiyorlardı. Karadeniz inadı bizde de var. Bizimle başedemediler, dinimizi değiştiremediler. 90 yılından sonra rahatladık diyebilirim. 2014’te ise bir gecede Rusya’nın kontrolüne geçtik. Özbekistan en azından Müslüman’dı, biraz daha rahat ettik. Ancak Özbeklerin hepsi bizimle konuşmuyordu. Çünkü demin dediğim gibi bizi vatanını satmış insanlar olarak görüyorlardı ve Rusya’dan korkuyorlardı. Soğuk ve açlığı hayatta unutmam. Sadece kibrit kutusu gibi 12 gram peynir verirlerdi, siyah ekmekle” diyor.
TÜRKÇE BELGELERİ YOK EDİP RUSÇASI’NI VERİYORLAR
İslâm’ı yok etmek için Kur’an’ların, Türklük’ten uzaklaştırmak için oyalı yazmaların toplayan Ruslar, bugün de baskı ve zulme devam ediyor. Alime hanımın kızı Elvira İbadullayeva ise Kırım’ın şu anda tam olarak devlet olamadığını belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “O zamanlar kendi öz dilimizi konuşamıyorduk. Şu anda gençlerimiz daha beter. 2014 yılında Rusya, Kırım’a müdahale etti. Bizim telefon numaralarını dünya kabul etmiyor. Bu nedenle Krasnador Krayı’na, bölgesine aitiz. 1933 yılına dönmüş durumdayız. Yine sürgün, kayıplar, ev baskınları oluyor. Kırım’da 172 kişi kayıp. Bir sürü insan cezaevinde, çocuklar babasız kaldı. Ruslara hizmet etmiyoruz, baş eğmiyoruz, Türkçe konuşuyoruz, İslâm’a bağlıyız... Her Cuma namazı çıkışında köpekle arama yapıyorlar. Sebep? Siz zamanı gelince tan tan tan, bayramınızı kutluyorsunuz. Neden bizim bayramımız olmasın... Çok fena durum şu anda.”
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği zamanından kalan doğum belgesinde Marx’ın mezar taşında yazan ve Komünist Manifesto’da geçen “Bütün memleketlerin proleterleri birleşiniz” sözünün Türkçe yazıldığını görüyoruz. Ailesinin birçok evrakını anneannesinin bohçasında bulan 1972 Semerkant doğumlu İbadullayeva, eski ve yeni günler için şunları söylüyor: “Bize hep Marksizim, Leninizm dersi veriliyordu. Kitapları ezberletiyorlardı. Aleyhinde konuşamıyorduk. Eskiden Türkçe ve Rusça’nın birlikte yazıldığı belgeler, bugün istendiğinde sadece Rusça olarak veriliyor. Eski orijinal belgeleri imha edip yenilerini veriyorlar. Nasıl dedemin evraklarını aldılarsa bugün de elimizdekileri almaya çalışıyorlar. Bizi yok etmeye çalışıyorlar. Ev tapumuz var ancak bir şey yapamıyoruz.”
O OLMASAYDI BİZİ KİMSE DUYMAZDI
Mustafa Kırımoğlu’nun çabalarına dikkat çeken Alime Abibulayeva, “O olmasaydı bizi kimse bilmeyecekti. Dünya bizim sorunlarımızı onun sayesinde duydu. Cezaevinde kaldı, kaç yaşına gelse de mücadelesine devam ediyor. 65 yaş üstünü Kırım’da çöp gibi hastaneden atıyorlar nerdeyse ama burada en öne alıp ilgileniyorlar. Türkiye’nin bizim sorunlarımızla daha yakından ilgilenmesini istiyoruz” diyor.
Pasaportumuzu gören işe almadı
Alime Abibulayeva, Sovyet Rusya dönemindeki uygulamaları ve sürgün sonrası için şunları söylüyor: “Eski kırmızı Sovyet pasaportları vardı. Onların hepsi aynı gibi duruyordu ama her milletin farklı işareti vardı. Bizim pasaportların kenarında çok ufak bir 7 yazıyordu. Bunu gördüklerinde ne iyi bir okula alınıyorduk ne de güzel işlerde çalışabiliyorduk. Kırım hakkında etkinlikler düzenleniyordu. Onlara katılıp katılmayacağımız Sovyet Komiseryası tarafından soruşturuluyordu Özbekistan’da. 90’larda buzlar erimeye başladı. Kendi Müslüman isimlerimizi pasaportumuza yazabildik. Ancak Gorbaçov demesine rağmen arşiv bilgilerini bizimle paylaşmadılar. Çünkü atalarımızın isimlerini öğrenmemizi istemediler.”
Madalyaların tümü geri alındı
1864 yılında benzer bir sürgün hamlesini Çerkesler, sonrasında Afganlar ve Çeçenler üzerinde uygulayan Rusların kanlı bir geçmişi bulunuyor. Akrabalarının farklı ülkelerde askerlik yapmasına dikkat çeken Alime Abibulayeva, “Babam cenk zamanı 6 sene askerde kaldı. Babamın, kardeşimin, kuzenlerimin bir sürü madalyası vardı, hepsini ellerinden aldılar. Geri döndüklerinde ise baştakiler, ülkeyi sattıklarını söylediler. Rusya her yere burnunu soktuğu için Moğolistan, Küba, Çin, Kore nerde savaş varsa oraya gidiyorlardı. Kardeşim Afganistan’da şehit oldu. Ama anlamadılar, bir tane Kırım Türkü öldürseniz, bin tane doğururuz” diyor.