Dünyanın farklı ülkelerinde faaliyet gösteren aşırı sağcı ve faşist bazı oluşumların, adeta tek bir odaktan yönetilircesine İslâm ve Müslüman düşmanlığında birleşmesi dikkat çekiyor. Yeni Zelanda’dan Hindistan’a, Hollanda’dan İsveç’e, Yunanistan’dan Fransa’ya aynı çizgide buluşan bu odaklar, medya ve sosyal medya propagandalarından fiziksel taciz ve saldırılara kadar bir dizi yöntemi de kullanmaktan çekinmiyor.
Özellikle “demokratik” ülkelerde bu tür saldırıların “ifade özgürlüğü” kılıfı altında gerçekleştirilmesi gözlerden kaçmıyor. Hükümetler ve adli makamlar Müslümanlara yönelik eylemleri engelleme veya soruşturma noktasında isteksiz davranırken, oluşan tepkiler de kulak ardı ediliyor.
NEFRET SUÇU
“İfade özgürlüğü” gerekçesine rağmen, İslâmî değerlere ve Müslümanların kutsal kabul ettiği her şeye yönelik sistematik saldırı ve hücumlar, açıkça nefret suçu kapsamına giriyor. Söz konusu suçların işlendiği ülkelerde yaşayan Müslümanlar, gösterecekleri tepkilerin hangi sonuçlara yol açacağını kestirmekte zorlanırken, verilecek herhangi bir karşılığın ise başka ırkçı ve önyargılı kampanyalara dönüşmesi de sıklıkla rastlanan bir durum.
TERS ETKİ
Yine de, bütün saldırılara ve olumsuz propagandalara rağmen, Batılı düşünce kuruluşlarının yayınladığı akademik raporlar, İslâm’ın dünyada en hızlı yayılan din olduğunu gösteriyor.
Kiliseler bomboş
İslâm ve Müslüman karşıtı eylemlerde bulunanlar genellikle Hristiyanlık adına hareket ediyor görünseler de, özellikle Batılı ülkelerde kiliselerden kaçış devam ediyor. Hollanda, Danimarka, Almanya ve Fransa gibi yakın döneme kadar Hristiyanlığın güçlü olduğu ülkelerde, kiliseden ve Hristiyanlıktan uzaklaşma, özellikle gençler arasında yeni bir trend olarak rağbet görüyor. Cemaatsiz kalan kilise binaları restoranlara, spor ve sergi salonlarına dönüştürülürken, bazıları da Müslümanlar tarafından satın alınarak camiye çevriliyor. Bu kiliseler arasında, tarihî binalara sahip ve köklü birer mazisi bulunanlar da yer alıyor.